Geçen hafta şampanya köpüğünden bahsettik ama köpüren, keyif verici tek madde şampanya değil ki... Geçen haftaki bol köpüklü seneler dileğinin altını çizmek için, köpüğüyle ünlü birayı da hatırlayalım.
Artık bolca ithal biranın geldiği memlekette pek çok kalburüstü birayı bulabiliyoruz. Örneğin, yüksek alkolünden dolayı ‘barley wine’ (arpa şarabı) denen biraların yıllananları, okyanus ötesinden gelip raflardaki yerlerini almaya başladı. Bira severlerin hep ayrı bir yere koyduğu Guinness de öyle...
31 Aralık gecesinin, Guiness birasını sevenler için özel bir önemi var; yeni yılın ilk yazılarından birinde, ondan bahsetmemek olmaz. Guinness birasının kurucusu Arthur Guinness, 31 Aralık 1759’da, Dublin’deki St. James Gate semtinde eski bir birahaneyi kiralayıp, belki de dünyanın en efsanevi biralarından birinin temellerini atmış.
Lezzeti kadar efsanesi de, Guinness’i keyifli bir içki haline getiriyor. Eskilerin ‘sıvı ekmek’ dedikleri, tok, yoğun ve gövdeli bir bira; ‘stout’ cinsi, siyah ve çok yoğun lezzetli bir iksir. Renginden dolayı, ‘zift’, ‘petrol’ gibi lakaplar da takılmış bu biraya. İçinde karbondioksit gazı olmadığından pek şişkinlik yapmasa da, gaz yapmadan da karnı epey şişirebilecek besleyicilikte bir bira.
Karbondioksit gazı olmadığı için, ‘draft’ denen fıçıdan musluğa doldurma işlemi iki dakikayı buluyor. İşinin ehli barmenler, biranın üzerini kaplayan köpüğü, dört yapraklı yonca ya da yıldız şekliyle süsleyerek servis ediyorlar.
Kutuda da, köpüğünü muhafaza ederek satılabilmesi için, ‘widget’ adını verdikleri, biranın köpürmesini sağlayan bir minik nitrojen topu keşfetmişler. Her kutunun içinde, ses çıkaran bu toptan var.
Biranın köpürmesi çok önemli bir mevzu, ama bizde nedense köpüksüz bira daha çok istenir. Bu, bira servisi için çok yanlış bir hareket. İster Guinness gibi, ‘köpük’ değil ‘krema’ olarak adlandırılan cinsten olsun, ister herhangi bir biranın beyaz köpüğü olsun, bu köpük, biranın üzerini kapayıp okside olmasını engelliyor ve taze kalmasını sağlıyor.
Guinness’in bu kadar tanınmış ve sevilen bir bira olmasının belki de en önemli nedeni, bulunduğu coğrafya. Bir milyon nüfuslu bir şehir olan Dublin’de yedi bin ‘pub’ yani birahane bulunuyor. Bizdeki kahve gibi, pub’lar bu şehrin hayatının önemli parçalarından. Guinness’in en az birası kadar ünlü olan rekorlar kitabı da, 1950’de, bu pub’lardaki bitmez tükenmez iddialara cevap verecek bir rehber olarak çıkarılmaya başlamış.
Rekorlar kitabına girmeyi hak edenlerden biri de, Arthur Guinness. Fabrikayı kurmak için, su kanallarına yakın olan St. James Gate’teki eski birahaneyi, 1756 senesinin 31. Günü, tam dokuz bin yıllığına kiralamış. Yapılmış en uzun vadeli kira anlaşmalarından biridir herhalde.
Bu biraya düşkün olanlar, gerçek biranın sadece Guinness olduğunu iddia ederler. Müthiş reklamlar ve hikâyelerle biraz da şişirilmiş olan bu markanın fıkrasıyla bitirelim yazıyı: Dünya biracılar konferansı düzenleniyormuş, bütün bira firmalarının sahipleri toplanmışlar. Öğle yemeği vakti geldiğinde büyük bira üreticileri aynı masada oturup yemek siparişi vermeye başlamışlar. Sıra içeceklere geldiğinde herkes kendi ürettiği birayı sipariş etmiş. Sıra Arthur Guinness’e gelince, beyefendi demiş ki “E madem kimse bira içmiyor, ben de bir soda alayım.”