Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümü anmasını 23-25 Nisan tarihleri olarak açıklaması ve tam da soykırımın 100. Yıldönümünde Ermenistan Cumhurbaşkanı’nı Çanakkale anmaları için Türkiye’ye davet etmesi büyük bir polemiğe yol açtı. Birbirine karşıt olarak sunulmaya çalışılan Çanakkale ve soykırım anmaları ekseninde, Hamburg Üniversitesi’nden Doçent İşhan Çiftçiyan’ın farklı kaynaklardan derlediği Osmanlı ordusundaki Ermeni subayların öykülerini sunuyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı, ülkesinin bu yıl 23-25 Nisan tarihlerinde Çanakkale savaşının kurbanlarını yüksek düzeyde bir protokolle anacaklarını resmen ilan etti. Bu savaşta yaşamını yitiren İngiliz, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerin aileleri, anma törenine şeref konukları olarak katılacak. Gerçi bu yıl anma etkinliği anlaşılmaz ya da çok kolay anlaşılır bir şekilde 18 Mart’tan 24 Nisanı da kapsayacak şekilde 23-25 Nisan tarihlerine taşındı, ama olsun.
Türkiye’nin uluslararası topluma yönelik resmi mesajı, bu anma vesilesiyle Ermeni soykırımının acısıyla yarışma isteğini ifade ediyor. Karşıt edebiyat, karşıt tarih ve bunlara bağlı olarak da karşıt hafıza. Bir yenilik yok burada.
Bir yanda Türkler, diğer yanda İngilizler, Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar. Geçmişte birbirine karşı, şimdi ise yan yana konumlanmış bu iki unsurun dışında biz Ermenilerin de dahil olabileceği üçüncü bir unsur var mı? Bu aşamada anımsatmalıyız ki Ermeni tarafı Çanakkale zaferinin ardından coşkusunu çok yüksek perdeden haykırmıştı. Dönemin basını buna tanıklık etmektedir. İzmir’de yayınlanan “Taşink” adlı siyasi gazetenin köşe yazarı 1915’te şöyle yazıyordu: “Böylesi bir zafer için her devlet can atar. Dünyada bir kalenin beş saat içerisinde en güçlü birliklerini yarı yarıya yok etmesi ve savaşma gücüne ortadan kaldırması görülmüş şey değil, savaş tarihi içinde ordularımız ilk kez böyle bir başarı elde etti. Haberi aldığımızda gazete ofisini bayraklarla donattık. Acaba Avusturyalılar ve İngilizler de bizim kadar sevindiler mi bu zafere?..”
Biz de bu üçüncü tarafın katmanlarına değinmek istiyoruz. Bu konuda aslen Bitlisli Boğos Bey Kaçperuni’nin büyük oğlu, küçük yaşlardan itibaren İstanbul’a gelip burada eğitim görmüş olan Mesrop Kaçperuni’nin hayat hikâyesine bakacağız.
Anne babası, ailesi akrabaları ve hemşerileri kıyıma uğrayan Mesrop Kaçperuni, bir asker olarak bu durumu kabul edemedi ve Enver Paşa’ya hitaben kaleme aldığı mektubunda “Anavatanın kurtuluşu için bize bel bağlanıyor. Peki ana-babalarımızın hayatı, namusu ve malının, mülkünün korunması konusunda, uğruna savaştığımız devlete değilse, biz kime bel bağlayacağız” diye yazdı.
Enver Paşa’ya isyan
Mesrop Kaçperuni, askeri akademiden mezun olmuştu ve yedeklerin eğitimini üstlenmişti. Piyade bölüğünde Çanakkale Savaşı’na katıldı ve gösterdiği cesaretten ötürü ödüllendirildi. Burada akciğerinden yaralandı ve koma halinde hastaneye götürüldü. Ardından İstanbul’da üç ay süren bir tedaviye maruz kaldı. Taşradaki Ermenilerin katlini de bu süreçte öğrendi. Anne babası, ailesi akrabaları ve hemşerileri kıyıma uğramıştı. Bir asker olarak bu durumu kabul edemedi ve Enver Paşa’ya hitaben kaleme aldığı mektubunda “Anavatanın kurtuluşu için bize bel bağlanıyor. Peki ana-babalarımızın hayatı, namusu ve malının, mülkünün korunması konusunda, uğruna savaştığımız devlete değilse, biz kime bel bağlayacağız” diye yazdı.
