YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Ola ola yeni bir sis perdemiz mi oldu?

Çok eskiden değil, 1990’lardan bahsedeceğim. Çetin Emeç’in, Uğur Mumcu’nun, Muammer Aksoy’un peşpeşe öldürüldüğü yıllardan. Hafızalarımızda tazedir. Bu cinayetler bir süre ‘faili meçhul’ olarak kalmış, sonra bazı failler bulunmuş, bazı bağlantılar tespit edilmiş, failler mahkûm olmuş, bazı kilit isimler bulunamamıştı. Ancak tabii ki, kamuoyu “Cinayetlerin arkasında kim var?” sorusunun yanıtını merak etmekteydi. O vakitler devlet bize hep “İran” dedi. Bunu kâh ismi belirsiz bir istihbaratçı olarak söyledi; kâh ismi cismi belli bir hükümet ya da devlet yetkilisi, kaşıyla gözüyle İran’ı göstererek söyledi; kâh açık açık “komşu ülkelerimiz” suçlandı. Cinayetlerin arkasında İran vardı yani. Bu, hem iddianamede, hem de karar hükümlerinde vardır. Kastedilen, İran devleti içindeki bir kanadın bu işlerden sorumlu olduğuydu. Ama bu, tam olarak ispatlanamıyordu. Öte yandan, devlet içinden iyi haber alan birçok gazeteci ya da eski istihbaratçı, bu cinayetlerin bizim devletle de bağlantılı olabileceğini söylemekteydi. Doğrusu, bu tezler kamuoyuna daha inandırıcı geliyordu, çünkü öncelikle devletimizin böyle bir geleneği vardı, kim bilir bu isimler hangi devlet içi hesaplaşmalara kurban gitmişti ve üstelik tam tersi senaryoda bir mantıksızlık vardı, çünkü devlet madem bu cinayetlerin arkasında İran’ın olduğuna inanıyordu, o vakit bu ülkeye karşı çok sert yaptırımlara gitmemiz lazımdı. Öyle ya, bir devlet elini kolunu sallayarak bu ülkede peşpeşe birçok cinayet işleyecek, bizim istihbarat servisleri uyuyacak, iş bununla da kalmayacak, işin arkasında olduğu ortaya çıkmasına rağmen bu ülke ile ciddi bir sorun yaşamayacağız... (Hatırladığım kadarıyla sadece büyükelçi ‘persona non grata’ ilan edildi; daha ileri bir tepki gösterilmedi.) Burada bir mantıksızlık vardı.

Özetle, o yıllarda bir sis perdesinin önünde yaşadık. O zamanki devlet ve hükümet kombinezonları içinde ne olduğunu bilemiyorduk. Yıllar sonra, o dönemin etkili isimlerinden Mehmet Ağar, Mumcu ailesine “Tuğlayı çekersem duvar yıkılır” demiş, “Çekin o zaman” denince de “Çekemem” yanıtı vermişti. Yıllardır bu duvarla yaşıyoruz. Kimse çekmiyor.

Gelelim günümüze. Önümüzde bir Ergenekon davası ve Hrant cinayeti var. Hrant öldürüldüğünden beri devlet içindeki bu yapılanmanın cinayetle ilgili olabileceği yönünde epey ipucu birikmiş vaziyette. Fakat, Ergenekon soruşturmasını yürüten ve bu örgütü neredeyse son ferdine kadar hapse tıkan ekibin de Hrant cinayetinde sütten çıkma ak kaşık olmadığını biliyoruz. İhbarların, kayıtların, görüntülerin labirentlerde kaybolduğunu; azmettirici olmakla suçlanan ancak mahkemenin sonunda, ‘istihbarat elemanı’ olduğu gerekçesiyle beraat eden Erhan Tuncel’in, ne ilginçtir ki, Ergenekon’u soruşturan ekipten Ramazan Akyürek’in girişimiyle, vakti zamanında, ‘suçlu’ iken istihbarat elemanı haline getirildiğini de biliyoruz. Bu konuda çok sayıda başka detay da var. (bkz: http://www.hranticinadaleticin.com/tr/basinAciklamasi.php)

Şu durumda, nedir peki mevcut tablo? Konunun bilirkişisi haline gelen Erhan Tuncel gazetelerde, televizyonlarda dolaşıp “Cinayeti Ergenekon işledi, diğer kanadın dahli yok” diyor. Bilhassa hükümete yakın gazetelerdeki köşe yazarları “Cinayet Ergenekon işi, kesin, diğer kanadı eşeleyip durmayın” diye net hüküm veriyor. Hükümet üyeleri de genel olarak Ergenekon’u adres gösteriyor. Mahkeme safhasına dönersek, savcı da, bildiğiniz gibi “Ergenekon yaptı ama ispatlayamıyorum” diyordu. Evet, biliyoruz ki, Ergenekon’la bu cinayet arasında, ama kalın, ama ince, bir bağ var. Mesele şu: O bağ nerede? Savcısıyla, ‘istihbarat elemanı’yla, bakanıyla, köşe yazarıyla, tüm bir hükümet ve devlet, bize “Ergenekon canım, her şey ortada, ispata ne gerek var?” diyorsa, bir dakika durmalıyız.

Durmalıyız, çünkü Ergenekon çetesinin neredeyse tüm elemanları hapiste. Yani devletin, savcının sorgulamak isteyip de ulaşamayacağı bir tek kişi bile –neredeyse– yok. Herkes elinin altında. Savcılık isterse Trabzon Emniyeti’ni, jandarmasını, herkesi sorgulayabilir. Nihayetinde bu ülkenin savcıları eski Genelkurmay başkanlarını, kuvvet komutanlarını sorgulayabiliyor. Bu donanımdayız. Fakat bunların hiçbiri yapılmadı. Yapılacak mı, bilmiyoruz. Sanmıyoruz. Bize ısrarla o yapının tek bir yüzü gösteriliyor, “Oraya bakın” deniyor. “Evet, doğru ama bu iş daha büyük. Sadece o değil, koca bir mekanizmadan bahsediyoruz ve bu mekanizmanın üstüne gidilmiyor. Bu olmazsa bu cinayet çözülmüş olmaz” dediğimiz zaman da “Ne yani, Ergenekoncuların ekmeğine yağ mı sürüyorsunuz?” deniyor.

Bu durumda şunu sormak hakkımız: Devlet ve hükümet bize yeni bir sis perdesi mi çekiyor? Hükümetin işine gelmeyen, beğenmediği her konu bu sis perdesinin arkasına mı atılacak? Bu sis perdesinin arkasında bazı kirli hesaplar mı görülecek? Bazı ‘karanlık’ isimlerin hapisten çıkar çıkmaz kanal kanal gezmesi ve neredeyse hükümet sözcüsü gibi konuşmasını ne yapacağız? Sineye mi çekeceğiz? Artık soru sormaktan vazgeçip, soruları Erhan Tuncel’e mi bırakacağız? Bizden bu mu isteniyor? Yeni bir duvar örülüyor, örüldü bile. Bunu görüyoruz. Talebimiz basit: O duvardaki tuğlaları çekecek, cesur birilerini arıyoruz.