Hrant Dink cinayeti davasının 5 Aralık 2011 tarihinde görülen 22. duruşmasında, Dink ailesinin ve Agos’un avukatları, Savcı Hikmet Usta tarafından verilen mütalaaya ilişkin görüşlerini ekleriyle birlikte 106 sayfaya ulaşan mütalaa ile mahkemeye sundu.
- Esas Hakkındaki Görüşümüz başlığını taşıyan ve eklerle birlikte 106 sayfayı bulan metin, cinayeti planlayan, hayata geçiren ve sorumluları cezasız bırakan aygıtı şu ifadelerle gözler önüne seriyor:
- “Bu cinayet, iki devlet geleneğinin kesişme noktasında durmaktadır: Siyasi cinayetler ve Ermeni düşmanlığı. Bu davada, adalete ulaşmanın yolu, bu düşmanlığın beslendiği tarihsel süreç ve devlet geleneğiyle yüzleşmekten geçiyor. Bu cinayet, köklerini, yüz yıldır beslenen, körüklenen sistematik bir düşmanlıktan alan bir cinayettir.
- Devletin hasımlarını bertaraf etmek, muhaliflerine gözdağı vermek ve toplumu disipline etmek amacıyla kullandığı siyasi cinayetler geleneğinin son örneklerinden biri olan bu cinayet, bazı konularda çatışmalı görünen kurumlarının uzlaşması sonucunda işlenmiş ve kolaylaştırılmış, ardından da gerçek failler gizlenerek yargılamanın dışında bırakılmıştır.
-
Esasen bu uyum ve ortaklık, cinayetin meşrulaştırılmasının yanı sıra cezasızlığını da sağlayan ve olağanlaştıran güçlü bir aygıtın ve zihniyetin varlığına tekabül ediyor. Bu aygıtı, devletin içine de sızmış illegal bir yapıyla açıklamak mümkün değildir. Bu güçlü aygıt, MGK’sıyla, MİT’iyle, TSK’sıyla, kurulu sistemin, yani devletin ta kendisidir.
Bir devlet cinayeti
Hrant Dink cinayeti davasının 5 Aralık 2011 tarihinde görülen 22. duruşmasında, Dink ailesinin ve Agos’un avukatları, Savcı Hikmet Usta tarafından verilen mütaalaya ilişkin görüşlerini İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sundu. Eklerle birlikte 106 sayfayı bulan mütalaanın 73 sayfalık ana metni, duruşmada müdahil avukatlar tarafından sırayla okundu.
Avukatlar, Genelkurmay Başkanlığı’ndan yargı makamlarına, hükümet sözcülerinden güvenlik birimlerine, medyadan paramiliter güçlere kadar, çeşitli aktörlerin Hrant Dink’in öldürülmesinde, cinayetin önlenmemesinde, gerçek faillerin ortaya çıkarılmamasındaki işlev ve sorumluluklarının açıkça ortaya çıktığını belirtti.
Devlet kurumlarının Dink cinayetinin hazırlanması, işlenmesi, cinayetin ardından delillerin gizlenmesi, yargı süreçlerinin sınırlarının ve çerçevesinin çizilmesindeki dikkat çekici uyumun, sürecin tek merkezden yönetildiği gerçeğini ve cinayetin cezasızlığını da olağanlaştıran güçlü bir aygıtın ve zihniyetin varlığını da ortaya çıkardığının altı çizilen metinde, “Esas hakkındaki görüşümüz, bu aygıtın niteliğini ve nasıl çalıştığını, benzer davalarda ve bu davada nasıl yeniden üretildiğini, bu dava sanıklarının cinayetteki rolü, işlevi ve sorumluluklarını ortaya koymak amacıyla hazırlandı” denildi.
