Geçmiş yıllarda, seçimler, partilerin oy oranları, parlamento kompozisyonları, yasa ya da anayasa değişiklikleri, başka ülkelerce bu kadar yakından izlenmezdi. Günümüzde başka ülkeleri izlemekle kalınmadığı gibi, seçim sonuçları konusunda tahmin bile yürütülebiliyor. Küreselleşme dinamikleri, bir ülkedeki siyasal ve ekonomik ortamın eninde sonunda bir başka ülkeyi etkilemesine yol açıyor ve dünyanın hemen her yerinde insanlar bu karşılıklı bağımlılığın farkında.
Türkiye açısından en yakından izlenen seçimlerin Fransa’daki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri olduğu söylenebilir. Gayet tabii, Türkiye’deki kaygı Fransa vatandaşlarının akıbetiyle değil, Türkiye’yi ‘dışarıdaki’, Müslümanları ve Romanları da ‘öteki’ olarak gösterip oy toplayan Sarkozy’nin kalıp kalmayacağıyla ilgili bir kaygıydı. Sosyalistlerin her iki seçimde de başarı elde etmeleri, Sarkozy ve onun partisinin bir süreliğine Türkiye gündeminden çıkacağını gösteriyor. Ancak, bu kez Türkiye gündemine başka bir konunun, AB üyelik sürecinin yeniden gireceğini söyleyebiliriz.
Türkiye üyeliğine kategorik olarak karşı çıkmayan sosyalistler, üyeliğin kriterleriyle daha fazla ilgileniyorlar. Bu kriterler ise, demokrasi ile insan hak ve özgürlükleri konusundaki standartların düzeyine, yaşam kalitesine ve özgürlükler dünyasına dayanıyor. Dolayısıyla Fransa’daki değişim, AB yolunda kalacaksa doğrudan Türkiye’yi de etkileyecek bir sürece işaret ediyor; somut reformların yapılmasını zorunlu kılarken çoğulculuk esaslı yeni düzenlemeleri gündeme getiriyor. Sarkozy döneminde süren ‘kavga’ siyaseti, içeride reformlar için adım atmama mazeretini oluşturabiliyordu; bugün bu olanak mevcut gözükmüyor. Üstelik Sarkozy’nin Almanya’daki benzeri Merkel’in de oy kaybettiği düşünülürse, üyelik sürecinde kriterleri öne çıkaracak çevrelerin Fransa ile sınırlı olmayacağı söylenebilir.
Seçim üzerine seçim yapmak zorunda kalan ve hükümet kurmakta zorlandığı için aşırı eğilimlere kapı açan Yunanistan ise, Türkiye’de daha çok Euro’nun geleceği üzerinden değerlendiriliyor. Euro’dan çıkmayı seçecek bir Yunanistan’ı nelerin beklediği fazla tartışılmıyor, onun yerine AB’nin akıbetine bakılıyor. Dolayısıyla Yunanistan, bir anlamda AB’nin varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği öngörüsünde bulunabilmek için bir işaret gibi görülüyor. Muhtemelen bu eğilim, AB’nin üye olmak için pek de matah bir bölge olmadığını, üyelik için fazla çaba göstermeye değmeyeceğini, dolayısıyla reformlara da gerek olmadığını savunanların işini kolaylaştırıyor.
Ancak, Yunanistan’da Euro’dan çıkmayı öngören bir hükümet kurulursa, bu daha içe kapalı, milliyetçi ve asabi bir Yunanistan anlamına gelebilir ve uzun süredir devam eden Türk-Yunan baharı da Ege’de başlayacak minik bir krizle sonlanabilir. Bu da AB konusunda muhtemelen Türkiye’nin önünde ciddi bir engel anlamına gelir. Dolayısıyla Yunanistan’daki siyasi gelişmeleri AB’nin geleceğine bağlamak yerine, Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-AB ilişkilerinde değerlendirmek daha anlamlı olabilir.
Türkiye’yi hemen her bakımdan etkileyecek bir diğer seçim ise, ABD’deki başkanlık seçimi. Obama değil de Cumhuriyetçilerin adayı kazanır ise, ABD’nin Türkiye’yi de içine çekebilecek bir ‘sertlik’ siyasetine dönmesi mümkün. Bu durum, Türkiye’ye dış ilişkilerinde kendisini AB’nin yanında tutarak sertliğe bulaşmama olanağını da sunabilir, tam tersine çatışmacı siyasetin parçası haline de getirebilir. Karar alıcıların tercihlerini, içeride nasıl bir Türkiye istediklerine göre vereceklerine de kuşku bulunmuyor.