Gazeteci Murat Utku, 32 kişinin hayatını kaybettiği saldırının hemen ardından Suruç’taydı. İzlenimlerini Agos’la paylaştı.
(SURUÇ) Yüzlerinde büyük bir acıyla oturuyorlar. Gördüğüm o yüz ifadelerinin tarifi zor. Ağızlarını bıçak açmadan oturan onlarca insan. Burası, Amara Kültür Merkezi, 32 genç insanın bir intihar saldırısı sonucu hayatını yitirdiği bahçe. Kültür Merkezi’nin girişinde belediye zabıtaları bekliyor, girişi kontrol ediyor. Zabıta ve HDP ve DBP’nin görevlendirdiği siviller içeri girip çıkan herkesi tek tek arıyor, çantalarına bakıyor. Kültür merkezinin giriş kapısına büyük bir siyah bayrak asılıyor, bayrağın üzerine de 32 tane gül...
Suruç’ta hava sıcak. 40 derecenin üzerindeki bunaltıcı hava daha sabah saatlerinden itibaren kendisini hissettiriyor. Buna rağmen Amara Kültür Merkezi’nin bahçesi kalabalık, giderek taziye için gelenlerin sayısı artıyor. Gelenler, bulabilirse bir sandalyeye oturuyor, değilse bir duvarın üzerine ilişiyor, sonra da kendileri gibi taziyeye gelenler ile tokalaşıp, sessizce beklemeye devam ediyor. HDP’li siyasetçiler, bilhassa Şanlıurfa milletvekilleri sabah saatlerinden itibaren patlamanın olduğu yerde.
Bombalı intihar saldırısının görüntülerinin yayınlanması ile olayın vahameti daha net bir şekilde ortaya çıkmış halde. Patlama o derece büyük ki, hala izlerini görmek mümkün.
Her ne kadar olay yeri polis tarafından incelenmiş, deliller toplanmış olsa da hala patlama sonrası hayatını kaybeden ya da yaralananların eşyaları, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyelerinin Kobani’ye götürüp oradaki çocuklara vermek üzere yanlarında getirdiği oyuncaklar dağıldıkları yerlerden toplanıp bombanın patladığı yerdeki ağacın hemen altına konuyor.
Efe’nin teşekkürü
Bomba düzeneğine yerleştirilen ve patlamayla birlikte duvarlara saplanan bilyeler de görülüyor. Gazeteciler o bilyeleri topluyor, fotoğraflarını çekiyor.
Bir süre sonra patlamada yaralanan gençlerden birisi iki kişinin kucağında getiriliyor. Olayın ardından Suruçlulara kendisi ve arkadaşları için gösterdikleri yakın ilgi için teşekkür etmek istemiş. Adı Efe; arkadaşlarını, yoldaşlarını kaybetmenin üzüntüsü gözlerinden okunuyor. Daha ancak 19’unda olmalı, uzun kıvırcık saçları var. Sağ bacağının dizinden aşağısı yaralanmış, hastanede tedavi görmüş, yarası sarılmış. Basamıyor. Bir sandalyeye oturtuyorlar Efe’yi. Kültür merkezinin bahçesindekiler tek tek yanına gelip ona geçmiş olsun dileklerini iletiyor. Efe de kendisine sorulan sorulara cevap olarak kısaca ve hızlı hızlı İstanbul’dan gelen grubun içinde olduğunu, devrimci dayanışma ruhu ile Kobani’deki insanlarla bir arada olmak için geldiklerini, oradaki çocuklar için oyuncak getirdiklerini anlatıyor. Çok üzgün ve yorgun. Daha fazla duramıyor, yine iki kişi kollarına giriyor, kendisini dışarıda bekleyen ambulansa bindiriyorlar Efe’yi, yola çıkarıyorlar.
