Baskın Oran, bu hafta Agos'taki köşesinde, Ömeroğlu'nun ombudsman seçilmesini değerlendirdi.
BASKIN ORAN
oran@politics.ankara.edu.tr
Kürtajdı, heykel yıktırmaktı, Uludere katliamıydı, idamı savunmaktı, sanat dizilerini ihbardı, hatta ve hatta Kürtleri TBMM’den atmaktı, vallahi bunların hepsini, hepsini anlayabiliyorum Sayın Başbakanım. Çünkü, çok kötücül de olsa, ortak bir mantıkları var: Irkçı ve dinci muhafazakârların oylarına oynayıp ‘Başkan’ olmak ve böylece şu andaki fiili meşruti monarşiyi hukukiye çevirmek istiyorsunuz.
Tamam da, Nihat Ömeroğlu gibi birini niye ülkenin insan hakları açısından en nazik yerine seçtirdiniz, bunun mantığını yakalayamadım. Bütün özgürlüklerin anası olan ifade özgürlüğünü ‘Türklüğe hakaret’ ilan etmiş olmasından bahsetmiyorum. Seçildikten sonraki hazin vaziyetinden bahsediyorum. Böylesini bulmak için çok mu uğraştınız? Çünkü bu şahıs hem size oy kazandırmaz, hem de başınıza büyük dert olur. Bakın, şuracığa yazıyorum, yakında “Böyle dost, düşman başına” dedirtecek size. Dört yıllık görevi bitsin diye saat sayacaksınız. Size nikâh şahitliği yaptırmak gibi mantıklar dışında, bu şahsın yaptıkları her açıdan kevgir gibi:
Okumuyor? Anlamıyor? Aldırmıyor?
1) Fevkalade kritik bir davada bile dosyayı okumuyor. Okuduysa, anlamıyor. Anladıysa, aldırmıyor. Önceden verdiği hükümle imzayı basıyor. Sonra da bunu inanılmaz biçimlerde savunmaya soyunuyor:
a) Davaya bakan mahkeme (Şişli Asliye Ceza) şöyle demiş: “Zehirli kan olarak ifade edilen husus, Türklük ya da Türk kimliğine yönelik değildir. Aksine, Ermenilerdeki Türk anlayışı ve olgusuna yöneliktir. Ayrıca, tipik eylem suçu oluşmamıştır, yazı ifade özgürlüğü kapsamındadır.” İstanbul Ün. bilirkişi raporu da, Yargıtay eski başkanı Sami Selçuk’un hukuksal görüşü de, Yargıtay Başsavcılığı’nın Ö. F. Eminağaoğlu imzalı tebliğnamesi de tamamen aynı şeyi söylüyor. (YARSAV başkanlığı yapmış olan bu savcı, O. Pamuk davasındaki mütalaası nedeniyle açılan bir disiplin davasından zaten ceza almıştı. Hrant’ın davasında da beraat isteyince, “Tarafsız davranamayacağı” suçlamasıyla 2009’da üç ayrı soruşturmaya uğradı. Önce İstanbul’a, sonra Çankırı’ya sürüldü, biliyor muydunuz?)
Ama yeni ombudsmanınız ısrarcı: “Karar doğru da olabilir, yanlış da. O zaman pozitif hukukumuzdaki [yasalarımızdaki] 301. maddeyi öyle değerlendirmişiz.” Av. Fethiye Çetin de soruyor: “AİHS’yi, onu yasalara üstün tutan Anayasa 90/5’i pozitif hukuktan saymıyor mu?” Ombudsmanınız, dava dosyasındaki bu belgelerden her biri için yukarıdaki üçlüden birini uyguluyor: Okumuyor / anlamıyor / aldırmıyor. Ama mahkûmiyete imzayı atıyor.
“Adını bilmiyordum”
b) “Ben onun Hrant olduğunu da bilmiyordum. Fırat Dink diye geldi” diyor. Vallahi, olursa bu kadar olur. Birincisi, dünyadan habersiz bir yargıç olduğunu açıklıyor. İkincisi, daha göreve başlamadan yalan söylüyor çünkü bütün mahkeme kararlarında ve beraat isteyen Yargıtay Başsavcılığı tebliğnamesinde aynen şu isim geçiyor: ‘Fırat (Hrant) Dink’. Savcı Eminağaoğlu diyor ki: “Hem Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne, hem de Ceza Genel Kurulu’na gönderdiğim yazılarda her iki ismine de yer verdim.” Üçüncüsü, demek ki Yargıtay, belge ve delillere göre değil, sanıkların adına göre karar veriyormuş. Adamına göre. Bu ne biçim bir züldür?
