Profesör Büşra Ersanlı'nın da aralarında bulunduğu 200'e yakın KCK davası sanığının yargılandığı Silivri'ye ikinci kez gittim. Aslında bu mekanda çok uzun zamandan beri yargılama yapılıyor. Ergenekon, Balyoz, Kafes davası sanıkları da yıllardır burada mahkeme önüne çıkıyor.
Bundan birkaç ay önce Adalet Bakanı Sadullah Ergin'le geldiğimizde kapıları kolayca aşmış ve içeriye rahatça girebilmiştik. Bu kez o kadar kolay olmadı. Sabahın 5'inde yola çıktık, köprü engellerini deniz otobüsüyle aştıktan sonra yola koyulduk. Hedefimiz duruşma başlamadan salona ulaşabilmekti.
Silivri'de Özel Yetkili Mahkemelerin ve cezaevinin bulunduğu yola saptığımızda ilk engelle karşılaştık. Yolun başını jandarma tutmuştu. Neden olduğu anlaşılmaz şekilde arabaların önü kesilmişti ve araba kuyruğu uzadıkça uzuyordu.
Epeyce bir bağırış çağrıştan sonra yolumuza devam edebildik. Geniş ve insanın içine kasvet bastıran sevimsiz bir salona ulaştık. Kalabalık bir tutuklu sanıklar grubu jandarmalar eşliğinde yerlerini aldılar. Çoğunluğu Sivas katliamının yıldönümü olan 2 Temmuz günü nedeniyle siyah elbiseler giymişlerdi.
Duruşma başladı. Kimlik yoklaması başlar başlamaz, diğer KCK davalarında olduğu gibi süreç tıkandı. Çünkü sanıkların önemli bir çoğunluğu Kürttü ve kimlik yoklamasındaki sorulara kendi anadilleriyle yani Kürtçe cevap veriyorlardı. Hakim ise klasik olan tutumu devam ettirdi. “Türkçe olmayan bir dilden konuştuğu için mikrofon alındı” diye tutanağa yazdırdı.
Şurası bir gerçek ki, bu dava pek davaya benzemiyor. Yüzlerce insanın, binlerce sayfalık iddianamelerin sayfaları içinde, burada sanıkların dertlerini anlatmaları imkansız gibi görünüyor. Kime ne zaman sıra gelecek? Hakimler bu sanıkların tek tek durumunu nasıl anlayacak? sorularını deneyimli bir toplu dava sanığı olarak kendi kendime sordum. Olumlu bir cevap üretmem mümkün olmadı.
Ergenekon davaları ilk başladığında bu davalar bir iktidar kavgasının parçası haline geldi. İktidarın önemli bir kısmını elinde tutan askerlere ve darbeci kültüre karşı başlayan Ergenekon davaları sırat köprüsünden geçti ve sonunda militarizme darbe indiren başarılı bir süreç yaşandı.
Ancak, Türkiye gibi demokratik gelenekleri zayıf olan, kurumları ve kuralları henüz yerine oturmamış bir ülkede militarizmin yenilmesi, demokrasinin kazanması anlamına gelmiyordu. Nitekim bu davalar giderek başka güçlerin kendilerine yeni iktidar alanları yaratmalarına yardımcı olacak derecede ana hedefinden sapan eğilimler gösterdi.
“Operasyoncu” bir zihniyet poliste ve yargıda kendini gösterdi. Başbakan Erdoğan'ın deyimiyle bu zihniyet “devlet içinde devlet” niteliğine bürünmeye başladı. Yargı yürütmenin alanına el attı.
KCK davaları ve siyaset
KCK davaları da belki başlangıçta şiddet eylemlerini hedef alıyor gibi bir öz taşısa da süreç içinde Kürtlerin siyaset alanını kapatmaya yöneldi. Yasal Kürt politikacılar yargının hedefi haline geldiler.
Yüzlerce BDP yöneticisi, onlarca belediye başkanı, belediye meclisi üyeleri, doktorlar, mühendisler, avukatlar, gazeteciler tutuklandılar. Yasal alanda siyaset yapmak tam anlamıyla bir kurt kapanı haline dönüştü.
Silivri'de gördüklerimiz de farklı değildi. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Diyarbakır gibi şehirlerde aylardır ifade veremeden yatan çok sayıda belediye başkanı bulunuyor. Diğer şehirlerde de öyle.
Şimdi, tutuklamalar ve yargılamalar İstanbul'a taşındı. Tek tek haklarındaki iddiaları okuduğunuzda “neden tutuklular ki” sorusunu sormadan edemiyorsunuz. Çünkü terör örgütü yargılamasının, terörle ve şiddetle bağını gösterecek deliller ve bulgular gerekiyor. Bunlar olmadan afaki bağlantılarla insanlara terörist suçlaması yapılmaması gerekir. Yapılıyor.
Salondaki kasvetli hava
Mahkeme salonundaki manzara bende tam bir çaresizlik hissi yarattı.
Bu salondan demokrasi çıkmaz. Bu salondan çağdaş bir Türkiye'ye gidecek zerre kadar örnek yaratamazsınız.
Büşra Ersanlı ile tam 40 yıl önce bir askeri darbe döneminde benzer suçlamalarla yargılanmıştık. Aynı Büşra şimdi yeni kuşaklarla birlikte aynı kaderi paylaşıyor.
Türkiye adına, demokrasi iddiaları adına ayıp. Hem de çok ayıp.
Silivri, AB üyesi olacak bir ülkenin koşullarını içermiyor...
Arkamıza baka baka döndük. Oradaki insanlar ne olacak? Türkiye ne olacak?