Murat Bardakçı’nın, geçen hafta Agos’un manşetten verdiği ‘1915'in belgesini sümen altı etmişler’ başlıklı haberiyle ilgili yazısına cevap veriyor ve söyleşinin ilgili kısmının, Murat Bardakçı’nın onayından geçmiş deşifresini yayımlıyoruz.
Agos’un bu haftaki manşet haberi olan ve Murat Bardakçı’yla yapılan söyleşiye dayanan ‘1915’in belgesini sümen altı etmişler’ haberinin ardından Bardakçı, Habertürk’ün internet sitesinden ‘AGOS'tan "Amot" yani "Ayıp"!’ yazısını yayımladı. Söz konusu yazıda, Bardakçı, Agos’u yapılan söyleşinin tamamını yayımlamamak ve söylediklerini bambaşka hale getirmekle suçladı ve Agos’un söyleşiyi yayımlamaktan çekindiğini belirtti. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Bardakçı’nın bu iddiaları en hafif tabiriyle dayanaksızdır.
Bardakçı’yla yapılan söyleşi, yüze yüze yapılmış ve sarf ettiği cümlelerdeki olası bir yanlış anlama ihtimaline karşın gerekli görebileceği düzeltileri yapması için kendisine yollanmıştır. Kendisinden alınan onayın ardından, verilen editoryal karar çerçevesinde, Bardakçı’nın bahsedilen habere konu olan sözleri önemli görülerek ön plana çıkarılmış ve haberleştirilmiştir. Nitekim tüm söyleşilerde olduğu gibi bu söyleşide de söyleşinin nasıl ve ne kadarının yayımlanacağı kararı, gazetemize aittir. Aynı şekilde, manşet cümlesinde yer alan ifadeler de tırnak işareti içine alınmadığı sürece gazetenin sözü ve yorumudur, dolayısıyla Bardakçı’nın konu üzerine sarf ettiği ifadelerin yansıtmak gibi bir amacı yoktur.
Aynı zamanda, Bardakçı’nın iddialarının aksine, söz konusu haberin içeriğini oluşturan ve Bardakçı’ya atfedilen sözlerin tamamı, kendisinin de yayımladığı tam metinde görülebileceği gibi Bardakçı’nın ağzından çıkmış ve kendisi tarafından yayımlanması için onaylanmıştır. Bardakçı, haberde aynen yer aldığı üzere, 1915’e ait sevk defterlerinin bir Türk Tarih Kurumu (TTK) yetkilisi tarafından arşivlerden alınarak başka bir kurumun arşivine saklandığını açıkça ifade etmiş ve emval-i metruke defterlerinin de sevk defterleriyle birlikte olduğunu tahmin etmekte olduğunu belirtmiştir. Bardakçı’nın habere konu olan sözleri, söyleşide şu şekilde yer almıştır:
Şimdiye gelirsek, artık Türkiye’nin bu konudaki tezi, tarihçilerin bu işin ismini koyması yönünde. Bu anlamda da, arşivlerin açık olduğu söyleniyor. Sizce Türkiye arşivlerinin durumu nedir?
Bu iş arşiv meselesi değil artık, o dönem geçti. Artık tek kişinin burnu bile kanamadı diye bir belge dahi bulsanız, işe yaramaz. Arşivlerin durumuna gelecek olursak, arşivlerde resmen yasaklanmış belge yoktur. Ama bazı işgüzar yöneticiler, bazı belgeleri sakladılar. Bu belgelerden en önemlisi, sevk defterleridir. Sevk defterleri, buradan gönderilen kafilenin vardığı yere kaç kişi olarak ulaştığına dair tutulan liste anlamına gelir. Bir kısmı savaş döneminde olunduğundan arşive ulaşmamış, ancak var olan kısmına da devlet arşivlerinde ulaşılamıyor. Bu, resmi emirle yapılmadı, bireysel işgüzarlık. O yönetim değiştikten sonra, yenisinin bu evrakların nerede olduğundan haberi bile yok.
Şu anda nerede olduklarını biliyor muyuz?
Devlet arşivinde ama başka kurumlarda başka kalemlerde.
Kim yaptı peki bunu?
Türk Tarih Kurumu’ndan üst düzey bazı yetkililer.
Emval-ı Metruke’yle ilgili belgeler de aynı akıbete mi uğradı?
Bu konuda sadece tahminim var. Çok bir şey çıkacağını sanmıyorum, zaten bazı yerleri de bulamazsınız. Yanmıştır, kaybolmuştur savaş döneminde. Ancak var olanlar da sevk defterlerinin içindedir. Aranırsa bulunur.
Gizlenmişse nasıl bulunsun?
Türkiye’nin en büyük şansı, soykırım diyen hiçbir tarihçi bizim arşiv sistemimizi iyi bilmiyor. Arşivdeki tasnife göre, belge hangi kaleme aitse, onun numarasından tüm belge silsilesini görebilirsiniz. Arşive gitsinler, yapabiliyorlarsa bu numaraları takip etsinler, eğer eksik çıkarsa, o zaman sorsunlar ve yaygara koparsınlar.
Bunun yanı sıra, Bardakçı’nın “ağzından çıkmadığını” söylediği Kağıthane sözcüğü, söz konusu haberde zaten onun sözüymüş gibi verilmemiş ve sadece habere giriş cümlesi olarak kullanılmıştır. Aynı şekilde, Bardakçı’nın, haber için görüşüne başvurulan Prof. Taner Akçam’la tamamen farklı düşünmesinini dahi Agos’un söylediklerini çarpıtması olarak nitelemesi kabul edilemezdir. 1915’i soykırım olarak nitelemediği bilinen Bardakçı’nın ölümlerden bahsederken kullandığı ifade ile Prof. Akçam’ın kullandığı ifadelerin birbirinden farklı olması kelimenin tam anlamıyla gayet doğaldır. Bu çerçevede, Bardakçı’nın bu konuda söyleyeceklerinin temel çerçevesi bilindiğinden, söyleşinin yayınlanması hususunda Agos’a yaptığı ‘yayımlamaktan çekinme yakıştırmasının’ mesnetsiz olduğu çok açıktır.