28 Şubat’ın İçişleri Bakanı Meral Akşener, dönemin Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel’in, 28 Şubat’ın hedefi olan Refahyol hükümetinin kararıyla görevden alınmasına karşın makamını boşaltmadığını, ülkeye en derin krizi yaşattığını iddia ediyor: “Türkiye tarihinde ilk kez iki emniyet genel müdürü olmuştur. Atadığımız Kemal Çelik, görevine başlayamamıştır. Yüksel’in görevden alınması hükümet kararıydı. Hükümet kararının alındığı ve Erbakan ile yaptığımız o toplantıya şimdi cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül ile gittim. Abdullah Bey biliyor Alaaddin Yüksel’in tavrını, rolünü. Bu kişi, şimdi hangi hizmetiyle ödüllendirildi ve vali yapıldı? Asıl merak edilen soru şudur: Alaaddin Yüksel, kimden aldığı talimatla o direnmeyi yapmıştı?”
28 Şubat’ta postmodern darbenin temelini askeri karargâh oluşturuyordu. Tabii, ‘askeri karargâh’ın bir de sivil ve bürokratik ayağı bulunuyordu. Akşener’in iddiasına göre, şimdiki Ankara Valisi Yüksel, askerle işbirliği yaparak hükümetin kararına direnmiş ve sivil otoriteyi yok saymıştı.
Alaaddin Yüksel’in de kendine göre açıklayacağı gerekçeleri vardır. Onları da merak ettiğimi belirteyim.
‘Ciddiye alınır’ bir demokrasi ve hukuk devletine doğru yol alabilmek için, Ergenekon davasıyla başlayan ve 28 Şubat müdahalesini yargı önüne getiren davalar zinciri gerekli ve kaçınılmaz. Tabii, bu süreç ilerlerken, evrensel hukuk ilkelerinin yerleşmesini ve insan haklarına saygılı bir yargı zihniyetinin oluşmasını da talep etmek zorundayız.
Yargıçlar ve savcılar, yıllarca düşünceyi suç sayan bir sistemin içinde yetiştiler. Onların bazılarının bakış açısını “Düşünce silahtan daha tehlikelidir” cümlesiyle bile özetleyebiliriz. Yine onların geleneksel alışkanlıklarında, “Siyasi suçluyu içeri atarsın, sonra ne olup olmayacağına karar verirsin” şeklinde bir mantık vardır. O nedenle de, evrensel hukuka adapte olmaları, bir ölçüde de olsa “Bireyin özgürlüğü, hukukun temelini oluşturur” çizgisine yaklaşmaları hiç kolay olmayacak.
Yargıçların seçimlerini ve terfilerini belirleyen temel sistem değişti. Türkiye, AB hukuk normlarına uygun yeni bir anlayış içine girmeye çalışıyor. (Hükümetin Terörle Mücadele Kanunu’nda ve Ceza Kanunu’nda söz verdiği değişiklikleri yapmadığını da belirtelim.) Ancak, yargıçlarımıza egemen olan zihniyet, darbecilerle mücadele sürecinde de pek değişmedi. Uzun tutukluluk süreleri ve ‘her önüne geleni tutuklayabilen refleks’ devam ediyor.
Çevik Bir, 28 Şubat’ın simgesi gibiydi. Hikmetinden sual olunmaz bir haldeydi. Tabii ki mahkeme önünde yaptıklarının hesabını vermesi iyi bir şeydir.
Şunu da belirteyim: “Medyanın her kritik dönemde zorbaların yanında yer alma” alışkanlığının masaya yatırılmasını özellikle önemsiyorum. Örneğin, Gazeteciler Cemiyeti yönetimindeyken, 28 Şubat döneminde sorumluluğu olduğunu düşündüğüm meslektaşlarımın hesap vermeleri yönünde çağrılarda bulunmuştum. Bugünkü durumu da benzer bir mercekten ele almayı deneyebiliriz.
İntikam çağrılarının ve sürekli yeni tutuklama dalgaları talep eden anlayışın bu dönemle hesaplaşmamızı zorlaştırıcı rolü ortada...
Ankara Valisi şimdi ne olacak, merak ediyorum.