Avukatlar, tarihi ve siyasi bir değerlendirme niteliği taşıyan metinde, Hrant Dink cinayetinin, devlet geleneğindeki “siyasi cinayetler” ve “Ermeni düşmanlığı”nın kesişme noktasında durduğunu belirterek, “Anlatmaya çalıştığımız, Hrant Dink Cinayeti’nin üç beş gencin galeyana gelmesi ile değil, köklerini, yüz yıldan uzun bir zamandan beri beslenen, körüklenen sistematik bir düşmanlıktan alan bir cinayet olduğudur. Bu cinayetin, devletin hasımlarını bertaraf etmek, muhaliflerine gözdağı vermek ve toplumu disipline etmek amacıyla bir yöntem olarak kullandığı siyasi cinayetler geleneğinin son örneklerinden birini oluşturduğudur. Bu cinayetin, devletin bazı konularda çatışmalı görünen kurumlarının ortak bir uzlaşısı sonunda, öncesi ve sonrası ile planlanarak kolaylaştırıldığı, işlendiği; aynı uzlaşı ile gerçek faillerinin gizlendiği, yargılamanın dışında bırakıldığıdır.
Mahkemeniz ya bebekten katil yaratan ve artık aydınlanmış bu tarihselliği görecek ve yeni cinayetlerin, yeni katillerin, yeni mağdurların ortaya çıkmasını önlemek, toplumsal barışı sağlamak, bugünlerde yerle bir olan adalet duygusunu onarmak, toplum nezdinde gittikçe itibar kaybeden hukuka ve yargıya olan güveni yeniden tesis etmek için bir adım atacaktır; ya da kendisine biçilen rol çerçevesinde, eksik, yanlış, maddi gerçekle örtüşmeyen ve hiç kimseyi tatmin etmeyen bir karar verecek ve bebekten katil yaratan bu karanlığın koyulaşmasına neden olacaktır. Takdir mahkemenizindir” dedi.
Metnin sonuç bölümünde yapılan değerlendirmelerde, Prof. Dr. Selim Deringil, Prof. Dr. Cemil Koçak, Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, Dr. Ceren Sözeri ve Dr. Ayşe Hür’ün, mütalaanın ekinde sunulan makalelerinden, Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Dr. Taner Akçam ve Sait Çetinoğlu’nun makale ve kitaplarından yararlanıldı.
Hrant Dink’in yazılarından örneklerle Ermeni ve Türk toplumları arasında diyalog kurma çabasının altının çizildiği giriş bölümünün ardından, ‘Niçin hedef seçildim’ başlıklı yazıyla Dink’in hedef haline getirilmesi ve yalnızlaştırma süreci, kendi kaleminden anlatıldı. Hrant Dink’in, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in Ermeni kırımından arta kalan bir yetim olduğu iddiasını içeren haberinin yayımlanmasının ardından başlayan süreçte Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamanın cinayete hazırlık sürecinin başlangıcı olduğu vurgulandı. Çeşitli gazete ve medya organlarında yapılan provokatif yayınlarla birlikte Dink’in İstanbul Valiliği’ne çağrılarak tehdit edilmesi anlatıldı.
Dink’in cinayetten bir hafta önce ve cinayet günü yayımlanan iki yazısının aynı zamanda cinayetin faillerini işaret eden en önemli delillerden olduğu belirtilen metinde, Dink ailesi fertlerinin, cinayetin hemen ardından, 12.02.2007 tarihinde müşteki sıfatıyla savcılığa verdikleri ifadelerinde bu yazılarda ismi geçen kişi ve kuruluşlardan şikâyetçi olmalarına rağmen savcıların bugüne dek hiçbir işlem yapmamış olduğu hatırlatılarak eleştirildi. Metinde, “Sıradan ve olağan bir cinayet olayında şayet maktul, ölümle tehdit edildiğine, hedef gösterildiğine ilişkin bir yazı, bir mektup bırakmış ise, soruşturmayı yürüten savcı, bu mektubu, ya da yazıyı dikkate almak ve bu mektupta adı geçenler hakkında soruşturma yapmak zorundadır. Soruşturmayı yürüten savcılar, Hrant Dink’in söz konusu yazılarını görmezden geldiler” denildi.
Esas hakkındaki görüş metninin satırbaşlarını, bir Ermeni gazetecinin devlet tarafından planlı bir şekilde nasıl öldürüldüğünü ve bu suçun cezasız kaldığını anlatan tarihsel bir belge olarak sunuyoruz. Metnin tamamına ve eklerine, buradan ulaşabilirsiniz.
