“Gereksiz ayrıntılarla kafamı bulandırma, sadede gel” derler. Oysa o sadet, o asıl söylenmesi gereken, çoğunlukla ayrıntılarda saklıdır. Ve hayat da küçük ayrıntılar toplamıdır.
Anılarınıza az mesafelenip şöyle bir göz atın. Hatıralarımız, aslında kıymet verdiğimiz, anlam yüklediğimiz ayrıntılardan ibaret. Bu ayrıntı bazen havanın durumu, belli bir koku, mırıldanılan bir şarkı ya da vuruculuğuyla yer eden, kısa bir cümle olabilir. Kimi zaman suskunluktur, kimi zaman bir bakış ya da birlikte yürünen bir yoldur.
Belli bir ânın duygusuyla mühürlediğiniz eşyalar da özel olur. Bir kozalak, bir taş, bir fotoğraf, arkası yazılı bir kartpostal, başkasının gözünde anlamsızdır belki, çünkü onu değerli kılan sizin ona atfettiğiniz ve birini, bir şeyi, bir yeri ya da bir zamanı anımsamanızı, yeniden yaşamanızı sağlayan değerdir, kurduğunuz biricik bağdır.
Benim o bağı kurduğum nesnelerden biri de kargo paketlerinin içindeki balonlu naylondu. Beyaz eşyaların mukavva kutularından çıkardığım baloncuklu büyük boy naylonları mühimmat ya da yakıt gibi istiflerdim. Kimi zaman çocuk mutluluğumdu o baloncukları teker teker patlatmak, kimi zaman öfkem, isyanım, hırsımdı. Geçende bir haberde şöyle diyordu: “Pıt pıt naylon ya da hava kabarcıklı naylon olarak geçen, asıl adı ‘bubble wrap’ olan ambalaj malzemesi tarih oluyor. Bu muhteşem icadın arkasındaki firma Sealed Air, içinde hava kabarcığı olmayan, yani artık patlamayan yeni bir ambalaj tasarımı geliştirdi. Alıştığımız sıralı kabarcık tasarımını değiştiren firma, o kabarcıkları daha düz ve birbirine entegre bir şekilde yeniden tasarladı. Firmanın böyle bir kararı almasının sebebi ise, yeni tasarımın ürün saklamayı ve kargolamayı daha kolay hale getirmesi.”
Hadi diyelim, yeni tasarım gerçekten de kargo hizmetini kolaylaştırıyor; ya onu patlatmanın zevkini, buna duyulan ihtiyacı ne edeceğiz? Zira hayat sadece mantık ve işlevsellikten ibaret değil. Ve bazı ayrıntıları genel faydacılık içine sığıştırmak da mümkün değil.
Ayrıntılar, büyük ilkesel kararlar ile siyasi, bürokratik uygulamaların saçmalığını göstermek için de muhteşem bir sağlamadır. Aklıma ilk gelen, 1996’da Türkiye ve Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren Kardak Kayalıkları krizi sırasında gündeme gelen keçiler. SAT komandolu baskınlar, karşılıklı gövde gösterisi bayrak dikişlerle büyüyen kriz, keçileriyle de uzun süre gündemde kalmıştı. O günlerin harareti içinde kayalıklarda inat diye otlatılan ‘Yunan keçileri’nden bahsedildiğini dün gibi hatırlarım. Sonraki yıllarda da “Yunanlı balıkçılar Kardak’a keçi bırakmak istedi” tevatürü ve yaşlı çoban Andonis Veriropoulos’un parası ödenmediği için keçilerini de alarak kayalıklardan ayrıldığı söylentileri ara ara devreye sokuldu. Gözümün önünde pasaportunu uzatan keçilerin imgesiyle güldüm kaldım.
Bu yıllar öncesinin keçi ayrıntısını, kapalı sınırın manasızlığını sergileyen bir inek vasıtasıyla hatırladım. Malum, Türkiye’nin komşu ülke Ermenistan’la sınırı halen kapalı. Geçenlerde, işte bu kapalı sınırın sıfır noktasında, Kars’ın Arpaçay Nehri’ne girerek Ermenistan’a geçen inek, protokolle teslim edildi.
Anlaşılan o ki, çobanın sopa dayağından kaçan inek can havliyle Arpaçay Nehri’ne girmiş. Akıntıda sürüklenen ineği, Ermenistan sınırındaki askerler suya atlayarak kurtarmış. Digor Kaymakamı’nın Ermenistan sınır yetkilileriyle görüşmesinin ardından yapılan protokolle, inek Arpaçay Nehri’nin kenarına getirilip, karşı kıyıya atılan bir iple Türkiye tarafına çekildi.
Elimdeki ayrıntılara şöyle bir baktım; bir keçi, bir inek, bir baloncuklu naylon, bir de ben. Her günün her ânı akıl sağlığımı sınayan bu ülkede anlamı bundan daha iyi nerde bulacaktım!