Akademisyen Julia Strutz, ‘Görünmez Meydan’ isimli doktora tezinde İstanbul’daki bu iki sembolik meydandan yola çıkarak, 1830’dan Gezi protestolarının yaşandığı 2013’e kadar İstanbul’daki kamusal mekan tahayyüllerini araştırdı. Strutz’la dönüşen meydanları konuştuk.
Beyazıt Meydanı, son aylarda yeni bir kentsel dönüşüm sürecine sahne oluyor. ‘Darülfünun alt geçidi ve Beyazıt Meydanı Yenileme Projesi’ kapsamında başlayan çalışmalar, 1 No’lu Koruma Kurulu henüz bir onay vermemesine rağmen usulsüz biçimde devam ederken, son olarak şubat ayının sonunda İstanbul Üniversitesi’nin önündeki tarihi merdivenler usulsüz biçimde kaldırılmıştı. Beyazıt Meydanı, tarihinde ne ilk ne de son kez dönüşümün kıskancında; II. Mahmut döneminde ‘devletin bekasını’ vurgulamak için neredeyse baştan yaratılan, 1950’lerde Menderes hükümeti tarafından tekrar yıkılan meydan Taksim Meydanı’yla birlikte iktidarın sembollerle yeniden şekillendiği kamusal mekanlardan biri.
Akademisyen Julia Strutz, ‘Görünmez Meydan’ isimli doktora tezinde İstanbul’daki bu iki sembolik meydandan yola çıkarak, 1830’dan Gezi protestolarının yaşandığı 2013’e kadar İstanbul’daki kamusal mekan tahayyüllerini araştırdı. Strutz’la dönüşen meydanları konuştuk.
Tez neden 1830’dan başlıyor? Osmanlı Devleti’nin o dönem Sultanahmet gibi başka önemli meydanları da varken neden Beyazıt Meydanı’na bakma ihtiyacı hissettiniz?
Tarihçiler genelde Osmanlı’da modernleşmeyi 1856 Tanzimat Fermanı’yla başlatıyor. Halbuki 1830’larda, 2. Mahmut döneminde neredeyse yeni bir devlet kuruldu. Aslında Sultanahmet veya Üsküdar meydanlarına da bakmak da isterdim. Fakat Beyazıt Meydanı, 19. yüzyılda İstanbul’un en önemli meydanıydı. Harbiye Nezareti’nin de varlığıyla, devlet iktidarını; modern, yeni bir devletin nasıl olacağını göstermeye çalışıyordu.
Bu modern devleti göstermek için ne tür uygulamalara sahne oldu Beyazıt Meydanı?
Yeni meydanın yapılması sırasında, alanda bulunan derme çatma dükkanların çoğu yıkılıyor. Bu dükkanları tanımlayan ‘salaş’ı bugün hâlâ kullanıyoruz; 1850’lerden itibaren kullanılan ve Macarca’dan Osmanlıca’ya girmiş bir kelime. Öte yandan, bugün gördüğümüz üzere Beyazıt Camii’nin bir dış avlusu yok. Belge yok, ama meydanı açmak için yıkıldığı tahmin ediliyor. Bu açıdan bir erken kentsel dönüşüm örneği diyebiliriz. Tahminim şu: dış avlu zaman içinde hanlar ve Kapalıçarşı bölgesine dahil oldu, cami içinde ‘salaş’lar açılmaya başlandı. Zaman içinde de bunlar ortadan kaldırıldı.
Bu camii bir vakfa ait, yıkımının önü nasıl açıldı?
Vakıf arazilerini yıkmanın, hele o dönem, ne kadar zor olduğunu da biliyoruz. 19. yüzyılda İstanbul arazilerinin yüzde 80- 90’a yakını vakıfları aitti. Kimse gidip kolay kolay istimlak edemez. Ama 1829’da kurulan Vakıflar Genel Müdürlüğü’yle devlet bürokrasisi vakıfları merkeze bağlamaya başladı. İlk olarak sultana ait vakıflar müdürlüğe geçti. Cumhuriyetle birlikte tüm vakıf mülkleri müdürlüğe bağlandı ve hepsi istimlak edilebilir hale geldi. Çok da belli olmayan yollarla Milli Emlak’a, Hazine’ye geçti. Fakat mülklerin el değiştirme sürecinde bir muğlaklık var, bugün de devam eden muğlaklık Osmanlı sisteminden miras alınmış gibi duruyor. Çünkü arazinin statüsünün ne olduğu, kime ait olduğu belli olmazsa devlet oradan her şekilde daha güçlü çıkar.
Mülkiyetteki bu muğlaklık kamusal mekanları nasıl etkiliyor?
