İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çerçevesinde Hrant Dink Vakfı ile HAYCAR’ın birlikte yayımladıkları bir kitaptır Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları. İçinde makaleler de bulunan, iyi çalışılmış, derli toplu güzel bir kitap.
İstanbul Modern Müzesi’nde bir de sergi düzenlendi. Kitabın editörü ve serginin küratörü değerli dostum Hasan Kuruyazıcı, kitabın ve serginin tasarımcısı bir başka değerli arkadaşım Erkal Yavi idi. 19. yy’ın ikinci yarısı ile 20. yy’ın başlarında İstanbul’da Ermeni mimarlar tarafından yapılan, aralarında Domabahçe, Beylerbeyi, Çırağan saraylarının, Kuleli Askeri Lisesi, Ortaköy Camii, Beyazıt Yangın Kulesi gibi eserlerin bulunduğu 100 kadar bina kitapta ayrıntılı bilgilerle, sergide büyük boy fotoğraflarla yer alıyordu. Serginin açılışında Sibel Asna, Hasan Kuruyazıcı güzel konuşmalar yaptılar. Davetliler (ve katılanlar) arasında Ekümenik Ortadoks Patriği Bartholomeos da vardı. Her fırsatta Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili olduğunun altını çizerek söyleyen Aram Ateşyan yoktu.
Türk Müziğinde Ermeni Bestekarlar Konseri. Cemal Reşit Rey konser salonunda.
Yıl, yanılmıyorsam, 2012. Erkek seslerinden büyük bir Ermeni korosu oluşturulmuş, güzeller güzeli Melihat Gülses 7-8 şarkıda solist, muhteşem bir gece, muhteşem bir konser. Tatyos Efendi, Bimen Şen, Nigoğos Ağa... Kemani Sarkis Efendi’nin nihavent şarkısı Kimseye Etmem Şikayet, Agop Çavuşyan’ın mükemmel icrasıyla bugün de kulaklarımda.
Ermeni Bestekarlar Konseri. Cemal Reşit Rey’de. Herkes orada, Kürt’ü, Türk’ü, Rum’u, Ermeni’si. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay orada. Ekümenik Patrik Bartelemeos orada. Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan gene yok...
Galiba Mart 2011. Değerli dostum, arkadaşım İshak Alaton’u ziyaret ediyorum. Yemekten sonra kahvemizi içerken, “Nazar, yarınki toplantıya geliyorsun değil mi?” dedi. “Ne toplantısı?” “EDP birinci yılında bir toplantı düzenledi. Ben gideceğim. Seni de ben davet ediyorum.” “Peki öyleyse, gelirim
Ertesi gün toplantının yapılacağı Taksim’deki otelin salonunda buluştuk. Salon dolu. Barış Meclisi’nden, Yeşiller’den, sosyalist pek çok tanıdık, arkadaş... Hüseyin Ergün güzel, ayrıntılı bir konuşmayla Türkiye’de yaşanan baskıyı, özellikle azınlıkların durumunu ele aldı. En çok da 1915 felaketi üstünde durdu. Bu toplantıyı neden düzenlediklerini, azınlık temsilcilerini konuşmacı olarak niçin davet ettiklerini anlattı.
Peşinden Süryani Metropolit’i, Patrik Bartholomeos’un (hangisi şimdi aklımda değil, kendisi rahatsız ya da yurt dışında olduğundan) yerine gönderdiği temsilcisi, dostluk çağıran, güzel konuşmalar yaptılar. Musevi cemaatini temsilen gelen bir zatın (özürle, adını hatırlamıyorum) konuşmasını dinledik.
O konuşma da çok anlamlıydı. İnsanların, içinde bulundukları durumu, insanlığın durumunu sorgulamaları gereği üstüneydi. Bir de anısını anlattı. Dedi ki:
“Küçükken, daha ilkokuldan başlayarak, okul sonrası her gün eve gelişimde, annem günümün nasıl geçtiğini sorardı. Ne derslere değinir, ne sınavlara, ne arkadaşlarımın, öğretmenlerimin sözlerine, davranışlarıma. Her okul sonrası en merak ettiği, en çok öğrenmek istediği şuydu: ‘Bugün güzel bir soru sordun mu?’”
