Devletin toplum üzerine heyula gibi çöktüğü, buna itiraz edip sokağa çıkanların eskisinde de yenisinde de ‘rejim düşmanı’ olarak kodlandığı, işbu devletin kendini ‘korumak’ için, yancılarıyla birlite, gecenin bir vakti tek başına bir çocuğu karanlıkta kıstırıp tekmeleyerek öldüresiye dövdüğü, sonra “Darbe yapacaklardı” diye kendini savunduğu, bütün bunların sonucunda sanıkların hafif cezalar alabildiği bir ülkedir, yurdumuz.
“Devleti değiştiriyoruz” diye yola çıkanların benzer beterlikte bir rejim kurduğu, üstelik rejimin sahiplerinin hiçbir şeyden sorumlu olmadığı, her zaman “Darbe oluyordu” diyerek sorumluluğu birilerinin üzerine yıkabildiği bir ülkedir yurdumuz.
Bu “Darbe oluyordu” meselesinde işaret edilenlerin duruma göre rejimin müttefiki de olabildiği bir ülkedir. Eski darbecilerin yeterince işe yaradıklarına kanaat getirildikten sonra sahneden indirilip seyircilerin arasına, ön sıraya geçip yeni oyunu izleyebildiği bir ülke. Eski darbecileri hapse atanların ise, ellerini yanlış oynayınca kendilerini hapiste ve rejim düşmanı olarak buldukları...
Ama bunların, nihayetinde bir devlet içi vuruşma olup, canlarını kaybedenlerin, sakat kalanların, kendilerinden, arkadaşlarından başka güvenecek kimsesi olmayan, daha iyi bir ülke özleyen, kendi halinde insanlar olduğu... Bu kişileri vuranların ise rejimin sahibi kim olursa olsun korunup kollandığı...
Son yılların en büyük organize yolsuzluğuna imza attıkları yönünde güçlü deliller olan bakanların ‘milli irade’ ile aklandıkları, aklandıklarını zannettikleri bir ülkedir, yurdumuz. Bunun da gerekçesi “Darbe oluyordu”dur, üstelik. “Darbe oluyordu”nun her türlü kiri örtebildiği, örttüğünün zannedildiği bir ülkedir memleketimiz.
Batı’dan çok uzaklarda, Doğu’da bir yerlerde çocukların peş peşe öldüğü bir ülkedir. Daha doğrusu, devlet tarafından öldürüldüğü. Bu çocukların öldüğü kente atanan emniyet müdürünün, bir Ermeni gazetecinin öldürülmesi davasında şüpheli olduğu bir ülke. Çocuklar öldükten sonra o eski dava yüzünden tutuklandığı bir ülke. Tam da o Ermeni gazetecinin ölüm yıldönümünde.
Devletin polislerinin, çocukların öldürüldüğü kentlerde sokaklara patlayıcı madde attığı, bunun rejim tarafından itiraf edilmek zorunda kalındığı bir ülkedir, yurdumuz. Nerede bir kir, pas varsa içinden devletin çıktığı, nedense bunun bir türlü değişmediği, değişecek gibi görünmediği, buna rağmen devletin değil her zaman toplumun suçlu olduğu bir ülkedir. Toplumun büyükçe bir kısmının da bunu kabul ettiği, suçlu suçlu yaşamayı sevdiği, hıncını kadınlardan, kendinden güçsüz gördüğü topluluklardan aldığı bir ülkedir keza.
Ermeni gazeteci demiştik. O Ermeni gazetecinin gerçek katillerinin bulunması için sekiz yıldır hiçbir şey yapılmayan, şimdilerde atılan adımların priminin ise yine bu hiçbir şey yapmayanların hanesine yazılmasının istendiği bir ülkedir.
Bu cinayette adı geçenlerin hepsinin terfi aldığı, bakan, vali, istihbarat müdürü oldukları, bunun niyeyse hiç sorgulanmadığı bir ülke. O gazeteciyi hedef haline getiren yargı kararlarına imza atanların da birer birer terfi aldığı, hatta birinin Ombudsman olabildiği bir ülkedir, yurdumuz.
