ORAL ÇALIŞLAR

Oral Çalışlar

Sıfır Noktası

Dindarlar, Kemalistler, Kürtler, Aleviler ve diğerleri

Bu ülkeyi neredeyse yüz yıl Kemalistler yönettiler. İttihatçılıkla başlayan bu süreç, Cumhuriyet döneminde sürdü, askeri darbelerle pekiştirildi.

12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa Referandumu, Kemalistlerin uzun süren iktidarına son vermek açısından bir başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Anayasa değişikliklerinin %58’lik bir destekle geçmesi, yargı üzerindeki Kemalist hegemonyayı son erdirdi. Zaten Ergenekon davasıyla askeri hegemonya büyük ölçüde gücünü yitirmiş ve AK Parti devlete egemen olmuştu diyebiliriz.

Askeri vesayeti ve yargı vesayetini ortadan kaldırmak, tam demokrasiye geçmek için yeterli değilmiş. Bunu yaşayarak görüyoruz. AK Parti iktidarı devleti ele geçirmenin mutluluğunu yaşarken, geleneksel devletçi siyasetlere adapte olmanın sinyallerini veriyor.

Vesayet rejimiyle mücadelesi sırasında, Kürtler, Aleviler, Hıristiyanlar ve Yahudiler dolaylı veya direkt olarak AK Parti’ye destek verdiler. Bunu AK Parti’ye değil, vesayetin kırılmasına destek olarak görmek daha doğru olabilir.

Bu destek, AK Parti’yle Kürtlerin, Alevilerin ve diğerlerinin ittifak ettikleri anlamına gelmiyor. Bu, bir geçici yol arkadaşlığı gibi görünüyor.

AK Parti vesayet rejimini sonlandırırken, kimliklere özgürlük sorununu çözebilecek bir tutum sergilemiyor. Asker, yargı ve bürokrasi vesayeti büyük sarsıntı geçirdi. Bu kurumlara egemen olan Kemalistler çaptan düştüler. Fakat onların benimsediği milliyetçilik, ötekini dışlama, tekçi bir devlet mantığı oluşturma zihniyeti, AK Parti tarafından da çok değiştirilmiş, değiştirilebilmiş değil.

Yeni bir anayasa yapımı sürecinden geçiyoruz. Bu anayasa, demokratik yeniden yapılanma ihtiyacına nasıl cevap verebilir? Burada belki de birinci koşul, değişik kimliklerin bu anayasal rejim içinde kendilerini ikincil yurttaş olarak hissetmemeleri.

Alevi’si de, Kürt’ü de, dindarı da, Kemalisti de, Hıristiyan’ı ve Yahudi’si de kendini yabancı hissetmemeli. Bu mümkün mü? İşte burası biraz zor görünüyor.

Dindarlar, Kemalist vesayet rejimiyle mücadele sırasında özgürlükçü bir tutum içindeydiler. Bir dönüşüm de yaşadılar, ancak bir noktaya gelince durdular. Durdukları nokta, diğer kesimlerin özgürlük taleplerinin başladığı nokta oldu.

Dindar, Kürt’ün ve Alevi’nin, Hıristiyan’ın ve Yahudi’nin taleplerini anlamıyor, anlamak istemiyor. Demokrasiyi kendi talepleriyle sınırlı görebiliyor. Aynı şeyi Kürtlerin ve Alevilerin tutumları için de söyleyebiliriz.

Nasıl Diyanet İşleri yetkilileri, Aleviliği yok saymayı tercih ediyorlarsa, Alevilerin önemli bir kesimi de başörtülü kızların okuldan atılmalarını destekleyecek bir tutum gösteriyorlar.

Nasıl, Kürtçeyi hâlâ temel bir hak görmeyen dindar bir başbakanımız varsa, Türklerin tümünü düşman gören ve şiddeti topluma yayan bir kesim Kürt’ten de söz edebiliriz.

Hıristiyanlar ve Yahudiler hâlâ en temel yaşam haklarının, mülkiyet haklarının bile tehdit altında olduğu bir ülkede yaşıyorlar.

Evet, geçmişe göre bazı adımlar atıldı. Kemalist vesayet rejiminin merkezi iktidar alanları daraltıldı. Hak ve özgürlükler noktasında sınırlı da olsa ilerlemeler sağlandı.

Ama bütün bu gelişmeler, kimliklere saygı gösteren yeni bir demokratik rejim kurabilmek açısından yeterli görünmüyor. Herkes hâlâ kendine demokrat. İktidara hâkim olan dindar kuvvet sahipleri, demokrasiyi yalnızca kendilerinin hak sahibi olduğu bir rejim olarak anladıklarına işaret eden işler yapıyorlar. Demokrasiyi çoğunluğun egemenliği olarak anlıyorlar.

Vesayet rejimi yıkıldı ama vesayetçi genel düşünüş biçimi, zihniyetlerdeki egemenliğini hâlâ sürdürüyor.

Bir sonraki aşama, kimliklere saygı temelinde oluşturulacak yeni bir uzlaşma rejimidir.

Asıl sıkışma bu noktada yaşanıyor.