Bugün Taksim’de, Beyazıt Meydanı’nda bir sürü salaş yer var ve oradan kimin para kazandığı beli değil. Örneğin Taksim’de belediyenin ‘Beltur’ işletmeleri yoluyla para kazanıyor. Ama işletmenin kaçak olduğunu da biliyoruz. Meydandaki boşluk kimsenin işine yaramaz; birinin işine yarasın diye faaliyetlere izin veriliyor. Bu da Osmanlı’dan gelen, vakıfların ekonomik yapısından kaynaklanıyor bence. Vakıflar sonuçta bir yandan hayır işi yapar, bir yandan da dükkan kiraları gibi gelirlerle para kazanmaya çalışır. Yani kendine ekonomik bir kaynak yaratmak zorundadır. Bugünkü meydan projelerine bakacak olursak bu mekanizma yine var. Mesela 1980’lerde Taksim için üç katlı bir meydan tasarlanmış; alt katta arabalar, bir üstüne alışveriş merkezi, üstü de park. Bugünkü tartışmalı Taksim Projesi’nin tek farkı alışveriş merkezi artık yer üstüne çıktı. Yani belediye, projenin masrafını, mekanın yaratabileceği ranttan çıkarmaya çalışıyor.
Beyazıt Meydanı öğrenci hareketlerinin başladığı dönemde de toplumsal muhalefetin İstanbul’daki en önemli mekanlarından biriydi. Bu toplumsal hareketlilik nasıl Taksim Meydanı’na kaydı?
Birçok etkenden bahsedebiliriz; Bir kere 1950’lerin sonundan itibaren Beyazıt’ta başlayan bir kentsel dönüşüm var. Adnan Menderes meydanı ortadan kaldırıp büyük bir yol geçiriyor. O dönem meydanda bulunan havuz çok önemli bir buluşma noktası. Entelektüellerin buluştuğu kahvehaneler var. Bunların hepsi yok oluyor. Ve o dönem çok eleştirilse de buna karşı mücadele eden bir kent hareketi yok. Neticede 1960 darbesi oluyor ve Beyazıt Meydanı’nın adı Hürriyet Meydanı oluyor. Darbe bu dönüşüm projesinin tam ortasında olduğu için de meydan inşaat halinden bir süre çıkamıyor. Bu durumda toplumsal eylemlerde artık Beyazıt’tan Taksim’e yürünmeye başlanıyor. Kanlı 1 Mayıs’tan sonra da devrimci sol Taksim’den vazgeçmiyor. Çünkü bir yandan da Sultanahmet Meydanı’ndan eylem yapan sağcılarla karşılaşmak tehlikeli olmaya başlıyor. 28 Şubat sürecinde de Erbakan’ın Beyazıt Camii’nde cuma namazları sonrası konuşma yaptığını, başörtüsü eylemlerinin yapıldığını biliyoruz. Aslında bugünkü Taksim – Kadıköy meydanı ayrımı üzerinden de bu konu tartışılabilir.
Menderes hükümetinin Beyazıt Meydanı projesi gazetelerde nasıl tartışılmış?
Haftalar boyunca ve çok detaylı bir şekilde tartışılıyor. Bugünkü Taksim projesi tartışmalarının proje üzerinden gitmediğini düşünürsek bu epey ilginç. Beyazıt Meydanı’nı tasarlayan mimar Turgut Cansever bütün gazetelere konuşuyor. Darbeden sonraysa cumhuriyetçi-islamcı kutuplaşmasında sembolik farklılıklar daha da keskinleşiyor. Örneğin, Cumhuriyetçiler ‘trafik olmayan bir meydan olur mu’ derken, tarihi önem vurgu yapan isimler İslamcılıkla suçlanıyor. Havuz’da fıskiye mi olacak sebil mi? Meydanın aksı Beyazıt Camii’ne mi bakacak İstanbul Üniversitesi’ne mi? Bunlar taraf tutmak için başlı başına birer araç olarak kullanılıyor.
‘Taksim Meydanı’ndaki tek hayal o binayı satmak
Taksim Meydanı’nda bugün yapılmak istenen proje hakkında ne düşünüyorsunuz?
Taksim meydanı aslında asker için yaratılmış bir mekan. Sonra farklı şekillerde eylemler için de ‘kaçak’ bir şekilde kullanılmaya başlandı. Yeni proje de bu eylemleri engellemek için yeni bir hamle. Vatandaş artık tüketmek ve eğlenmek için, mümkünse ailesiyle orada olacak. Arabayla geleceksin, çocukla gezip alışveriş yapabileceksin. Gezi Parkı şehrin en değerli arazisi. Proje tartışmalarında Kışla binasının ne olduğu bir türlü açıklanmadı. O kışlanın içinde müze mi otel mi AVM mi olacak? Bu da şunu gösteriyor, önemli olan binayı satmak. Oradaki tek hayal para kazanmak.