BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

KCK birden niye patladı?

Birden değil. Erdoğan’ın Kürtleri inkara başlaması yüzünden bölge bir süredir fena çalkalanıyordu. Ufak tefek de olsa olaylar başlamıştı. Sonunda KCK (PKK, Kandil) 11 Temmuz’da bir açıklama yaptı. 2012 sonunda fiilen başlattığı ateşkesi sona erdirdiğini ilan etti. Her tutuklamanın artık gerilla için bir misilleme sebebi olacağını, askerî amaçlı baraj ve karakol müteahhitlerinin bölgeden hemen çıkmasını söyledi (link). 

Bu açıklama, ‘Terörist örgütle arana mesafe koy ey terörist parti!’ deyip duran AKP ve MHP’ye, şu koalisyon/tekrar seçim ortamında gökten inmiş  kuvvet macunu oldu. Etekleri zil çalıyor. Mumla arasalar, HDP’ye vurmak için daha ballısını bulamazlardı.

Peki o zaman KCK bunu niye yaptı? Önce buna bakalım, sonra daha incesine geçeriz.

NİYE YAPTI?

Ağır gerçek şu ki, Barış Süreci’ni tek başına Kürtler sürdürüyordu. İktidardan en ufak bir reform gelmiyordu. Nisan-Mayıs 2013’te Ege’de yaptığımız Akil toplantılarında, ‘bedava peynir ancak fare kapanında bulunur’u hatırlatırcasına her fırsatta tekrarladım: “Tabutlar artık gelmiyor. Ama iktidar gerekli reformları yapmazsa bu güzel ortam devam etmez”. Egeli hemşerilerim çok sinirlendiler.

Nitekim, devam etmedi. Ben müneccim değilim; olay, görmek isteyenler için fazlasıyla açıktı. Saymakla bitmez; gelişmelerin sadece bazıları:

Kalekolların yapımına devam. Faili meçhullerde beraatlara devam. Evinin önünde oynayan çocukları öldürenlerin korunmasına devam. Durum çok açıksa, delillerin, “Polis kamerayı kapattırdı ama, delil sildirdi mi bilemiyoruz” (link) diyen “yargı” kararlarıyla karartılmasına devam.

Roboski’de iki kuruş için çay-kahve kaçakçılığı yapan köylülerin jetlerle bombalanması, filmin devamı olarak da katırların ve protestocuların kurşunlanması.

Devam. Erdoğan’ın, “Kardeşim ne Kürt sorunu ya! Artık böyle bir şey yok!” diye kestirip atması (link). Hükümetin rıza gösterdiği izleme grubunu reddetmesi ve Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımaması (link). Seçim sürecinde yaşanan 126 saldırının 114’ünün iktidarca terörist ilan edilen HDP’ye yöneltilerek 56 seçim bürosunun yakılması (link). HDP Diyarbakır mitinginin “ihmal sonucu”  (link) bombalaması. İç Güvenlik Yasası işletilerek YDG-H’li gençlerin “önleyici tutuklama”ya tabi tutulması. Öcalan’la görüşmelerin yasaklanması. Devletten maaşlı AkTroller’in mesela Van depremini vesile edip Kürtlere nefret kusan (bir yandan da, farkında değil, Allah’ı dize kurşun sıkan mafyaya benzeten!) mesajları: “İkazlar geliyo Rabbim işini bilir” (link).

Devam.  MİT tırlarıyla silah gönderilip ihya edilen İslamcıların saldırdıkları Kobani için “düştü-düşüyor” diye dalga geçmeler. PYD bu sadistleri oradan atmaya başlayınca Suriye’yi işgalden bahsetmeler. PKK’nin rakibi olarak düşündüğü Barzani’nin K. Irak’ta devlet kurması için petrolünü satın almak dahil her şeyi yapan Erdoğan’ın, “Suriye’nin kuzeyinde devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz” (link) diye Çakma Amerikacılık oynaması.   

