YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Kürt meselesi ve AKP kritik eşikte..

HDP’nin seçime parti olarak girip %10 barajını zorlaması ve barajı geçtiği takdirde AKP’yi en azından frenleyecek bir güç haline gelmesi, 7 Haziran seçimleri atmosferine ve kampanyalarına damgasını vurmuş görünmekte.  Eşbaşkan Selahattin Demirtaş’ın konuşmaları geniş yankı buluyor, mevcut durumda Demirtaş ve HDP kampanyaların gündemini belirlemiş durumda, Erdoğan ve Davutoğlu her meydanda mutlaka HDP’ye cevap verme gereği duyuyor vs. HDP’nin seçim öncesi döneme damgasını vuran parti olduğunu söylemek yanlış olmaz. Elbette buna bir de”Barajı geçecek mi geçmeyecek mi?” tartışmaları da eklenmiş vaziyette ve her siyasi sohbette konunun mutlaka bir kez de olsa buraya gelmesi de HDP’yi seçim öncesi dönemin en önemli aktörü haline getirmiş durumda.

AKP cephesinde ise bir belirsizlik ve yönsüzlük hakim.  Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı makamına sıçrayıp başkanlık peşinde koşması ve her gün AKP için “toplu açılış” adı altında meydanlara çıkması, Başbakan Davutoğlu’nun da bu performansa yetişmek için çabalaması AKP adına en büyük dağınıklığı oluşturuyor. Fakat bana kalırsa en önemlisi AKP’nin ilk kez bu seçimde kampanyanın odak noktasını belirleyememiş olması. Bundan önceki tüm seçimler çok kabaca AKP’nin ne yapacağı etrafında izlenirdi ve seçim öncesi dönemi de AKP’nin argümanları belirlerdi.  İlk kez bu seçimde AKP rakiplerinin argümanlarına karşılık vermek durumunda kalıyor. Beri yandan bu durum seçim kampanyası açısından baktığımızda belki ilk olabilir ama aslına bakarsanız AKP tarihi açısından bakacak olursak ilk değil. Bundan önce Gezi direnişi döneminde de AKP ilk kez  siyasal alanı, siyasi hegemonyayı kaybetmişti.

Belki bunu biraz açmak gerekiyor. AKP’nin iktidara gelişinden, takriben 2012’lere kadar siyasal gündem ve siyasal alan büyük ölçüde AKP tarafından ya da AKP’nin attığı adımlarla şekillenmişti. AB ile ilişkiler, demokratikleşme, sivilleşme, askeri vesayet, dindarların temsiliyeti, çözüm süreci, HSYK’nın yapısına ilişkin referandum, Ermenistan’la protokoller, Ortadoğu’da aktör olmak vs. Bunlar genel itibariyle AKP’nin belirlediği ve kamuoyunun, sol da dahil diğer siyasi aktörlerin bir şekilde “peşinden” gittiği siyasetlerdi. Tüm bu meselelerde AKP oyunu kuran ve kurallarını belirleyen aktör konumunda idi. Ancak bir aşamada AKP’nin nihayetinde bir sağ parti olarak nefesinin kesilmesiyle ne zamandır görülen otoriterleşme ve totaliterleşme eğilimlerinin hızlanması üstüste bindi ve bunun patlamasını Gezi’de yaşadık.

Gezi ile gördüğümüz şu oldu: İlk kez medyada ve kamuoyunda başka bir “söz” hüküm sürer, AKP seçmeni olsun olmasın ilk kez kamuoyu başka bir siyasetin “ne” dediğine bakar oldu. Gündem, daha da önemlisi siyasette ve gündelik hayatta “yenilik” başka bir siyaset tarafından belirlenir oldu. Bu, içerikten bağımsız olarak AKP döneminde yeni bir durumdu. AKP’yi asıl rahatsız edenin bu olduğunu söylemek aslında mümkün. Dolayısıyla iktidar biraz da bu yüzden tüm gücüyle Gezi’ye çullandı, o sözü kıymetsiz, hükümsüz kılmaya çalıştı ve hala bunu sürdürmenin peşinde.

İşte şimdi bunun bir benzerini de HDP’nin seçime parti olarak girme hamlesi ile yaşıyoruz. Başta da tarif etmeye çalıştığım gibi gündem, en önemlisi siyasetteki “yeni” söz HDP tarafında belirlenmekte; içeriğine katılın veya katılmayın. Ancak bu kez AKP açısından tehdit daha ciddi çünkü HDP’nin barajı aşması durumunda iktidar en kritik yarayı almış olacak. Ve tam da böylesi kritik bir aşamada HDP bürolarına yönelik saldırılar bir kez daha artmış durumda. Hafta başında Adana ve Mersin bürolarına yönelik bombalı saldırı girişimleri yepyeni bir duruma işaret ediyor. Bu son iki saldırı devletin göz yumduğu linç girişimlerinin ötesinde bir durum ve eş zamanlı olması da bir merkezden planlandığını ve can kaybı amaçlandığının göstergesi. Erdoğan’ın bu saldırıyı kınamayıp “Bakalım altından ne çıkacak?” gibi imalı bir ifade kullanması ise yeni devletin aklında bir şeyler olduğunun en önemli göstergesi.

Hiç şüphesiz bu tabloya çözüm sürecinin Erdoğan tarafından fiilen buzdolabına kaldırılmasını ve “Kürt sorunu yoktur” türünden açıklamaları eklemeliyiz. Sanıyorum bütün bu tablodan çıkarabileceğimiz sonuç, önümüzdeki seçimlerin sadece siyasi tabloyu değiştirmeye aday olmakla kalmayıp Kürt sorununun çözümü için de tayin edici bir özelliğe sahip olduğudur. AKP belli ki HDP’yi baraj altına iterek seçim sonrasında hem kaybetmeye başladığı hegemonyayı elinde tutmak hem de çözüm sürecini kendi belirleyeceği ton ve içerikte sürdürmek istiyor.

AKP karşıtı laik-elit cepheye gelecek olursak, Burada da şöyle bir hesabın yapıldığını gözlemek mümkün: HDP, AKP’yi durdurabileceği, gücünü kesebileceği oranda bu cephe için “yararlı”, ancak barajı geçip geçemeyeceği konusu hala muğlak olduğundan bir kararsızlık, tereddüt mevzubahis. Belli ki “Eğer barajı geçemeyecekse HDP’ye yatırım yapmak anlamlı mı?” sorusu tartışılmakta. Genelleme yapmanın tehlikeleri göze alınarak şu söylenebilir ki, bu cephede de muhtemelen dert edilen son şey Kürt meselesinde eşit, adilane bir çözümün olabilirliği ve bunu aramanın yolları. Ancak zorluk şurada ki siyasal Kürt hareketi barajı aşmak için bu kesimden de oy toplamak zorunda ve bu denklem HDP’yi sürekli seçim sonrasında da AKP’ye karşıtlığını sürdüreceği yönünde taahhütlerde bulunmaya zorlamakta.

Klasik benzetmeyle bitirelim. Kartlar belli ki yeniden dağıtılacak. Soru şu: Peki oyun ne kadar adil olacak?