“İnsan sadece ekmekle yaşamaz”
İsa Mesih
Sadece ekmeğe ya da yiyeceğe değil açlığımız. Uzun zamandır, bu ülkenin ruhu aç. Asırları devirmiş, cezasız kalan suçlar yüzünden; her sağanak yağışta, her yol inşaatında ortaya çıkan, kimi 100, kimi 20 yıllık toplu mezarlar yüzünden aç. Açlığımız, ekmeğe değil adalete. Bu nedenle, bu haftaki konumuz yemek değil.
Herkesin hayatından geçen, kimsenin unutamadığı, ortak büyük olaylar vardır. 1999 depremi, 11 Eylül saldırıları gibi olayları ilk duyduğun, hissettiğin ânı hep hatırlarsın. Biraz daha yaşlı olsam, belki 12 Eylül sabahı darbeye uyanmayı falan da hatırlardım. Memleketin cilvesi; öyle büyük, hemen hatırlanacak, iyi bir olay gelmiyor aklıma.
Bizim jenerasyonda, pek çok kişinin unutamadığı bu ortak noktalardan biri oldu, Hrant Dink’in vurulması. Arkadaşlarımla, defalarca, “Sen ne yapıyordun ilk duyduğunda?” sohbetleri yaptık. Sonra “Ne hissettin?” sorusu geldi. Ben dahil, etrafımdaki neredeyse herkes aynı hisle dolmuştu önceleri: Şaşkınlık.
Çünkü mamalarımız aralarında konuşurlardı, televizyonda her gördüklerinde “Bir işler başına gelecek bu adamın” derlerdi; biz ise hiç ihtimal vermez, “Artık devir değişti, olmaz öyle şeyler” derdik.
Fakat her zamanki gibi, yine mamalar haklı çıkmıştı.
İlk şaşkınlık ânından sonra, çok kısa bir süre içinde, hepimizin içine, korku ya da başka bir şey değil, kapkara bir öfke oturdu.
Önce, bunun dünyanın birçok başka yerinde de olabilecek bir şey olduğunu falan düşünmeye çalıştık. Manyağın biri çıkmış, John Lennon’ı bile vurmuştu mesela, üstelik sadece ünlü olmak için... Bunu da manyağın biri çıkıp yapmış olabilirdi.
Sonra, içimizi çok acıtan başka şeyler gördük. Bayrak önünde katille poz veren polisler, beyaz bereli taraftarlar, Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmuş bir dava, suça bulaşan tüm devlet memurlarının terfi alması, ve daha pek çok şey.
O gün korkmamış olanlar, bu son günlerde olanları gördükçe, memleketin sürüklendiği durumdan, en hafif tabiriyle ‘bir güvercin tedirginliği’ne kapılmıştır herhalde.
Şimdi eski işbirlikçileriyle araları bozuldu diye onları kollamayı bıraktıklarından dolayı işin içinde olan devlet memurları gözaltına alınabiliyor diye memnun olacak değiliz. Yarın araları düzelirse, aynı kirli çorapların başkalarının başına örülüp örülmeyeceğini kim garanti edebilir ki?
Onun için, adalet istemeliyiz. Pazarlıklara, içinde bulunduğumuz narin durumlara falan bakmadan, sadece adalet istemeliyiz. Çünkü biliyoruz ki, eğer bir suçla yüzleşmezsen, adaleti sağlamazsan, o suç, etrafındaki her şeyi kirleten, devasa bir kötülük haline gelir. Suç ve kötülük bulaşıcıdır. İster 100 sene önce işlenmiş olsun, ister sekiz...
Temiz kalabilmek için adalet istemeliyiz, yoksa biz de kirleneceğiz.