2) Kendi kendini övüyor: “Hayatım boyunca demokrasi mücadelesi verdim. Üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü savundum” diyor. Oysa, Yargıtay üyesiyken Habertürk’e 31.01.2011’de yazdığı makalede, “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delil”lerin, disiplin cezası verilmesinde kullanılabilmesini savunuyor. Diğer yandan, hakkında çok sayıda şaibe var ki, bunların tümü doğru olmadığı takdirde bile, ‘şüyuu, vukuundan beterdir’. Bu kadar hassas bir makama getirilecek kişi şaibe kaldırmaz, değil mi?
Ömeroğlu, eski bakanlardan Cevdet Çağlar’ın dolandırıcılıktan yargılandığı ve beraat ettiği davaya bakan mahkemenin başkanı. Kamuoyunda ‘Neşter-2’ olarak bilinen bazı davalar sırasında, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Gn. Md. Vekili sıfatıyla Ankara adliyesine giderek Turkcell-Telekom davasına bakan yargıcı ziyaret ettiği iddia ediliyor. Hatta, 27.10.2004 tarihli Hürriyet bir açıklama yayımladı. “Daha önce yayımlanan haberimizde bir maddi hata yapılmıştır. Ömeroğlu’nun, yargıcın odasına Turkcell lehinde konuşmak için gelen Haldun Erdavran’la o gün o odada tesadüfen birlikte bulundukları öğrenilmiştir” diye düzeltti.
Diğer yandan, milletvekili Umut Oran, TBMM’ye verdiği soru önergesinde, sizin nikâh şahitliğini yaptığınız oğlunun THY’de alışılmadık hızla yükseldiğini söyleyerek, Ömeroğlu’nun THY tarafından Kasım 2012’de Washington’a davet edildiği ve masraflarının karşılandığı iddiası doğruysa, ombudsman olarak THY ve yöneticilerinin taraf olacağı bir davadaki etik durumunun ne olacağını sordu. Sonra hatırlattı: Almanya eski cumhurbaşkanı Christian Wulff, resmi gezilerden elde ettiği uçuş millerini özel gezilerinde kullandığının ortaya çıkması üzerine istifaya davet edilmişti.
“Solcuyu 301’den beraat ettirdim”
3) Ömeroğlu, kendini savunurken, “Benim 301’den mahkûmiyet kararı verdiğim yoktur” diyor. Ve kanıtlıyor: “Prof. Doğu Ergil sol tandanslıdır, 301’den yargılayıp beraat ettirdim.” Bir kere, insanın aklına, sol eğilimlilerin 301’den beraat etmemesi mi gerektiği geliyor. İkincisi, Prof. Ergil’le biraz önce konuştum, olayın içyüzü epey ilginç. Kendisi hakkında iki dava açılıyor ve birleştiriliyor. Birincisi, Bursa Barosu’nun davetiyle verdiği bir konferansta şöyle deyişinden: “İ. İnönü hakkında, ‘savaşa girmeyerek milletin erkekliğini iğdiş etti’ dediler. Savaş ile erkekliğin ortak paydası tecavüzdür. Bu ne sapık bir mantıktır!”. İkincisi, bir seferinde Prof. Ergil’i bilirkişi olarak çağırmışlar, yollanan kâğıtta da “Gelmezseniz zorla getirtiriz” diye not düşmüşler. Bunun üzerine Ergil alınıyor, gitmiyor. Bunu da Bursa konferansında anlatıyor. Sonuç: 301’den dava. Bilirkişi raporu lehine gelmiş, beraat etmiş. Ömeroğlu’nun “Beraat ettirdim” dediği 301 bu.
Ömeroğlu, Hrant kararında kendini bir de şöyle savunuyor: “23 kişiydik. Ben sadece biriydim.” SBF kapalı kantininde sigara fosurdatan öğrenciyi uyarmıştım da, “Herkes içiyor!” diye çemkirmişti. O anda hem kendisine acımıştım, hem de böyle öğrencileri barındırdığı için, Mülkiye’ye.
Yerim bu kadarını alabildi Sayın Başbakanım; aştım bile. Hrant’ı mahkûm ettirenlerin nasıl ok gibi yükseltildiğini, beraatını isteyenlerin nasıl Yargıtay üyesi Hamdi Yaver Aktan gibi sürgün edildiklerini anlatmadım. 29.11.2012 tarihli Vatan’da Kemal Göktaş tam listesini verdi; bu terfi ve sürgünlerin hepsi de sizin iktidarınızda gerçekleşti, biliyor muydunuz?