CİNAYETE HAZIRLIK SÜRECİ
-
Hrant Dink’in son iki yazısında genişçe anlattığı üzere, Agos gazetesinin 6 Şubat 2004 tarihli nüshasında ve daha sonra Hürriyet Gazetesinde yayımlanan ve “Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni kızı olduğu”na ilişkin haberler üzerine Genelkurmay Başkanlığı bu yayınlar aleyhine, basın özgürlüğünün ve Türk vatandaşları ile kurumların görev sınırlarını da çizdiği çok sert bir açıklama yaptı. Mesajı alan kişi ve kurumlar ertesi günden itibaren harekete geçtiler.
- Açıklamanın hemen ardından Hrant Dink İstanbul Valiliği’ne çağrıldı. Azınlıklarla ilgili iş ve işlemlerin yürütülmesinden sorumlu Vali Yardımcısı Ergun Güngör’ün odasında gerçekleşen ve iki istihbarat görevlisinin katıldığı görüşmeyi Hrant Dink, haddini bildirme operasyonunun başlangıcı olarak nitelemiş ve “artık hedefteydim” diye yazmıştı. Bu görüşmeye katılan iki kişiden Özel Yılmaz’ın, Ergenekon davasında sanık olmasıyla, görüşmeye katılanların üst düzey istihbarat görevlileri oldukları ortaya çıktı. Başbakan’ın bu iki MİT mensubu hakkında soruşturma izni vermesi sonucuyla, diğer MİT görevlisinin isminin Handan Selçuk olduğu öğrenildi.
- Görüşmeden iki gün sonra Agos gazetesi önünde yapılan gösteride, Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Levent Temiz grup adına, “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” şeklinde açıklama yaptı. Benzer bir gösteri de bundan birkaç gün sonra “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” tarafından yine Agos önünde yapıldı.
- Bu olayların hemen ardından Hrant Dink’in “Ermeni Kimliği Üzerine” başlıklı ve dizi halinde yayımlanan yazısındaki bir cümlesi bahane edilerek, yeni bir saldırı kampanyası başlatıldı ve kimi kişi ve kuruluşlar, aynı elden çıkmış tek tip şikâyet dilekçeleriyle Hrant Dink’i savcılıklara şikâyet ettiler. Sistemli ve tek merkezden yönetildiği izlenimi veren saldırılar, kimi internet sitelerinde ve kimi gazetelerde devam etti, bu saldırılarda Hrant Dink sürekli hedef gösterildi.
- Medya, bu saldırılarda kullandığı yoğun nefret söylemi ve ırkçı, milliyetçi, düşmanlık içeren dili ile cinayete zemin hazırladı, suça meyilli olanları cesaretlendirdi.
YARGININ ROLÜ VE İŞLEVİ
- Hrant Dink, Agos gazetesinde, “Diaspora Ermenileri arasında tartışılan kimlik sorunu konusunda Türkiye Ermenilerini bilgilendirmek” amacıyla, sekiz makaleden oluşan ve “Ermeni Kimliği Üzerine” başlığını taşıyan bir yazı dizisi yayınlamıştı. Makaleler, Ermenilerle ilgili tarihsel olaylar üzerine bir düşünce dizisi olması yanında; hem içeriği, hem de kullanılan terimleriyle diaspora üyelerine kendi kimliklerini yeniden tanımlamak için çözüm önerileri sunuyordu. Yazı dizisinden cımbızlanan bir cümle kullanılarak Hrant Dink aleyhinde yoğun düşmanlık içeren ve saldırgan bir kampanya başlatıldı.
- Hrant Dink ve Agos gazetesi sorumlu yazı işleri müdürü Karin Karakaşlı aleyhine 16.04.2004 tarihinde “Türklüğü neşren tahkir ve tezyif etme” suçunu düzenleyen eski TCK m. 159 uyarınca dava açıldı. Bu dava, 07.10.2005 tarihinde Hrant Dink’in eski TCK. 159/1 uyarınca mahkûm edilmesiyle sonuçlandı.