Bu mektuba cevap olarak İstanbul’dan uzaklaştırılarak Sivas’a gönderildi. Dönemin Sivas Valisi Muammer’in faaliyetlerini anlayabilmek için Garabet Kapikyan’ın tanıklıklarına bakmak gerekir:
“Kaçperuni, Haydarpaşa’dan memleketine doğru yola çıktı. Kendisini yolcu etmeye gelenler arasında asker arkadaşları, sözlüsü ve onun ailesi bulunmaktaydı. Ne de olsa bilinmeze doğru bir yolculuğa çıkıyordu. Sivas’a ulaşarak görevine başladı. Katliamın izlerini görünce intikam duygularıyla dolu olarak 12 arkadaşıyla birlikte dağa çıktı.
Birkaç hafta boyunca Sivas’ta dehşet saçtıktan sonra Rus-Türk cephesini aşarak Kafkasya’ya yöneldi. Bu esnada Rus ordusu Erzincan’ı işgal etmişti. Türk ordusunun komutanı Vehip Paşa karargahını Suşehri’ne kurmuştu. Kaçperuni Suşehrin’den cepheye ulaşmalıydı ama bölgenin stratejik konumunu bilmiyordu. Gündüzleri saklanarak geceleri ilerleyerek yol aldılar. Ancak Türk askerleri tarafından fark edildiklerinden çatışma kaçınılmaz oldu ve şehit düştüler.”
Asker ve devleti
Bu örnekte gördüğümüz şey, bir Osmanlı ordusu subayının kendi devletinin uyguladığı kırıma tanık olarak saf değiştirmesidir. Osmanlı ordusundaki bütün Ermeni subay ve askerlerin Osmanlı ordusuna sonuna kadar sadık kaldıklarını iddia etmek saflık olacak. Türk ordusuna hizmet eden ve Çanakkale’de savaşan Ermeni askerler de vardı, yapılanlara hem sözlü hem de fiili olarak karşı gelen Ermeni askerler de.
Askere alınanların çoğu henüz acemi asker konumundayken zorunlu ameleliğe tabi tutuldu ve orada öldürüldü. Şüphesiz ki pek çoğu Çanakkale Savaşı’na katıldı. Yine şüphesiz ki pek çoğu da ‘vatana ihanet’ ederek Rus cephesine geçti. Ancak bunların hiçbiri bir halka ve onunla birlikte tüm insanlığa yönelmiş olan cinayetlere gerekçe olamaz ve biz bunun adını soykırım olarak koymaktan usanmayacağız.
Önce Çanakkale ardından Süveyş cephesine gönderilen Mikael Kuyumcuyan’ın eşi ve çocukları da kendisi askerdeyken çöle gönderildi. Savaştan sonra eve dönüş yolunda Rumkale’de 200 kadar Müslümanlaştırılmış Ermeni kadına rastlayan Kuyumcuyan, onları kurtarmak için mücadele verdi.
Uzanan el
Bu noktada Zeytunlu bir askeri de anmadan edemeyeceğim. Bursa’daki ipekçilik okulundan mezun olan, önce Çanakkale ardından Süveyş cephesine gönderilen Mikael Kuyumcuyan’ın (1880-1954) eşi ve çocukları da kendisi askerdeyken çöle gönderildi. Savaştan sonra eve dönüş yolunda Rumkale’de 200 kadar Müslümanlaştırılmış Ermeni kadına rastlayan Kuyumcuyan, onları kurtarmak için mücadele verdi. Ardından kuşatma altındaki memleketi Zeytun’dan Halep’e geçerek oradaki göçmenlerin hayatının yeniden düzenlenmesi çalışmalarında çok önemli rol oynadı. Meydan bölgesinin arazilerinin satın alınması ve Zeytunlu ailelerin oraya yerleştirilmesi faaliyetlerine yardımcı oldu.