Lafı niye çok uzattım ki? Ağrı Diyadin rezaletinden bahsetmek yeter de artardı (link).  Mehmetçik şehit olsun da Kürtlere tepki duyulsun diye düzenlenen, ölüme terk edilen askerler Kürt köylüler tarafından kurtarıldığı için Genelkurmay’ın teşekkür yayınladığı olay.

***

Bütün bunlar, kendi seçmeninden oy toplamak uğruna Erdoğan’ın Kürtleri bir yandan kayıtsız şartsız teslim alma, bir yandan da sürekli aşağılama politikasıydı Adını da “Süreç” takmıştı.

Kürtler; birey, toplum ve örgüt olarak masaldaki sabır taşı, sabır bıçağı gibi sabrettiler.

DAHA ÖNCE DE UYARDILAR

Peki, “Ateşkes bitmiştir!” biçiminde pat diye kafalara vurmak doğru muydu? Başka türlü uyaramazlar mıydı Türkiye’yi?

Epey uyardılar daha önce. Sadece 2014’ten birkaç örnek: 17 Şubat, KCK: ”AKP’nin bu tutarsız ve müzakereye gelemeyen politikaları nedeniyle süreci ve AKP’nin yaklaşımlarını ciddi biçimde sorgulama hakkımız doğmuştur. Süreç, 15 Şubat’la birlikte son derece tehlikeli, kritik ve bitme noktasına gelmiştir” (link). 01 Mart, KCK: “Silah bırakmak için hükümetin uygulamalarına bakarız. İlk adım olarak İç Güvenlik Paketi'nin geri çekilmesi gerekir” (link). 05 Mart, C. Bayık: “Silahların bıraktırılması beyanına karşılık AKP'nin adım atması gerekir. Önce çözüm, daha sonra silah bırakma" (link). 09 Mart, C. Bayık: “Bu paketin  [İç Güvenlik] geri çekilmesi; yönetimimizin Önder Apo’yla görüşmesi; karakol yapımlarının, askerî yollar ve askerî amaçlı barajların durdurulması; çeteciliğin, köy koruculuğunun geliştirilmemesi gerekiyor” (link). 24 Mart, B. Hozat: “PKK'nın silah bırakması için Dolmabahçe'deki 10 maddenin müzakere edilmesi, izleme heyetinin İmralı'daki görüşmeleri izlemesi, Hakikatlerle Yüzleşme Komisyonu'nun çalışması, buna uygun yasaların çıkarılması ve anayasa değişikliği yapılması gerekiyor” (link). 05 Mayıs, B. Hozat: “Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bırakmayı hedefleyen kongreyi toplamayı gündemden çıkardık” (link). 15 Mayıs, Karayılan: “Öcalan yeniden tecride alındı. Bu savaş nedeni” (link).

KCK KİMLERE NE MESAJLAR YOLLUYOR?

“Ateşkesi bitirdik” açıklaması Türkiye’ye savaş ilan etmek değil. Caydırma amaçlı yeni ve daha kesin bir uyarı. Her unsura birtakım mesajlar vermeye çalışıyor:

Türkiye’ye: ‘Barış Süreci diye oyalanmaktan usandık. Doksan yıldır birey ve toplum olarak eziliyor, nefes alamaz hale gelince patlıyoruz. Bunları artık anlayın, acısını yine hep birlikte çekmeyelim!’  

AKP’ye: “Süreç’i devam ettirin. Bu böyle süremez. Ateşkes dediğin iki taraflıdır; siz bozuyorsunuz. Taa Doğu Türkistan’daki Uygurlar için hissettiklerinizi biz şuracıktaki Rojava için hissedince tehdit ediyorsunuz. Uzun süredir uyarıyoruz. Sağda solda olaylar patlıyor, anlamak istemiyorsunuz: İlla böyle duymak istiyor idiyseniz, böyle duyun!’

IŞİD’e: Ayağınızı denk alın, sizi fazla şımarttılar, K. Suriye’yi size kimse yedirmez, biz hiç yedirmeyiz!’

HDP’ye: ‘Seçimlerin getirdiği enerjiyi iyi değerlendirmiyorsunuz. Pasif davranıyorsunuz.