- Bu karar Dink ve Karakaşlı vekilleri tarafından temyiz edildi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı tebliğnameye göre; bilirkişilerin görüşü doğruydu ve kararın bozulması gerekiyordu. Ancak Yargıtay 9. Ceza Dairesi 01.05.2006 günü kararı esastan oybirliğiyle onadı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara itiraz etti ancak itiraz makamı olan Yargıtay Ceza Genel Kurulu bu itirazı oyçokluğuyla reddetti.
- Bütün bu süreç boyunca ve mahkeme kararları basına yansıdıkça, Hrant Dink’i hedef gösteren kesimler, mahkeme kararlarını kendilerine dayanak göstererek bu kez saldırılarını “tescilli Türk düşmanı” diyerek sürdürdüler.
SORUŞTURMA SAFHASINDAKİ EKSİKLİKLER
Hrant Dink cinayeti soruşturmasında, cinayete hazırlık süreci bütün ısrarlarımıza rağmen dikkate alınmadı. Ancak, soruşturmanın tek eksiği bu değildi. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi ve cinayet saikinin belirlenebilmesi açısından çok büyük önem taşıyan deliller toplanmadı, kimi deliller bu aşamada yok edildi, çok önemli deliller soruşturmayı yürüten savcılardan gizlendi, hatta deliller üzerinde oynandığı gibi sahte deliller de üretildi, ancak delilleri toplamayanlara, gizleyenlere, yok edenlere de dokunulamadı. Örneğin;
-
Kolluk tarafından el konan Akbank Osmanbey şubesine ait ATM kamera kayıtlarının cinayet gününe ait önemli bir bölümü Emniyet birimlerinde yok edildi ve bugüne kadar tüm çabalara rağmen bu görüntülere ulaşılamadı.
- Çok önemli bir delil olmasına rağmen sanık Ogün Samast’ın cep telefonu ve sim kartına ilişkin ifadeler arasındaki çelişki ve karmaşıklık çözümlenmedi, işin gerçeği araştırılmadı ve bu konu da diğer benzerleri gibi bir muamma olarak kaldı.
- Ogün Samast, cinayetten hemen önce, bir saatten fazla zamanını Agos’un bulunduğu Sebat Apartmanının yanındaki Şafak Sokak’taki İnternet Kafe’de geçirmiş ve birileriyle chatleşmişti. Cinayet zanlısının cinayetten hemen önce gittiği mekan, bu mekanın sahiplerinin ve o sırada orada bulunan kişilerin tanıklığı ve zanlının kullandığı bilgisayar kayıtları çok önemli olduğu halde, polis, bu konuda hiçbir araştırma yapmadı.
- Cinayetin ardından Ogün Samast, kaçarken Saray Kumaşçılık kameralarına takıldı. Samast’ın hemen arkasından onu izleyen ve uzaklaştığını gördükten sonra, sokağın köşesindeki inşaatın kapısından içeri girip kaybolan iki kişiye ilişkin hiçbir araştırma yapılmadı.
- Akbank ATM ve Saray Kumaşçılık Mağazasının kameralarına, cinayet günü, çeşitli noktalarda yaptığı telefon görüşmeleri ile takılan ve oldukça şüpheli görünen şahsın kimliği hiçbir şekilde soruşturma konusu yapılmadı.
- Cinayet günü tespit edilen ve dosyada mevcut kamera kayıtlarına takılan şüpheli kişinin, cinayet saatinin hemen öncesinde başka kişilerle işaretleştiği, Hrant Dink’in Akbank’tan çıktığı sırada bu kişilerin hareketlendiği Akbank güvenlik kamerası kayıtlarında açıkça görülmesine rağmen bu kişilerin kimliklerinin tespiti bugüne kadar mümkün olmadı.
- l Bu kişilerin kimliklerinin tespiti bakımından telefonla konuşan siyah montlu şahsın 14.53’te Akbank önünde ve 11.16’da Saray Kumaşçılık önünde olmak üzere iki noktadan cep telefonu ile konuştuğu açıkça görülmesine rağmen bu şahsın telefon bilgilerine ulaşılamadı.
