“Oruç tutarken ikiyüzlüler gibi surat asmayın.
Çünkü onlar oruç tuttukları bilinsin isterler.”
İsa Mesih
Paskalya’ya (Surp Zadig) kadar olan zamanda, dünyanın her yerindeki pek çok Hıristiyan gibi Ermeniler de inançlarını oruç (medz bahk) tutarak gösterecekler. Pek dindar olmadığım için, bir oburu en fazla zorlayacak olan bu dinî vecibeyi de yerine getirmiyorum. Bir tek, mevsimi gelmeden taze üzüm yememe orucuna uyuyorum. Üzüm orucunun ta Ana Tanrıça Anahit’e uzanan hikâyesi ve biraz da olsa şarap üreticilerinin işine yarıyor olması, bu âdeti göz ardı etmemi engelliyor.
Eski İstanbul’da, karnavallar ve eğlenceler sayesinde, şehirde herkesin haberi olurmuş orucun başladığından. Refik Halit’ten Sait Faik’e kadar pek çok yazar, yazılarında Rumların Apukarya’sından, Ermenilerin Pun Paregantan’ından bahsetmişler. En eğlenceli geçeni ve dolayısıyla en meşhur olanı, Tatavla Karnavalı’ymış. Venedik ve Rio’da yapılanlar da dahil olmak üzere, dünyanın meşhur karnavallarıyla aynı nedenle kutlanan bu karnavallar, 1941’de yasaklandığından beri hep içe kapalı cemaatlerin dernek binalarında ya da özel partilerde kutlanmış. Bu kutlamalarının amacı, oruç dönemine moralli girmek olmalı. Ne de olsa, inananlar aslında yedi hafta olan ama hep 40 gün sürdüğü söylenen bir süre boyunca, keyif verici pek çok şeyden feragat edecekler. İnancını yiyecek üzerinden göstermek yani oruç, tüm dinlerde var. Hıristiyanlık, Müslümanlık, Musevilik, Budizm, hatta çok tanrılı pagan dinlerinde bile... İlk insanların avcılık toplayıcılık yaptığı, yiyeceğin çok daha zor elde edildiği zamanlarda başladığına inanılıyor oruç geleneğinin. Güneşe tapanlarda (Ermenilerde ‘Arevortik’ dönem) tüm diğer âdetlerin tümü gibi oruç vakti de doğal olaylardan, ayın ve güneşin konumlarından yola çıkılarak belirleniyor.
Geçen yüzyıllarda, oruç, yılın diğer zamanlarını da etkilemiş. Hayvansal besinlerin tüketilmediği oruç sofralarından çıkan yemekler, hem lezzetleri, hem hafiflikleri ve de tabii ki, neredeyse tümünün alkollü içkilerle iyi gitmeleri nedeniyle, günlük sofralardan eksik edilmez olmuş. Zeytinyağının ‘içinde yüzen’ yalancı dolmalar, pilakiler ve hatta topik, bu sofralardan meyhane masalarına transfer olan lezzetlerden sadece bir açı.
Oruç döneminde hayvansal besinler tüketilmiyor ama haftasonları balık yelebiliyor. Herhalde, İsa Mesih’in mucizelerinde balığın önemli bir yeri olması nedeniyle, balığa daha doğrusu balıkseverlere bir kıyak geçilmiş. Balığın bu kadar lezzetli olduğu bir şehirde, orucu kolaylaştıran bir âdet bu. Zaten orucun son günü olan cumartesi de balık yemek âdettendir. Zadig, kalkan balığının en iyi olduğu döneme denk geldiği için, bulabilenler o gün kalkan pişirir. Gezgin Joseph de Tournefort, seyahatnamesinde İstanbul için, haklı olarak şöyle yazar: “Galata balık hali uzun bir sokaktır ve sokağın yanında dünyanın en güzel balıkları sergilenmektedir.” Yazarın söylediği gibi dünyanın en iyi balıklarına sahip olsak bile, iyisini bulup almak zor iştir. İyi balık, hem taze, hem de zamanında yenen balıktır.
Sarkis Seropyan, Türkiye tiyatrosunun en önemli bayrak taşıyıcılarından, tiyatro dergisi Kulis’i 50 yıl boyunca tek başına çıkaran Hagop Ayvaz’ın, ölümünden sonra Agos’a verilen arşivinden, İstanbul’un mevsimlere göre balıkları tasnif ettiği notunu bulmuş. Herkese rehberlik etmesi dileğiyle, Lutsika Dudu’nun balık takviminin sizinle paylaşıyorum.
Agop Ayvaz Arşivi’nden: Hangi ayda hangi balık?