Bu anı bana çok çarpıcı geldi. Soru sormak... Sorgulamak... Merak etmek.
O gün en çok azınlıkların, özellikle Ermenilerin yaşadıkları, yaşatıldıkları konuşuldu. Bütün cemaatlerden temsilciler oradaydı. Patrik Genel Vekili Ateşyan, Ermeni Patrikhanesi temsilcisi hariç.
İshak Alaton, bütün zerafetiyle, “Nazar, sen de birkaç söz söylemek ister misin?” dedi, kulağıma eğilerek. “Yok,” dedim, “Hayır, istemem. Ben senin davetlinim, benim yerime sen konuş.”
Bir öykü daha. Paskalya günü. Kumkapı Meryem Ana Kilisesi. Ayini Arkyebisgobos Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan yönetiyor. Kilise sonrası Sevinç’le Vernadun’a geçtik, oturduk. Ora lebaleb dolu, yurtdışından, İstanbul dışından gelenler, ayine katılan cemaat ileri gelenleri -yanlışlıkla biz de...
Birazdan Aram Sırpazan geldi. Üstünde ayin kıyafetleri. Selamdan sonra başladı soyunmaya! Onu çıkar bunu çıkar, neredeyse cıplanacak! Yetmedi, bir koltuğa oturdu, ayaklarını önündeki –ve başkalarının önündeki- sehpaya uzattı, bu kez çoraplarını çıkarttı. Odada çıt yok, herkes şaşkınlık içinde. Patrik Genel Vekili milletin ortasında ayin kıyafetlerini tek tek çıkartıp, yetmedi, çoraplarını da sıyırarak, siyah cüppesini giydi. Sonra da, bu yaptıkları doğalmış gibi, bu yaptıkları kendisine verilmiş semavi bir yetkiymiş gibi, hiçbir şey olmamışçasına, koltuğa oturup sohbete başladı...
Bir değil, iki değil... Ankara’da başbakanı ziyareti sonrasında ettiği sözleri hatırlamak dahi istemiyorum.
Bu yazıyı şimdi niçin yazıyorum?
Şu son yıllarda Ermeni ruhani baş temsilcisinin ettikleri, sözleri başımı önüme eğdiriyor. Ben de bir Ermeni olduğum için değil, Rum, Musevi temsilcisi aynı duruma düşse, Kürtler, Aleviler adına konuşanlar aynı sözleri söyleseler ben gene hicap duyarım. Ama onlar değil, Aram Ateşyan böyle biri... En son Yaşar Kemal’in cenazesinin kalktığı gün haberlerde gördüm. Aram Ateşyan da orada, kameralara konuştu. Ne Yaşar Kemal’in katkılarından, kişiliğinden, kitaplarından, mücadelesinden tek bir söz, ne toplum ve dünya için öneminden bahis... Yaşar Kemal’in önemi, Ahtamar Kilisesi’nin yok olmaktan kurtarılmasında katkısından ibaret, Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili’ne göre. Öylesi bir sığlık. İnsan utanır. Ben utandım.
Yaşar bana o olayı anlatmıştı. Van Gölü üstündeki vapurda giderken, bir zabitin yanına gelerek Ahtamar adasındaki bir eski kilisenin yıkılmakta olmasından bahsetmesini, kendisinin de hemen, o günkü koşullarda binbir güçlükle, İstanbul’da Nadir Nadi’yi arayarak durumu anlatmasını, elinden geleni yaparak bu antik yapıyı kurtarmasını istediğini enine boyuna hikaye etmişti. Çok önemlidir elbet. Ara Güler’in bir Menderes mitingini izlemeye giderken yolunu kaybedip Afrodisias’ı bulması, keşfetmesi gibi. Ama, allahaşkına, Yaşar Kemal, Ara Güler, sadece bu iki olayla mı akla gelir, anılır?
Sahi, şu Patrik seçimi ne oldu? Türkiye’de adet olduğu üzere her koltuğa oturan tutkalla yapışıyor. Çünkü onlar o makama birşey katmıyorlar, öyle bir kaliteleri yok, o makamın, o koltuğun bahşettiği imkanlardan vazgeçemiyorlar. Biliyorlar ki bir bıraksalar koltuğu dımdızlak ortada kalacaklar.
Yazık ki ne yazık!