- Cinayet mahallindeki Yapı Kredi Bankası güvenlik kamerasının tam da cinayet gününün bir gün öncesi (18 Ocak 2007) ve cinayet gününde (19 Ocak 2007) arızalı olduğu tespit edildiği halde bu arızanın sebebi ve tesadüf olup olmadığı araştırılmadı.
- Sanıklardan Tuncay Uzundal’ın evinde yapılan aramada ele geçen ajandanın 19 Ocak sayfasının tamamen koparılmış olduğu görüldü. Ancak, tam da 19 Ocak tarihli sayfanın koparılmış olduğu üzerinde durulmadı, kayıp sayfa ve bunun sebebi araştırılmadı.
-
CMK 153/2 md. uyarınca alınan gizlilik kararı, yasada belirtilen amacının tam tersi bir uygulama ile delillerin gizlenmesi, yok edilmesi ve çizilen sınırlar içinde delillerin ayıklanması için kullanıldı.
KOVUŞTURMA SAFHASI
Hukuki vasıflandırması esas itibarıyla doğru ve yerinde olan iddianameye göre, cinayet, ortak karar ve faaliyet planları çerçevesinde zamana yayılan ve tamamı ideolojik maksat taşıyan eylemler sonucunda, örgütlü bir yapı tarafından gerçekleştirilmişti. Ancak, aynı iddianame, cinayetin ardındaki örgütü, tetikçi ve onun yakın çevresiyle, yani Pelitli Mahallesi’ndeki ayağıyla sınırlamıştı. Kovuşturma safhası boyunca, İddianame ile çizilen çerçeveyi ve sınırları zorlayacak, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması yolunda önemli fırsatlar sunacak ve yargılamanın gidişatını bu yönde etkileyecek talepler, sistemli bir biçimde reddedildi. Bu taleplerimize örnek vermek gerekirse;
- Hrant Dink’in tehdit olarak algıladığı ve hedef gösterilme sürecinin başlangıcı olarak işaret ettiği Valilik görüşmesinde hazır bulunan devlet görevlilerinin kimliği, görevleri ve bu görüşmede ne sıfatla bulunduklarının sorulmasını talep ettik. Soru son derece açık ve net olmasına karşın İstanbul Valiliği, cevabi yazısında, ara kararda yanıtlanması istenen soruların hiçbirini yanıtlamadı. Yasal zorunluluğa rağmen Valilik yetkililerince Mahkeme’nin ara kararı yerine getirilmedi. Mahkeme heyeti, bu ara karar yerine getirilmiş gibi davrandı.
- Cinayetin perde arkasındaki örgütlü yapının ortaya çıkarılabilmesi için olayı temsil eden tüm delillerin toplanması, bütünü temsil etme ihtimali olan tüm parçaların birleştirilmesi, örgütü deşifre edecek tüm ipuçlarının değerlendirilmesi gerekirdi. Fakat mahkeme nezdinde yapılan birleştirme talepleri de ne yazık ki her seferinde reddedildi.
- Cinayet sürecinde devlet görevlilerinin rolü olup olmadığı hususlarını mahkeme eliyle araştırılmasını sağlamak amacıyla dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay ve Trabzon Jandarma Alay komutanı Albay Ali Öz’ün mahkemede tanık olarak dinlenmesi yönündeki taleplerimiz de reddedildi. Böylece dokunulmayan bu kişilerin tanık olarak dinlenmesi de mümkün olmadı.
- Sonuçta dava, 2004 yılında başlayan suç oluşturan eylemler bütününden sadece tetiğin çekildiği ana ve bu eylemleri belli bir plan dahilinde sürece yayılmış olarak gerçekleştiren örgütlü yapının sadece tetikçilerden oluşan ayağına kilitlenmiş oldu.
- Hrant Dink cinayetinin hazırlanması ve planlanmasına ilişkin olmak üzere çok sayıda istihbari bilginin Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’na iletildiği dosya kapsamı ve yargılama dışı soruşturmalar ile ortaya çıktığından, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan bu bilgilerin sorulmasını talep ettik. Talebimiz doğrultusundaki ara kararıyla Mahkeme, cinayete ilişkin tüm istihbari bilgilerin gönderilmesini istedi. İstihbarat Daire Başkanlığı, ara kararda cinayet öncesi bilgiler sorulmasına rağmen Mahkemeye, cinayetten sonrasına ait ve zaten dosyada da bulunan kimi ifadeler ile bilgileri içeren bilgiler gönderdi.
