Asabiyetim sürekli bu aralar, geçmiyor, her şeyden şikâyetim var. Şöyle keyifli, okuyana mutluluk veren, aşklı meşkli, şiirsel miirsel, edebi medebi yazılar yazmak istiyorum olmuyor. Geçen hafta da epey yakınmışım ondan bundan ya, bu kez yapmayayım dedim, olmadı işte, olmuyor. Etrafta gördüğüm, duyduğum her şey isyan raddesine getiriyor beni. Zaman zaman, azıcık ruhum sakinleşsin diye kendimi eve kapatsam da para etmiyor. Babaannem Eftik yaya; “Acık içerin soğusun” derdi, anneannem Maryam yaya da; “Irın insin biraz.” İkisi de iyi laf değil mi? Ama ne içim soğuyabiliyor ne ırım inebiliyor.
Eve kapansan da, yazılı, işitsel, görsel, sosyal, sanal bilumum medya var. Sonra pencerelerin hemen dışında cadde var, bitmeyen bir karmaşa yani trafik var. Bakmasan da sesleri gelir. Ambülâns sirenleri saat başı… Ay bir de ekstra olarak çakarlı sirenli araçlar modası çıktı farkında mısınız? Ya kaldırımdan gidiyor bunlar ya emniyet şeritlerinden. Zaten o emniyet şeritleri, diğerlerinden bağımsız üçüncü bir şerit olarak kullanılıyor son zamanlarda. Hatta ‘maganda şeridi’ diye kara mizah konusu bile oluyorlar. E tabii o magnetli çakarlar ve polis ya da ambülâns sirenlerini, internetten bile satın almak mümkün, tıpkı biber gazı, dinleme böcekleri ve gizli kameralar gibi… Cezası bile yok bunların, belki de vardır ama daha hiç rastlanmadı. Her şey hile dolap, reklâmlar bile… Ve de her konuya sansür var ama reklâmlara yok.
Mesela; çocuklarınıza cola içirmeyin, zararlıdır deniyor sonra da inat gibi “Ne köfte ne fasulye, yemezler işte” diye bir dolu paralara reklâmını yapıyorlar. Bir de “stressiz baş” için çiğnenen çikletler var. Atıyorsun ağzına bir tane, işine geç gittiğin için uyaran patronunun sesi kuş cıvıltısı gibi geliyor. Ne demek istiyorlar yani? Boş verin siz patronu matronu, istediğiniz saatte gidin işe, atın ağzınıza bir çiklet, cıvıldayıp dursun millet. Hele o bozuk plak gibi “Anne televizyon, anne televizyon”diye cıvıldayan çocuklara ne demeli? Tut yakasından, at camdan dışarı.
Çocuklarımızda obezite ciddi bir sorun olmaya başladı, özellikle fast food yemeleri çok sakıncalı. Peki, gün boyu her arada tekrarlanan, hiç de meraklısı olmadığım halde beni bile tahrik eden, yakın plan çekilmiş fast food ve dünyayı cennete çeviren çikolata reklâmları ne olacak?
Sonra bazı reklâm sloganları laf olsun diye söylenmiş, “Kirlenmek güzeldir” gibi… Nesi güzel yahu? Bazıları da Amerikan özentisi deyimleri gençlerin diline büsbütün düşürmüyor mu? Bir içecek reklâmında “Serin kalın” deniyor mesela –ay adını da veremeyiz, sansürü var- nedir o serin kalmak? Keep cool! O da böylece girdi dile. Gençler hoş buldukları şeylere; “Waaaw serin” diyorlar. Sinir!
Evet, görüldüğü gibi bir türlü soğumuyor içim, iyice ‘ne yana baksam da gülsem’ durumundayım yine. Siyasete hiç bulaşmadan, başka sinir şeylere sarıp bir an önce çıkmak istiyorum bu asabi ruh durumundan. Yoksa bi girdim mi; Cumhurbaşkanı’nın parmağını kameralara doğru sallayarak; “Eeey Ermeni diasporası, belgelerimiz burada. Senin ne kadar belgen var? Çıkar belgelerini, tarihçileri görevlendirelim, hatta hatta arkeologları hukukçuları görevlendirelim” diye başlayan ve “Hiç kimse kusura bakmasın, bizim bu konuda kimseye veremeyecek bir hesabımız yoktur…” diye devam eden, hiçbir sonuca ulaşmayacağı belli, o tahkir edici ve bir o kadar da kalıplaşmış konuşmasına takılırsam içinden çıkamam. “Hangi arşiv?” diye sormam gerekir sonra. Ve de doğal olarak peşinden “bu ülkede geçmişten gelen neye saygı gösterilmiştir ki, arşiv belgelerine gösterilsin?” sorusu gelir.
Biz bilmiyor muyuz ki 1931’de, Maliye’ye ait olduğu söylenen ama aralarında Bizans’tan kalma belgelerin bile bulunduğu bir dolu belge hükümlerinin geçmiş olduğuna karar verilerek, bir kısmının da boş olduğu iddia edilerek, hamur diye kullanılmak üzere Bulgaristan’a gönderilmiştir? Sirkeci’den, döke saça vagonlara doldurularak 3 kuruş 10 paraya çöp olarak satılmamış mıdır? Ve de çok ucuza pisipisine satılan şeyler için kullanılan “Üç on paraya gitti” lafı oradan çıkmamış mıdır? Onların arasında hiç Ermeni belgesi de yok mudur acaba? Böyle bir şey iddia etmek için yazmadım bunu, yanlış anlaşılmasın, çünkü bilemem. Bu ülkede arşiv belgelerine verilen öneme örnek diye yazdım yalnızca. Madem bu konular her açıldığında hemen “arşiv” deniyor, vardır elbet bir sebebi.
Ayy… Girmeyeyim, bulaşmayayım dedim gene bulaştım. Hemen çıkıyorum. Geçtiğimiz hafta Orman Haftası’ymış farkında mısınız? Sözde biz ağaç dikmekte dünya rekoru kırmışmışız. Hedefimiz de Türkiye nüfusu kadar ağaç dikmekmiş. Vay be… Kurtardık memleketi desenize. Son söz: Bu dönemde yaşıyor olmaktan çok şikâyetçiyim. Nokta.