OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

‘Her koyun kendi bacağından asılır’ anlayışı, zaten yüz yıllık bir gerileme içinde olan Ermeni toplumunun sonunu getirecek bir anlayıştır. Daha evvel de söylediğim gibi, Ermeni toplumunun bitme noktasına geldiği bir ortamda bir-iki vakfın kendi başına ‘büyük’ olmasının hiçbir anlamı yok, marifet de değil. Marifet, Ermeni toplumunun eğitsel, sosyal, sağlık imkânlarını bir bütün olarak geliştirebilmek.

Önümüzdeki seçimlerde aday olanlar seçildikleri takdirde, ilgili vakfın uhdesinde bulunan taşınır-taşınmaz tüm varlıkları deklare edeceklerine dair taahhütte bulunmalılar. Bu hem ilkesel olarak doğru olandır, hem de vakıf yöneticileri için akıllıca olandır.

"Nor Lur’un o meşhur baskısının çıktığı gün, şehirde muazzam bir hareketlenme oldu. Gazetenin beş liraya satıldığını duydum. Fahiş bir fiyattı. Dünyanın en beter karaborsasıydı. Normal fiyatının elli katı. Bir de gazeteyi bu fiyata satanlar, normalde makalemi umursamaması gereken ya da başlarına bir iş geleceğini düşündüklerinden bana karşı bilenmeleri gereken Ermeni Kapalıçarşı esnafı, zanaatkârlarıydı."

Zaven Biberyan’ın meşhur ‘Al gı pave” [Artık yeter] başlıklı yazısı ve sonrasında aldığı tepkilere dair yazdıklarını hiç yorum yapmadan, geniş bir şekilde aktarmak istiyorum. Söz konusu yazı, başlığından anlaşılacağı üzere bir isyan, bir sabır taşması.

İnsanların vakıf yöneticisi olma konusunda gösterdikleri ilgisizliğin önemli bir sebebi de bunun tamamen gönüllü olarak yapılan bir iş, hani neredeyse bir angarya olması. “Hamaynki hamar” (cemaat için), demek insanları motive etmeye yeterli olmuyor. İnsanlar, zaman ve emeklerini sadece manevi amaçlar için harcamak istemiyorlar. Bu da ayıp değil. Dolayısıyla, vakıf yöneticiliğinin profesyonel bir iş, hatta bir kariyer olmasını mümkün kılacak bir sisteme geçmek gerekiyor.

Gelelim bu tiyatroda başından beri eksik olan aktöre: Ermeni toplumu, yani halk. Birileri devamlı hareket hâlinde, oraya giriyor, buraya çıkıyor, bir şeyler söylüyor ama esas aktör olan veya olması gereken halk ortada yok. O ortada olmayınca, diğer aktörler sahada bildikleri gibi kendi çıkarları doğrultusunda at koşturuyor.

CHP, azınlık toplulukları içindeki ‘Reisçilik’ten samimi biçimde rahatsızsa ne yapmalı? Bunun için telefonda adam azarlamaktan daha etkili yöntemler olabilir. Kısaca söylemek gerekirse, CHP’nin yapması gereken, Ermeni, Rum ve Yahudi toplumlarının, örneğin dokuz senedir gündemde olan ama CHP’nin hiç ilgi göstermediği azınlık vakıfları seçim krizi gibi gerçek, somut, hayati sorunlarına ilgi göstermek ve bu konulara azınlık ve insan hakları açısından AKP’nin ilerisinde bir tavır sergilemektir

Ermeni toplumunun nüfusunun zaten az olduğu düşünülecek olursa, hastaneye bakım için başvurmuş hiçbir yaşlı Ermeni’nin geri çevrilmemesi gerekir. Kanımca Ermeni toplumu hastanelerinin birincil işlevi yaşlı ve bakıma muhtaç kimselerin bakımı olmalıdır. Yılların bizim için ne hazırladığını, hayatın belki de en kırılgan dönemi olan yaşlılığımızda bizi nelerin beklediğini bilemeyiz.

Vakıf seçimlerinde Türkiye Ermeni toplumu bir kere daha çok kötü bir sınav veriyor. Durum için ‘yanlışlıklar curcunası’ tabirini kullanmak hiç de abartı olmayacak. Tabii halka düşen sorumluluk da var burada. Herkesin mutlaka gidip seçmen kaydını yaptırması gerekiyor. Bu hem kendinize, hem çocuklarınıza karşı sorumluluğunuzdur.

AYM, hak ihlaline uğramış olmak, dolayısıyla dava açabilmek için Ermeni toplumu üyesi olmayı yeterli saymıştı. Başka bir deyişle, davacıların ‘yönetici’ gibi resmî bir sıfatı olması gerekmiyordu. Örneğin bu, herhangi bir Ermeni’nin veya diğer azınlık gruplarından bir bireyin yeni yayımlanan vakıf seçimleri yönetmeliği hakkında, seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle dava açabileceği manasına geliyor.