Bunun üzerine Mahkeme’den gönderilen cevabi yazının ara karara uygun olmadığını belirtip, İstihbarat Dairesi’ne yazı yazılarak cinayet öncesine ait bilgilerin tekrar sorulmasını talep ettik. Bu talebimizi kabul eden Mahkeme, İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na tekrar yazı yazdı; bu yazıya dilekçemiz de eklendi. Ancak, sonuç değişmedi ve İstihbarat Daire Başkanlığı bu ara kararı da bundan sonra verilen kararları da yerine getirmedi. Ara kararı yerine getirmeyen sorumlular hakkında işlem yapılması talebimiz de bugüne kadar kabul edilmedi.
- Yargılamanın başından beri hemen her duruşmada Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nı (TİB) ilgilendiren taleplerimiz ve bu kuruma sorularımız oldu. Mahkeme bu taleplerimizin hemen hepsini kabul etti; soruları ve talepleri verdiği ara kararlarla TİB’e gönderdi. TİB, Mahkeme’nin yazılarına karşı yazılar yazdı, ancak bu yazıların hiçbirinde mahkemenin ara kararında sorduğu soruları cevaplamadı, yani ara kararları yerine getirmedi. TİB’in Mahkeme’ye gönderdiği yazılarda somut sorulara cevap vermekten, kararları yerine getirmekten özellikle kaçındığı, bu yazıların sadece, kurumca matbu olarak hazırlanmış ve kanun, yönetmelik ve ilgili mevzuatı içeren birbirinin tıpkı basımı yazılar olduğu, ara karar ile sorulan soruları karşılamaktan tamamen uzak, ilgisiz beyanlar içerdiği görüldü.
- 2937 Sayılı Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu uyarınca MİT’in, devlet istihbaratının toplandığı ve toplanan bilgilerin koordine edildiği kurum olması ve ayrıca MİT İstanbul Bölge Müdürlüğü görevlilerinin Hrant Dink’in hedef gösterilmesi sürecinin başlangıcındaki rolleri nedeniyle, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı’ndan İstanbul Valiliği’ndeki görüşmeden başlayarak Hrant Dink cinayetine, cinayet sanıklarına ilişkin bilgilerin sorulmasını talep ettik.
-
Mahkemece bu talebimiz kabul edildi ve talep dilekçemizde dile getirdiğimiz soruları cevaplaması için MİT’e yazı yazdı. MİT Müsteşarlığı, Mahkeme’ye gönderdiği cevabi yazıda, güvenlik ve istihbarat birimlerinden kendilerine önceden herhangi bir bilgi aktarılmadığını, sanıkların ya da sair illegal ya da özellikle legal, hatta siyasi kuruluşların bu cinayete ilişkin faaliyetleri konusunda da intikal etmiş bir bilgi bulunmadığını bildirdi. Bu yazı içeriği her şeyden önce gerçeği yansıtmıyordu. Ülkenin en büyük ve tüm bilgilerin toplandığı istihbarat teşkilatı yetkilileri doğruyu söylemiyor, Mahkeme’den bilgi gizliyordu.
MİLLİ GÜVENLİK KURULU’NUN RÖLÜ
- Davanın seyrini etkileyen en önemli husus, iddianame ile çizilen sınırın ötesine geçilmesine izin verilmemesiydi. Yargılama makamının gönülsüzlüğü, resmi kurumların ve bürokrasinin direnciyle birleşince etkili ve kapsamlı olmaktan uzak, görünürde bir yargılama faaliyeti sürdürüldü. Bu süreçte her kurum, adeta güçlü bir irade tarafından kurgulanan bir oyunda kendisine biçilen rolü oynadı.