İYİ, TAMAM DA…

Evet, KCK’nın çıkışını böyle okumak lazım. Lazım da, var mı tam da koalisyon olmazsa seçim yenilemenin konuşulduğu ortamda bu kötü niyetli adamların eline böyle oyuncak vermek?

KCK açıklaması genel toplumda olumlu etki bırakacak türden değil. “Kültürel soykırım”dan bahsediyor, oysa Kürtleri asimilasyon çabaları 1924’ten beri sürüyor. “Baraj yaptırmayacağız” diyor, oysa AKP’li müteahhitlere milletin parasını yedirmek için iş icat edilen bir ortamda barajların PKK’yi tecrit etmek için yapıldığını kimseye anlatamazsın.

Dahası, Kürtler tam da şimdiye kadar görülmemiş bir siyasi başarı kazanmışken, kilit parti olmuşken, kalkıp da “çatışma dönemine giriyoruz” diye tekrar savaş ilan etmenin ardından kim gider?

Söyleyeyim: Oylar gider. HDP’nin seçimdeki fevkalade isabetli tutumu (Türkiyelileşme) sayesinde AKP’den buraya gelen ve 12 Eylül faşizminin o ahlaksız barajını yıkan Kürt (ve bir miktar da, CHP’den gelen Türk) oyları ürküp ve geri çekilebilir.

1969’dan beri sadece bu konuları çalışıyorum. Ama Kürtler de 1925’ten beri kimlik mücadelesi içindeler. Sadece 1984’ten sonra yitirilen 40.000 insanın, “Ben Ege’de Akilken” kitabımda dikkatle hesapladım (s. 29-31), yaklaşık 35.000’i Kürt. Yani, benim bildiğim gerçekleri PKK/KCK/Kandil de bilir. Özetleyeyim onları:

SİLAHLI HAREKET VE SİYASİ MÜCADELE

1) Teorik Kural: Tüm dünyada, ezilmiş-dışlanmışların ‘Yetti be artık!’ diyerek sonunda başlattığı her silahlı hareket (FKÖ, İRA, ETA, ASALA, say sayabildiğine), üç temel amaç gütmüştür: a) Başka yöntemden anlamayan devlete son olarak böyle anlatmak; b) Asimilasyon/baskı gibi yöntemlerle köreltilmiş/yıldırılmış grup bilincini canlandırmak; c) Genel toplumun dikkatini bu ezilmişlik-dışlanmışlık üzerinde toplamak ve onun desteğini almak.

Ama bunlara ulaştıktan sonrası artık siyasi mücadeledir. Aksi halde Baba Diyalektik hükmünü icra etmeye başlar: Silah bumeranglaşmaya, atanı vurmaya koyulur.

PKK bunların üçünü de, özellikle de üçüncüsünü başarıyla gerçekleştirmiştir. Bu büyük başarının adı HDP’dir. Bu başarıdan sonra artık siyaset kurallarının işlemesine geçilir. Örgüt ile parti arasındaki etkileşim tabii ki sürer; bu, sonuçta Türkiye’de herkes için yararlıdır, ama parti üzerinde patronaj izlenimi doğar ise, siyasi mücadele zarar görür. Yani, Hareket kendi kendini vurur.

2) Pratik Kural: Kürtlerin kurtuluşu ile Türkiye’nin kurtuluşu birbirinden ayrı düşünülemez. Ülkenin genelinde Erdoğanizm karabasanı devam ederken, Kürt bölgelerinde özgürlük olamaz. Bunu Selocan çok iyi anlamıştır. Genel kamuoyunun desteğini sağlayarak ülkeyi demokratikleştirmek, bu kadar şartlandırılmış bir ülkede “Çatışma dönemine giriyoruz” diye ilan ederek olmaz.

Tekrar edeyim, Erdoğan sultasının temelde devamı veya tekrar seçim ortamında direnmeye çalışan HDP’den, yapabileceğinden fazla şey bekleyerek hiç olmaz. Nihayet, Siyaset Sosyolojisi “ünitesi” işlemiyoruz; siyaset yapıyoruz.

Ama herhalde dağın zor koşulları insanı etkiliyor. Onları bu koşullara mahkum etmemek lazımdı…