O gazeteciyi hedef haline getiren milliyetçi odaklardan birinin şimdilerde rejimin yakın dostu haline geldiği bir ülkedir. Bu odak, ‘1915 olayları’ ile ilgili davada bir nevi devleti, rejimi temsil edecektir.
Konu açılmışken; rejimin böylesi büyük bir trajedide hem kaş yapmayı, hem göz çıkarmayı becerebildiği bir ülkedir, yurdumuz. Birlikte değil de ayrı ayrı yapabildiği.
Mesela o büyük trajediyi anma günü olan 24 Nisan’da Ermenistan Cumhurbaşkanı’nı –tarihi değiştirilmiş bir– Çanakkale Savaşı’nı anma gününe çağırabilen bir ülkedir. Bir önceki yıl taziye mesajı yayımlamışken. Ve böylesi münasebetsiz bir davetten sonra bu kez de Hrant Dink için yayımladıkları mesajda “Karşılıklı güven ve işbirliği anlayışını geliştirmemiz; 800 yıllık ortak tarihimizin ışığında birbirimizi yeniden tanımamız; insani ilişkiler içinde olmamız elzemdir” denen bir ülke.
Şunu demek mümkündür: Böyle bir konuda hem kaş yapmayı, hem göz çıkarmayı, bunların ikisini de aynı anda ama ayrı ayrı yapabilmeyi kendine hak gören, bunu rahatlıkla yapabilen, dolayısıyla tarifi zor bir kibrin içinden hareket eden bir rejime sahip bir ülkedir, yurdumuz.
Şunu demek de mümkündür: 1915 meselesinde rejim nasıl ki hem kaş yapmayı hem göz çıkarmayı kendine hak görebiliyorsa, böylesi bir münasebetsizlik içinde hareket edebiliyorsa, ve bu pervasızlığın beğenilmesi isteniyor, itiraz edenler “anlayışsızlar” olarak yaftalanıyorsa, ve bu aslında nasıl ki ayrı bir kibrin göstergesiyse, Hrant Dink cinayeti davasında da rejimin yeni senaryosunun itirazsız kabul edilmesinin istendiği bir ülkedir, yurdumuz. “Tablo sadece sizin sunduğunuz gibi değil, bu cinayet daha geniş bir mutabakatla işlendi” diyenlere, “Hayır, sadece Cemaat diyeceksin” tazyiklerinin yapıldığı bir ülkedir. Ki bu tazyiki yapanlar, üç-dört yıl önce, cinayetten eski devleti, Ergenekon’u sorumlu görenlerdir. Tazyik yaptıkları ise, en baştan beri Cemaat’e yakın polisleri de zaten tablonun içinde sayanlar ve öyle sunanlar.
Onlar fikir değiştirebilir. Tam tersi şeyler de söyleyebilirler. Bu hak, bu imtiyaz onlarındır. Rejim hangi makamı çalıyorsa, o makamdan şarkı söyleyeceklerdir. Bunda bir gariplik, bir tutarsızlık görmeyeceklerdir. Çok sıkıştıklarında yine rejime bakacaklar, rejim “Kullanıldık” diyorsa onlar da öyle diyeceklerdir. Rejim için kim düşmanda onlar için de o düşman olacaktır. Bu kâh Ergenekon, kâh Kürt siyasi hareketi, kâh Cemaat olacaktır.
Daha üç yıl önce, o zamanlar rejimin ortağı olan Cemaat’in çizdiği siyaset gereği Kürt siyasetini hedef tahtasına oturtmalarında bir sorun olmayacaktır, mesela.
Dolayısıyla –görünürdeki, kamuoyunu şekillendirme konumundaki– münevveri de Osmanlı münevverinden ileri gidemeyen, tüm dikkatini saray içi dengelere vermiş, oradaki dengelere göre hareket etmenin en büyük beceri sayıldığı bir ülkedir, yurdumuz.