Kapigyan’ın tanıklığına göre Sivas’tan tehcir edilen son kafile Aramyan Okulu’nun da bulunduğu bölgeden, Karatoprak mahallesinin halkından oluşuyordu. Kafile Sivas’ın güneydoğusunda, Malatya’nın kuzeyinde bulunan ve daha önceki kafilelerin de uğrak yeri olan Hasançelebi’ye ulaştı. Gruptaki 300 kadar erkek hapishaneye ve ahıra tıkıldı. Birkaç saat sonra müdür onları çağırarak daha önce buradan geçen bütün kafilelerin erkeklerinin kendilerine ulaşan ‘irade’ uyarınca ve Şeyhülislam’ın fetvası gereği katledildiklerini buyurdu. “Siz de aynı akıbete uğrayacaktınız, ancak Sultan’dan af geldi, öldürülmeyeceksiniz. Gidin Padişah efendimizin duacısı olun. Sadece kafileden iki kişi seçin, gelip beni görsünler.” Kafile adına temsilci olarak Avedis Ağa Aginyan ve avukat Dimeteos Taşçıyan görüşmeye gitti. İkisi de hapsedilip aynı gece idam edildi. Diğerleri serbest bırakıldı.
Kurtarıcının ailesi
Sarıkamış’ta Avedis Ağa Aginyan’ın yaşadıklarını Kapigyan şöyle kayda geçiyor: “Avedis Aginyan tanınmış bir boyacı ve kendi halinde bir aile babasıydı. Sınırlı bir eğitim almıştı ama sağduyu sahibi bir adamdı. Sivas’taki yerel mecliste temsilciydi. Oğlu Hovhannes Aginyan, Sivas’taki Aramyan Okulu’ndan mezun olmuştu. Meşrutiyet ilan edilince İstanbul’a gitti ve devletin askeri okuluna kaydoldu. Okulun ilk Ermeni subaylarındandı. Balkan Savaşı’nda yaralandı. Cihan Harbi’nde Erzurum’da Kafkasya cephesindeydi. Sarıkamış’ta Enver Paşa’nın basiretsizliği sonucunda ağır bir yenilgiye uğrayan orduda 4000 Türk askeri yarı bellerine kadar karın içinde dondu. Enver’in Rusların eline düşmesi an meselesiydi. İşte o noktada subay Hovhannes, Türk ordusunu kısmen de olsa kurtarıp ve Enver’i esir düşmekten kurtardı. Enver Paşa Erzurum’a dönüşünde Sivas’ta, Konya’da ve İstanbul’da subay Hovhannes’e ve Ermeni askerlerin fedakâr davranışlarına övgüler dizdi. Ancak bu fedakâr subayın hizmetlerinin karşılığı da ailesinin tehciri ve babası Avedis Ağa’nın Hasançelebi’de katledilmesi oldu. Suruç’a ulaştığımızda bu kalabalık aileden birkaç iskelet kalmıştı orada sadece. Diğerleri yolda ölmüşler ya da kaybolmuşlardı. Suruç’ta kaymakam Sivas kafilelerinde Avedis Ağa’yı ya da onun ailesinden hayatta kalan birilerini aramaktaydı. Sonradan öğrendik ki Enver Paşa tebrik ve teşekkür yazısı hazırlamış. İmparator’un tuğrasını taşıyan bu mektubu Sivas’ta subay Hovhannes’in ailesine vermek istemişler. Ama tehcir edildiklerini duyunca Suruç’a kadar aileyi aramışlar. Manzarayı tamamlamak için şunu da ekleyelim. Türkler Ruslara karşı savaşa koştukları sıra, subay Hovhannes’in annesi İstanbul’dan Sivas’a dönerken Karadeniz’de Rusların eline düştü ve orada kayboldu.”
Kapigyan meseleyi o kadar canlı anlatmış ki, biz bir nokta koyup geçelim. Ama son söz olarak şunu da ekleyeyim ki Çanakkale’den Sivas’a ve Sarıkamış’a bir savaşın 100 yıllık hafızasından soykırımın 100 yıllık inkârına karşı söyleyecek bir şey yok. Bunların cevabı Kaçperuni’dir, Kuyumcuyan’dır, Aginyan’dır. Sadece onlar mı?..
Kaynaklar:
“Düşmanın itirafı ”, Taşink milli ve siyasi günlük gazete, İzmir, 11/24 Mart 1915 Cumartesi.
M. Avedyan, Ermeni Milli Kurtuluş Hareketinin 50 Yılı (1870-1920) ve Antranik Paşa, Paris, 1954.
Khoren Tavityan, Hayatımın Kitabı, Beyrut, 1967.