Uğultu hala kulaklarda
Sonra iki genç kadın ilişiyor gözüme, arkadaşlarını yitirmenin acısı gözlerinde. Gelip giden, olay yerine çiçek bırakan insanlara bakıp sessizce bir kenarda duruyorlar. Birinin adı Ceren. Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’ndan, Antalya’dan gelmiş. Kendisine yaklaşıp ‘Başınız sağ olsun’ dediğimde eğilip ‘Pardon, biraz daha yüksek sesle söyler misiniz?’ diyor. Grubun tam içinde olduğundan patlayan bomba kulaklarına zarar vermiş; uğultu, çınlama ve az duyma... Daha fenası kulaklarında kalan geçici rahatsızlık, içindeki büyük yarayı biraz daha kanatıyor. Tamamına yakını yakın tanıdığı arkadaşı olan genç insanların ölümü karşısında dik durmaya çalışsa da artık hayatı eskisi gibi olmayacak. Nasıl geldiklerinden bahsetti biraz, bomba patlamadan hemen önce Kobani’ye geçmek için ne kadar sabırsızlandıklarını anlatıyor, arkadaşlarından topladıkları yardım paraları ile yanlarında getirdikleri oyuncaklardan bahsediyor; sonra susuyor, güçlü durmaya çalışıyor, ağlamak istemiyor, gözleri nemleniyor, yutkunuyor, ‘şimdi konuşmasak’ diyor sadece. Ağlamıyor, arkasını dönüp aynı acıyı birlikte yaşadığı arkadaşının yanına gidiyor, ikisi bir kenarda sessizce duruyorlar.
‘Onlar daha çocuktu’
Az ilerde bir kadın var, insanlar çevresinde toplanmış. Bir hekim, adı Ayten İnan. İntihar bombacısının kana buladığı basın açıklaması sırasında yaşadıklarını anlatıyor etrafındakilere, gözleri yaşlı, isyan ediyor, kısa aralıklarla ‘onlar daha çocuktu’ demek zorunda hissediyor kendisini. Olayı başından sonuna yaşamış ama hala inanmıyor, inanmak istemiyor. Patlamanın şiddetiyle nasıl kültür merkezinin duvarına savrulduğunu, girdiği şoktan kısa bir içinde kurtulup çaresizce yaralılara bir doktor olarak nasıl yardım etmeye çalıştığını anlatıyor, ağlıyor. İlk müdahaleyi o yapmış, onlarca yaralı arasında mekik dokumuş. Ambulanslar geldiğinde hep birlikte yaralıları taşımışlar. Kızgın, daha da ötesi isyan ediyor:
‘O çocuklar öldüler. Hiç hak etmemişlerdi. İstanbul’dan gelen otobüs buraya varıncaya kadar güvenlik gerekçesiyle 9 kere durdurulmuş, nasıl olur da çantasında Kobanili çocuklar için oyuncak taşıyan çocuklar güvenlik tehdidi olur? Üzerinde bomba taşıyan intihar saldırganı nasıl yakalanamaz?’
Öfkeleniyor, elinden daha fazlası gelmediği için, gencecik insanların bir bombayla ölümüne tanık olduğu için...
Sivil toplum kuruluşlarının, kitle örgütlerinin temsilcileri gelip gidiyor. Hepsi patlamanın olduğu yere karanfiller bırakıyor. Kürsüden konuşmalar yapıyorlar, sonra tek tek ellerini sıkıyorlar oradakilerin, büyük acıyı onlar da paylaşıyorlar.
İki cenaze ise Suruçlulara ait. Onlar da bombanın kurbanı. Büyük bir cenaze töreni düzenleniyor onlar için. Kepenklerin gün boyunca hiç açılmadığı Suruç sokaklarında Tomaların, Çevik Kuvvet ekiplerinin yanından geçerek, kimi zaman sloganlar atarak devlet hastanesine kadar yürüyor kalabalık, oradan da mezarlığa; omuzlarında iki tabutla beraber. Mezarlık şehrin dışında, uzakta biraz. Kitle yolda giderek daha da büyüyor. Binlerce insan Mezopotamya güneşinin yakıcılığı altında mezarlığa kadar yürüyor, genellikle sessiz, slogan attıklarında kızgın, öfkeli... Cenazeler defnedilirken, ailelerinin yaşadığı büyük acıyı anlatmaya gerek var mı?
HDP ve DBP’liler hem Kültür Merkezinin girişinde, hem yürüyüş sırasında hem de mezarlıkta güvenliği kendileri sağlamaya çalışıyor. Sırtımdaki çantamı gören gençler tek tek yanıma gelip kim olduğumu soruyor, gazeteci olduğumu fark edince çantayı kontrol etmekten vaz geçiyorlar. İkna olmayanlar da var, o zaman açıp çantanın içine de bakıyorlar.
Şehir Mezarlığı’nın bir bölümü tümüyle Kobani’de IŞİD’e karşı savaşırken ölen YPG’lilere ait. Onlar da genç mezarlar, sıcaktan kuruyup çatlayan toprak daha yeni atılmış üstlerine, belli oluyor. Suruçlular şimdi de kendi çocukları kadar acı yaşadıkları SGDF’li gençlerin ardından ağıt yakıyor. Acı bu coğrafyada uzun bir süredir zaten giderek büyüyor.