Özellikle seçimler yaklaşırken Erdoğan ve AKP’nin dilden düşürmediği iki yüce kavram var: din ve bayrak. Bunlar üzerinden yurt dışındaki Türk Okulları meselesine bakmak ve AKP’nin samimiyet derecesini incelemek istiyorum.
Dünyanın her yerinde, her devirde, her baskıcı yönetimin temel yöntemi düşman yaratmak ve o sayede ayakta durmaktır. Bizdekiler kronolojik sırayla: “Mürteciler”, “eşkıyalar”, “Ticaniler”, “komünistler”, “solcular”, “bölücüler”, “teröristler” diye gelişmiştir. Şimdi nöbet “Paralel”de.
‘Paraleldir!’ diye şey attın mı birisine, canına okuyorsun. Örnekleri ibadullah. Geçenlerde bir polis memuru bir kadına (üstelik, 2003’te) tecavüz etmesini “Paralel yapının tuzağı!” diyerek savunmuştu (link). Daha bu hafta, yaralamak ve emniyeti suiistimalden sabıkası olan ve şimdi de dolandırıcılıktan yargılanan bir şahıs, mahkeme yargıcı Tamer Akgökçe’ye kalkıp şöyle dedi: “Siz Pensilvanya’nın hâkimisiniz. Başbakan sizin hakkınızdan gelecek”. HSYK’ye de şikayet etti. HSYK (bittabi) derhal ön inceleme başlatıp Yargıç Akgökçe’nin ifadesini aldı. Redd-i hakim gerçekleşti, şahıs başka mahkemede yargılanacak (link).
“Paralel” ilan edilmek korkusundan, kimseler gıkını çıkartamıyor. Ama ben türden adembabaları Fethullahçı ve Paralel diye ürkütmek (sokak tabiriyle) biraz “ister”, biraz “sıkar”. İpim uzun olduğu, hesap veremeyeceğim bir durum da olmadığı için, AKP’nin 17-25 Aralık rezaletine kadar aynı yastığa baş koyduğu sıkı Müslümanların, Fethullahçıların yurt dışında açtıkları Türk Okulları’na yapılanları hatırlatayım. Çünkü AKP’nin hem din hem bayrak tutumunu açıkça sergiliyor:
“BU OKULLARI KAPATIN!”
Erdoğan, “Paralel”in yurt dışındaki okullarını kapattırmak için Afrika veya Balkanlarda sürekli turneye çıkmakta (link).
Dünkü hayat arkadaşına böylesi bir kin hiç görülmemiş, o apayrı mesele de, emperyalist müdahalelerle aşağılanmaktan yaka silkmiş eski koloniler nezdinde Türkiye’nin dış imajını rezil ediyor. Türkiye sanıp ‘Kapatın bu okulları’ diye emrettiği ülkelerde sinirlenmeler başlıyor:
Kamerun’dan (link), Orta Afrika Cumhuriyeti’nden (link), Nijerya’dan (link), Güney Afrika Cumhuriyeti’nden (link), Fildişi Sahili’nden (link), Mali’den (link) sonra şimdi de Arnavutluk patlayışa geçti.
ARNAVUT DAMARI
Bende de baba tarafından Arnavutluk var, bilirim, bu adamlar biraz terstir. Erdoğan son olarak, yüzde 30’u Hıristiyan bu ülkeye gidip “dualarla” 5.000 kişilik bir cami temeli attı (link). Cevap, parlamento kürsüsünden geldi. Videoyu seyredip Arnavut milletvekilin konuşmasını bizzat duymalısınız (link). Önce cami için teşekkür ediyor, ondan sonra şöyle patlıyor:
“Bana öyle geldi ki, bu 'hediye'ye takas olarak Türk cumhurbaşkanı bir karşılık talep etti. 'Hediye' karşılık istemez! (…) Türk cumhurbaşkanının terörist dediği bu örgütün Arnavutluk'ta herhangi bir cinayetini görmedik (…) Biz Türk sömürgesi değiliz ve bir 'hediye' karşılığında özgürlükleri ve kendi milli gururumuzu çiğnetemeyiz”.
BEN, ÖĞRENCİMİN NE DEDİĞİNE BAKARIM
Akademik kuşkuculuk icabı şunu hemen diyeyim: Belki de bütün bu tepkilerin gösterilmesi Fethullahçılar tarafından bir biçimde sağlanmıştır. Onun için ihtiyatlı olmak ve üçüncü tarafları dinlemek zorundayım. Özellikle de, sağlamlığını yıllar yılı kontrol ettiklerimi. Böyle bir eski öğrencimden (kesmeyen eski öğrencilerimle ilişkimi ben hiç kesmem) iki gün önce aldığım bir epostayı veriyorum:
“Merhaba Hocam. KE yazınızı beğendim ama maalesef yeni nesil çok uzak bunlara. Nasıl ki 1960 darbesini sadece babamdan duyduğum gibi. Ama yazılarınızdan bazılarını oğluma ve arkadaşlarıma da yollamaktayım.
“Erdoğan, her gittiği Afrika ülkesine okulları kapatın diyor. Google’a girip Afrika Türk okulları yazdığınızda Erdoğan’ın ve ailesinin nasıl da bu okulları sürekli ziyaret ettiklerini görüyorsunuz daha bir yıl öncesine kadar.
“Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın Yaoundé/Kamerun’daki resmi Türk fuarına gittiğimizde bütün Türk işadamlarını otobüse doldurup Türk okuluna ziyarete götürdüler, yani resmi programda bu okulu gezmemiz yer alıyordu. Okulu şaşırtıcı biçimde çok beğenmiştim, 140 yıl önceki St. Joseph’in Moda’da yaptığını yapmaktaydılar. Ve bütün Kamerunlu bakanlar çocuklarını bu okula göndermekten gurur duyuyorlardı. Okul eski İsviçre elçiliğinin şehir merkezindeki binasını kiralamıştı. Türk hocalardan biri Ulan Batur’dan buraya yeni tayin olmuştu. 1.500 dolar maaş alıyordu ve yılda 4 kez sıtma nöbetine yakalanıyordu. Dış ticaret firmaları Tunus gibi çok daha medeni bir yerde 3.000 dolara çalışacak adam bulamazken bu okullarda gerçekten bu işe inanan gönüllüler çalışıyordu. Çok şaşırdım. TC elçiliğinin bile olmadığı Kamerun ve Çad’da bu okullar yer alıyordu ve Türkler küçük bebekleriyle bu çok fakir ülkelerde ikamet ediyorlardı.
“Türkiye’de 100 yıl önce kurulan bir İtalyan Lisesi, Tarsus Amerikan Koleji ya da Alman Lisesi neyse, bu okulların da aynı amaçla ve şekilde işe başladıklarını farkettim gözlerimle. Kitapları inceledim tek tek, dini ağırlık bulamadım.
“150 ülkede 2.000 okul. İnanılmaz bir organizasyon, bunların yarısında TC elçiliği bile yoktu, THY uçmuyordu faaliyete geçtiklerinde. Buralarda Türk sempatizanı insanlar yetişiyor, Kaddafi’nin Heybeliada’da okuması gibi. Ve daha sonra Türk şirketlerine girip iş buluyorlar.
“Gülen’i savunmak için değil gördüklerim karşısında şaşırdığım ve hayranlık duyduğum için yazdım. St. Joseph’ten 100 yıl sonra, geri kalmış 150 ülkede bu adamlar 2.000 St. Joseph açmışlar. Saygılarımla hocam.”
HADİ DİN BİR TARAFA, BAYRAK?
Bu eski öğrencime verdiğim cevabı ekleyeyim de, bitirelim:
“Tamamen doğru XXX’cım. 1789’da Fransa'nın o çok laik ihtilalcileri ne yapmıştı hatırlıyor musun? Cizvitlerin vs. Fransa içindeki okullarını yasaklarken, ‘Laiklik ihracat malı değildir’ (“la laïcité n’est pas un produit d’exportation”) deyip, yurt dışındakileri ellememişler, hatta desteklemişlerdi. 1680'de kurulan Frères des Ecoles Chrétiennes'in bir parçası olan St. Joseph vs. böyle devam edebilmişti. Erdoğan'ın bu açıdan da yatacak yeri yok. Çok kötü bir son bekliyor kendisini.”
Ellememişlerdi, çünkü bu okullar Hıristiyanlığı değil, Fransız (Batı) değerlerini öğretiyordu.
Erdoğan, başka şeyler gibi kinini de kontrol edemediği için, düne kadar bayıldığı, Fethullahçılara hakikaten “Hizmet Hareketi” dedirten bu Türk Okulları’nı şimdi kapattırmaya çalışıyor. Çünkü AKP’nin ve özellikle de kendisinin bayrak’tan anladığı tamamen partisinin ve şahsının çıkarlarıyla sınırlı ve tanımlı.
İKİ NOT: KAMP ARMEN VE “MERKEZ”
1) Uzatmayayım diye, AKP’nin din anlayışına Kamp Armen’i örnek vermedim ama o da bir ibret-i alem. Arazinin son sahibi Fatih Ulusoy 8 Mayıs’ta şöyle demişti: “Ermeni vakıfları zengindir. Paramı verin, satayım” (link). On beş gün sonra, 23 Mayıs’ta dönüverdi: “Türkiye’nin birlik beraberliğe ihtiyacı var. Ermeni, Kürt, Türk fark etmez, hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız ve kardeşiz. Ülkenin sosyal barış ve birliğine katkı sunmak istedim” . Yani “araya Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun da girmesiyle” 25 milyonluk araziyi Tuzla Ermeni Yetimhanesi Vakfı’na bağışlayacağını açıkladı (link).
Niye? Siz seçin: a) F. Ulusoy birdenbire hidayete erdi (ne yani, olamaz mı?); b) Örtülü ödenek devreye girdi, AKP 25 milyonu bastırıp seçim öncesinde bir problem daha çıkmasını önledi; c) Yağlı bir ihale sözü verdiler, oldu bitti. Her halükârda AKP, benzeri bir sürü Gayrimüslim vakıf malını iadeden kurtulmuş oldu. Çünkü din’den anladığı din değil, İslam. Kendine yarayan tarafıyla, bittabii.
2) BAŞBAKAN Davutoğlu, CHP’nin geçen hafta ortaya attığı “Merkez” kavramının kendi kitabından çalıntı olduğunu söyledi (link).
PROFESÖR Davutoğlu bunu duysa herhalde çok utanırdı çünkü bu kavram İngiliz jeopolitikçi H. Mackinder tarafından (kara ülkesi Almanya’ya karşı kendi ülkesi B. Britanya’yı uyarmak için) 1904 (bindokuzyüzdört) tarihinde ortaya atılmıştı: “Doğu Avrupa’ya hâkim olan Merkez Bölgesi’ni (heartland) kontrol eder; Merkez Bölgesi’ne hakim olan Dünya Adası’nı [Avrasya’yı] kontrol eder; Dünya Adası’na hakim olan ise dünyayı kontrol eder.”