ORAL ÇALIŞLAR

Oral Çalışlar

Sıfır Noktası

28 Şubat'la hesaplaşılması nasıl bir duygu?

28 Şubat 1997 müdahalesi, darbeler tarihimizin en taze olanı. Şimdi bu dönemde yapılan kanunsuzlukların hesabının sorulmaya başladığı bir döneme girdik. Bir zamanlar dokunulmaz sanılan, her söyledikleri kanun yerine geçen isimler, şimdi savcılar karşısında kendilerini savunmanın telaşını yaşıyorlar.

Ben 28 Şubat günlerini Cumhuriyet gazetesinde yaşamıştım. Cumhuriyet, bu müdahalenin destekçilerinin çoğunlukta olduğu bir gazeteydi. O dönem verilen askeri brifingler, hükümet devirme operasyonları meşru ve haklı müdahaleler olarak görülüyor ve onaylanıyordu.

Kendi adıma, askeri darbelerin ne demek olduğunu, iki askeri darbede yedi yıl hapis yatarak yaşayan birisi için, 28 Şubat tabii ki felaket günleriydi. Şu kadarını net hatırlıyorum: O tarihe kadar çağrıldığım TV programları aniden kesilmişti. Artık merkez medyaya ait kanalların istemediği isimler arasına girmiştim. Hatta, eski alışkanlıkla beni çağıran TV programcıların azar işittiğini bile sonradan öğrenmiştim.

O dönemin en etkili TV programlarından biri, Ahmet Hakan’ın Kanal 7’de sunduğu ‘İskele Sancak’tı. Ben ve benim gibi isimler, Ali Kırca’nın ‘Siyaset Meydanı’ndan dışlanırken, Ahmet Hakan’ın programına bir anlamda transfer olmuştuk. Orası bir anlamda mağdurların kanalı haline gelmişti.

Tabii, Cumhuriyet gazetesinde benim bu kanalın programlarına çıkmam hoş karşılanmıyordu. Gazetenin okurlarının bir kesimi İlhan Selçuk’a çıkıyor ve “Bu adam ne geziyor Cumhuriyet’te?” baskısı yapıyorlardı. Bir keresinde ilginç bir uyarı almıştım. Bundan böyle TV programlarına çıktığımda, ismimim altına ‘Cumhuriyet gazetesi yazarı’ logosunun konması istenmiyordu. Ben gazetenin görüşlerini temsil etmiyormuşum. Gazetenin görüşleri ne ise! Tabii, o gazeteye bir ideoloji yön veriyordu. Atatürkçü ideolojiyi benimsemem ve ona göre hareket etmem isteniyordu. Fanatik okurlar gazete yönetimini bombardımana tutuyorlardı.

Sonradan öğrendim ki, 28 Şubat’ın generalleri de benim ve Aydın Engin’in gazeteden atılmamız için değişik telefon görüşmeleri yapmışlar, gazetede katıldıkları toplantılarda da bu taleplerini tekrar etmişlerdi.

İlhan Selçuk’un hakkını yememek gerekiyor; onların taleplerine rağmen bizi gazeteden atmadı. Ancak, çok mutlu ettiğini de söyleyemeyiz. Önce yazılarımızı daha arka sayfalara attı. Ardından Aydın Engin’le benim köşelerimizi kaldırarak, bizi, değişmeli olarak, bir alt köşeye yazmaya mecbur etti. Aydın Engin bunun üzerine köşe yazarlığını bıraktığını açıkladı. Ben, haftada beş günden üç güne düşen köşemi sürdürmeyi tercih ettim. Durum uzun süre böyle sürdü.

Evet, şimdi o günlerin anlı şanlı generalleri hapiste. Türkiye, belki de yüz yıllık bir tarihle hesaplaşılan bir dönemden geçiyor. İyi de ediyor. Bazen onların süngülerinin düşük haline bakınca garip bir ruh haline giriyorum. Onların o dönemdeki acımasızlıklarını ve devleti babalarının çiftliği gibi gördüklerini hatırlıyor ve “Yaptıklarını çekiyorlar” diyorum. Sonra çaresiz hallerini, kendilerini kurtarmak için başvurdukları savunma yollarını görünce, bazen de “Keşke bu duruma düşmeselerdi” diyorum.

Ne bir intikam duygusu, ne de onlara yönelik bir öfkem var. Ancak, bu ülkenin huzur içinde geleceğini kurabilmesi için, yaptıklarının hesabını vermeleri gerektiğine inanıyorum. Bunun kişisel bir tarafı yok.

Yaptıklarının hesabını vermeleri gerekiyor.

Yeni bir Türkiye için...