FIFA son 40 yıldır, büyük mâli hoyratlıkla, şeffaflıktan uzak ve şaibeli şekilde yönetiliyor. Bu durum ne zaman tartışma konusu olsa FIFA yöneticileri hırçınlaştılar ve meselenin üzerini kapatmak için türlü yollar buldular.
ABD merkezli olarak başlayan, FIFA’nın Kuzey Amerikalı üyelerini kapsayan yolsuzluk soruşturması futbolun yönetici kuruluşunun pek çok yöneticisini yargı önüne çıkarırken, başkan Sepp Blatter döneminde görev alan birçok isim hakkında geçmişte öne sürülen iddiaların doğruluk payının oldukça yüksek olduğu ortaya çıktı. Öyle ki, Blatter kazandığı seçimin hemen ardından istifa etmek zorunda kaldı. Öte yandan İsviçre’de de 2018 ve 2022 Dünya Kupası ev sahipliği seçimindeki rüşvet iddiaları soruşturuluyor. FIFA’nın elinde bu usülsüzlükleri kabul eden bir rapor var ancak bu rapor kamuoyuna açıklanmıyor.
FIFA’nın yakın geçmişi
Peki bundan sonra ne olacak? FIFA, Blatter’in giderayak dillendirdiği gibi yapısal bir reformla mı karşı karşıya? Bu soruların cevabını verebilmek için FIFA’nın yakın geçmişine bakmak gerekiyor.
FIFA kuruluşundan itibaren seçkinlerin kontrolünde olan, o dillere destan özerkliğini de biraz bundan alan bir kurum. İlk kurulduğunda İngiltere Futbol Federasyonu’nu kontrol eden asilzadelerin soğuk baktığı, daha sonraki dönemde ise onların yönetimine geçen FIFA’nın bu dönemine dair en tipik örnek, Sir Stanley Rous’un başkanlık dönemi. FIFA, bu dönemde özellikle Dünya Kupası’nda Asya ve Afrika takımlarına karşı uygulanan adaletsiz kontenjanlar ve Rous’un ırkçı Güney Afrika yönetiminin futbolda var olmasına verdiği açık destekle tepki çekmişti. 1974 yılında Brezilyalı Joao Havelange, üçüncü dünya ülkelerinin desteğiyle Rous’u FIFA seçimlerinde alt edince, Avrupa dışındakilerin futboldaki gücü de ciddi bir şekilde arttı. Tabii ki futboldaki bu büyük değişimi, 1970’lerde güçlenen Üçüncü Dünyacılık, Bağlantısızlar Hareketi ve bu akımların o dönemde BM’deki ciddi etkisiyle beraber okumak gerekir. Lakin, Avrupa dışındakilerin yaptığı bu devrim, FIFA’da eşitliği ve özellikle ırkçılığa karşı tavrı kuvvetlendirirken, baştan beri olan yolsuzluğu da dünya çapına yaydı. Havelange döneminde FIFA’daki kirli yapı kurumsallaştı.
Şaibeler dizisi
FIFA son kırk yıldır, büyük mali hoyratlıkla, şeffaflıktan uzak ve şaibeli şekilde yönetiliyor. Bu durum ne zaman tartışma konusu olsa FIFA yöneticileri hırçınlaştılar ve meselenin üzerini kapatmak için türlü yollar buldular. Blatter döneminde pek çok iddia FIFA’nın kendi etik kurumlarında ve İsviçre mahkemelerinde eritildi. Andrew Jennings gibi kurumun yolsuzluklarını belgeleriyle açık eden gazeteciler ise kara listeye alındı. Son derece şaibeli bir seçimle 2018 ve 2022 Dünya Kupalarının Rusya ve Katar’a verilmesi, FIFA yönetimi için çok ileri gitmek oldu. Yine bu durumu da zamanın ruhuyla beraber değerlendirmek gerekir. Zira şu anda yalnızca FIFA’ya ve dünya kupasına değil, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ve Olimpiyat Oyunları’na, şaibeli, kötü yönetilen, insana, hayvana, doğaya saygısız organizasyonlara küresel bir tepki var. Bunun miladı olarak 2000 Sydney Olimpiyatı’nda Bondi Plajı’na yapılan plaj voleybolu stadına gösterilen örgütlü tepkiyi gösterebiliriz. Artık şatafatlı ve zorbaca düzenlenen organizasyonlara kimsenin tahammülü pek kalmadı ve direnişler artık lokal düzeyden küresel düzeye neredeyse anlık bir hızla ulaşıyor.
Blatter’in istifasına yol açan sürecin çıkış noktasına da dikkat etmek gerekiyor. Soruşturmanın ABD’de federal kurumlarca başlatılması, yeni dönem hakkında önemli ipuçları taşıyor. ABD, daha önce spor tarihinin en büyük hilebazı sayılan Lance Armstrong’u gölgesine saklandığı kurumlara rağmen dize getirmeyi başarmıştı. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi, ABD’nin 1970’lerde Sovyetler’den model aldığı amatör spor sistemi, Avrupa’nınkine kıyasla kapitalizme çok daha az dayanıyor. NFL, NBA gibi profesyonel ligler metâlaşmanın zirvesini oluştururken, bunun dışında kalan sporlar, federasyon merkezli yönetiliyor. Futbol ise bu ikisinin arasında yer alıyor. ABD’deki futbolun amatör ruhla yönetildiği iddia edilemese de Avrupa’yla göre durumun çok daha naif olduğu da aşikâr. İkinci neden ise, ABD’nin FIFA ve IOC gibi kurumlar mecburi olarak yeniden yapılandığında bu dönüşümün öncü rolünü üstlenmek istemesi. Şimdiye kadar Avrupa ve dünyanın kalanı bu örgütlere müthiş bir hareket alanı bırakmışlardı. ABD ise açtığı soruşturmalarla sporun idari örgütlerinin hukuk üstü olamayacağını kanıtlamaya çalışıyor sanki.
Son dönemde olan bitenden rahatsız olan, hatta pek çoğu spora yabancılaşan sporseverlerin de bu dönüşümün birincil aktörü olması gerekiyor. Son 15 yılın küresel çaptaki muhalefeti olmasaydı ne Pekin’deki insan hakları ihlalleri, ne Vancouver’daki çevre ve hayvan katliamı gündeme gelecekti. Yakın zamanda IOC, tepkiler üzerine Olimpiyat adayı olacak ülkelerin bir dizi ayrımcılık karşıtı ilkeye uymasını şart koştu. FIFA’nın dönüşümüne giden yolu, onun yaptıklarından rahatsız olan kolektif vicdan açtı. Bundan sonra gidilecek yolu da yine onlar göstermek zorunda.