- Cinayeti önleme konusunda belirleyici görevi ve işlenmesinden dolayı sorumluluğu olanlara dokunulmadı. Dokunulamayanların kritik konumlardaki devlet görevlileri olmaları dikkat çekiciydi.
- Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nde azınlıkların ve misyonerlerin iç tehdit (iç düşman) olarak tespit edildiğine yukarıda değinilmişti. 2937 Sayılı MİT Kanununa göre, MİT’in başta gelen görevi, Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’ni hayata geçirmek üzere çalışmalar yapmaktır. Devletin diğer tüm istihbarat kurumlarına da bu doğrultuda çalışma zorunluluğu getirilmiştir. Hatta istihbaratla görevli olmayan devlet kurumlarının da belgenin hayata geçirilmesinde görev alma yükümlülüğü söz konusudur. Bütün bunlar ile bürokrasinin cinayet sonrasındaki direnci ve uyumu da bir başka dikkat çekici nokta olarak kaydedilmelidir.
GENEL DEĞERLENDİRME
MGK’sıyla, MİT’iyle, TSK’sıyla, devletin ta kendisi
- Yukarıda başlıklar halinde değinilen olgular, işaret edilen kurumlar ve mekanizmaların Dink cinayetinin hazırlanması, işlenmesi, cinayetin ardından delillerin gizlenmesi, karartılması, gerçeğin üstünün örtülmesi, yargı süreçlerinin sınırlarının ve çerçevesinin çizilmesi ve bu sınırların dışına çıkılmamasındaki uyumu ve ideolojik ortaklığı dikkat çekicidir. Esasen bu uyum ve ortaklık, cinayetin meşrulaştırılması yanında cezasızlığını da sağlayan ve olağanlaştıran güçlü bir aygıtın ve zihniyetin varlığına tekabül etmektedir. Yaygın ve birbirinden farklı kesimlerle irtibatlı, dokunulmaz, hesap sorulmaz bir yapıdan söz ediyoruz. Bu aygıtı, devletin içine de sızmış illegal bir yapıyla açıklamak mümkün değildir.
- Bu güçlü aygıt, MGK’sıyla, MİT’iyle, TSK’sıyla, kurulu sistemin, yani devletin ta kendisidir. Hrant Dink’in hedef gösterilmesi, mahkûmiyetiyle sonuçlanan yargı süreçleri ve öldürülmesi, cinayet yargılamalarının tıkanması, yani sürecin bütün olguları, devletin ideolojisini ve siyasetini işaret etmektedir.
- Vatandaşlarının canını korumakla yükümlü devletin, zaman içinde kapsadığı kişi ve gruplar değişse de vatandaşlarından bir bölümünün (iç) düşman olduğuna karar verdiği, bu düşmana karşı yürütülecek mücadelede, cinayet dahil yasaların suç olarak tarif ettiği eylemlerin yargılanmadığı, bu nedenle, suçların ve suçluların cezasız bırakıldığı, hukuk dışına çıkan görevlilere bu eylemleri nedeniyle dokunulmadığı bir devasa mekanizma kurguladığı, bu yargılama sırasında açıkça ve bir kez daha ortaya çıktı.
- Kutsal devlet anlayışı ve siyasi kültürü ile şekillenen bu kurgu, devlet için, hukuk dışına çıkmayı, cinayet işlemeyi meşrulaştıran hatta özendiren, katilleri kahramanlaştıran bir sistemi olağanlaştırıyordu.
- İç düşman tanımının devletin ideolojisini ve toplumun homojenliği bozan farklılık öngörüsü üzerine kurulu olduğu, Hrant Dink cinayeti sürecine eylemleri ya da eylemsizlikleriyle katılan tüm aktörlerin bu tanım etrafında birleştikleri tespit edildi.
