Kar fırtınası önce vurur, sonra uyuşturur. O gün rüzgâra karşı ilerlemeye çalışırken çakıltaşı kılıklı kar taneleri yüzümü dağladı. Çağrışım tuhaf hadise. Hissettiğim acı, Ece Ayhan kıvamındaydı.
Buzun yakıcılığına benzediği için mi, sebepsiz ve tekinsiz geldiği için mi acı bilinmez, o anın hissi onun şiiriydi. Başımı kaldırıp göğe baktım. Okuma parçası bir kentin üstünde kara güvercinler uçuşuyordu. Fazla beyaz her şey siyah görünür. Kar taneleri karaydı, rüzgâra inat uçmaya çalışan kuşlar kara.
Sebepsiz ve tekinsiz gelenlere gafil avlanır insan. Vapur tipide ağır ağır yol alırken, adını koyamadığım bir his yumağı çözülüp sicim gibi aktı gözlerimden. Gözyaşı tuzlu sıcak. Tuzu kuru olmayanların yüzü, çaresiz hep biraz tuzlu kalacak. Bu noktada tam da o şahane soruyu patlatmanın zamanı: “Duygularınızı alabilir miyiz?” Cinnet geçirirken sağa sola fırlatılan eşyalar misali soranın yüzüne atıvermek isterim duygularımı. Sonra fırlatıp atamadığım kendimle birbaşına saatler başlar. Öfkeli bir keder, kederli bir umut, umutlu bir hüsrandır içimdeki. Bu ve daha fazlasıdır. O yüzden ya zaten kimse aramasın birbirini/geçerken belirli bir denizi...
Gün ortası ıssızlığı zor, kendine rağmen devam etmen gerekir. Çünkü kimse durmaz sen durdun diye. Sağ kalmışsan yola koyulmanın vaktidir. İçimde açık bırakılmış bir radyo var sanki. Kaçtıklarımı fısıldar. Anlarım ki, o sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey/incecik melankolisiymiş yalnızlığının
Buralarda hayat bir tek sana ait değildir. Siyasi gerilimler, faili meçhuller, cinayetler, kırımlar, adaletsizliğe mahkûm edilen davalar sürekli araya girer. Araya girmek ne kelime. Kendine insan diyeceksen, asıl onlar ağırlığını koyar da hayatına, sen sanki kaçamak olarak yaşarsın özelini. Ayıpmış gibi.
Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar itinayla katledilir bu topraklarda. O ki sordurulmayan soruları yüksek sesle dillendirmeye cesaret etmişlerdir. O ki Devlet dersinde öldürülen çocuklar ülkesi olmaya devam etmektedir buralar. O ki coğrafya, insanlığın toprak üzerindeki alın yazısıdır. Sordurulmayan soruların yanıtı bu çocuklarda saklıdır. Ve annelerin içinde korlar harlanır.
O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik/Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:/Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler Çocuğu herhangi biri olmayı beceremeyen anaların yüreği dağlanır. Öne çıkanların. Göze batanların. Düzende yeri olmayan, dişliye çomak sokan evlatların emeğini eline verirler. Cemal Süreya’ya selam çakıp da hayatlarına bir şekilde kastedenlere “üstü kalsın” diyecek çocuklardır bunlar. Analara kalansa hep bir “ah”tır. Ah alan toprak iflah mı olur...
Matruşka kıyımlar diyarında her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır. Her kuşak kendinden öncekinin kayda geçilmemiş tarihini yüklenir, çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderir. Kalıba sığmayanları zarfa sığmayan kuşlarla uğurlar düşdaşları. Okul ise kaldığı yerden devam eder çalıştırmaya öğütücü tornasını.
Şaka gibi ama Milli Eğitim Bakanlığı geçtiğimiz sene Ece Ayhan’ın Meçhul Öğrenci Anıtı şiirini anayasaya aykırı bulup sansürlemişti. Düzene, erke, tahakküme aykırı şiire bundan daha büyük devlet iltifatı mı olurdu? Pembe Konağı bir yağmur alır, tüm iktidar ayaktadır. Kim yazmıştır? Vişneçürüğü ve mor külhani şiirler, unutturulmaya çalışılan ne varsa hepsinin kaydını tutacaktır.
Ya babalar. Zalim ‘devlet baba’ onlara ne eder? Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor/Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:/Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım. Oyuncak umuttur, çünkü hayali tetikler. Hakikatin kimi zaman paslı ve ağır kapısını gıcırtıyla aralar. Sonra oyuncağı değil çocuğu alırlar bir babanın, bir ananın elinden. Kimsenin oyuncağı olmak istemeyen çocuğu bırakmazlar oynasın diye hayatta.
O soru ortalık yerde durur hâlâ: Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi? Gülecekler elbette, hem de inadına. Zaten sadece cana değil, o gülüşe de kastederler. Delik açıp da göğüs kafesinde, çocuklardan ve çocukluklarına sahip çıkanlardan hayatı çalmaya yeltenirler. Gel gör ki, gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzler birbirini gözünden tanır. Ve birbirine uzattığı ellerle çoğalır.
Tipi nefesimi kesti. Derken şehir küçüldü sanki. İnsanlar birbirini ezdi. Anı artık bugündeydi. Hayal de. Unutturmaya çalıştıkları kendime sarıldım sıkı sıkı. Ve deli gibi bağırdım.
Yort savul, yort savul, yort savul.