Bütün bu tespitlere ek olarak; Hrant Dink’in hedef gösterildiği süreçte, darbe hazırlıklarının yapıldığı, ülkenin önemli ve tanınmış gazeteci, yazar ve aydınlarına suikast planlandığı, aralarında Hrant Dink’in de bulunduğu bu kişilere ilişkin ölüm listelerinin oluşturulduğu bugün ortaya çıkan bilgiler arasındadır. Yine, aynı süreçte, devlet yapılanmasında değişime ve kurumlar arasında farklılaşmaya hatta çatışmaya tanık olundu. Bu değişim ve farklılaşma, hedef durumunda olan kimi aydınların yaşamlarını korumaya yönelik tedbirler alınmasıyla sonuçlandı. Kurumlar arası çatışma, çok sayıda aydın ve gazetecinin yaşam haklarının da güvencesini oluşturdu. Örneğin, Orhan Pamuk, talep etmediği halde, kendisine koruma tahsis edildi. Mehmet Ali Birand, zamanın MİT Müsteşarı’nca koruma altına alınarak öldürülmekten kurtulduğunu geçenlerde açıkladı. Bu ülkenin değerli aydınları Orhan Pamuk ve Mehmet Ali Birand’ın yaşamının korunması doğrultusunda alınan ve son derece haklı ve doğru bulduğumuz tedbirlerin yine aynı süreçte Hrant Dink’ten esirgendiğine de tanık olundu. Birbirleriyle kavgalı kurumların Hrant Dink cinayetinin hazırlığına katkı, işlenmesine kolaylık ve katil zanlısına kahraman muamelesi konusundaki uyumu, devlet kadrolarında mevcut bir başka güçlü zihniyetin ne kadar yaygın ve içselleştirilmiş olduğunu gösterdi. Sürece bir bütün olarak bakıldığında bu zihniyetin, cinayetleri içselleştiren, olağanlaştıran, meşrulaştıran farklılıklara, özellikle Ermenilere düşman ittihatçı geleneğin uzantısı olduğunu söylemek hiç de yanlış bir tespit olmayacak.
Devletin yüzyıllık İttihatçı geleneğinin temelini oluşturan Ermeni düşmanlığının, bu cinayet sürecinde rol alan tüm kurum, kişi ve grupları birleştiren önemli bir faktör olduğu bu davada, adalete ulaşmanın yolu, hiç kuşkusuz bu düşmanlıkla ve bu düşmanlığın beslendiği tarihsel süreç ve devlet geleneğiyle yüzleşmekten geçiyor.
DEVLETİN İKİ GELENEĞİ
Hrant Dink cinayeti, iki “Devlet geleneği”nin kesişme noktasında durmaktadır: Siyasi cinayetler ve Ermeni düşmanlığı.
Adaletin yerini bulmasını sağlayacak, dolayısıyla hakikati ortaya çıkaracak bir yargılama için bu iki devlet geleneğiyle yüzleşmek kaçınılmazdır. Çünkü cinayetin nedeni ve oluş biçimi ancak bu sayede anlaşılabilir. Devlet’in siyasi cinayet geleneğiyle yüzleşmeden “suç orgütü”nün yöntemlerini ve eylemin örgütlenme biçimini anlamak mümkün olmayacağı gibi; kadim Ermeni düşmanlığıyla yüzleşmeden de “suç örgütü”nün bu eylemi gerçekleştirmesinin, üstelik gözler önünde, göstere göstere gerçekleştirebilmesinin en önemli nedeni de anlaşılamayacaktır.
Siyasi cinayetler
Siyasi cinayetler veya bir başka deyişle suikastler; bir yandan belli bir siyasi figürden kurtulmak, bir yandan da toplumun geri kalanına gözdağı vermek ve muhalefeti sindirmek üzere bizzat ve çoğunlukla devlet tarafından bir yöntem olarak kullanılmıştır. Diğer bir boyutuyla da toplumu, cinayeti örgütleyenlerin saikleri doğrultusunda dizayn etmeye hizmet etmiştir.
Ermeni düşmanlığı
Tarihsel sürecin belirleyici unsuru, ayırıcı vasfı esas itibariyle “öteki düşmanlığı”dır. İktidar sahiplerinin o günkü ihtiyaçları doğrultusunda çizdiği çerçevenin dışında kalanlar düşmanlaştırılmış ve tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Öyle ki, bugün toplumun %99 çoğunluğunu oluşturduğu ileri sürülen Müslümanlar dahi, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından bu yana değişik dönemlerde iktidar sahiplerinin hedefi haline gelmiştir.