Kamboçya: Soykırımın ardından adalet mümkün mü?

Agos yazarı Vicken Cheterian’ın Kamboçya’daki soykırımın izlerine dair tanıklıklarının ilk bölümünü iki hafta önce sunmuştuk. Cheterian, yazısının ikinci bölümde, adaleti sağlamanın zorluklarına dikkat çekiyor.

Kızıl Kmerlerin kısa fakat şiddet dolu iktidarı sona erdikten sonra dünyaya gelen birçok Kamboçyalı, bir önceki kuşağın korkunç hikâyelerine inanmakta güçlük çekiyor. Edebiyatçı ve çiftçi Uon Silot, “Annem ve babam bana kendi hikâyelerini anlatırlardı ama onlara hiçbir zaman inanmazdım. ‘Sana anlatıyoruz ki başına aynı şeyler gelmesin’ derlerdi” diyor.

O anne-babalar için bu travmatik hikâyeleri anlatmak kim bilir ne kadar zor, anlattıktan sonra da kendilerine inanılmaması kim bilir ne kadar acı vericidir. Kitlesel şiddet hikâyesini insanın kendi çocuğuna bile aktarmasının imkânsız olduğu düşüncesi, birtakım varoluşsal sorular doğuruyor. İnsan medeniyeti olarak, soykırım konusunda ‘ders’ almayı becerebiliyor muyuz? Bir sonraki kuşağı insan kaynaklı şiddetten ve kendi kendini imha etme eğiliminden uzak tutabilecek miyiz?

Kamboçya Belgelendirme Merkezi’nin direktörü Youk Chhang, görüşmemizde “Soykırım, Kamboçya’nın kimliği haline geldi” dedi ve durumu şu sözlerle açıkladı: “Bu ülkede yaşayan herkes soykırımdan etkilendi. Bundan kaçmak mümkün değil. Bu ülkenin tüm çocuklarının anne-babaları soykırımın ya kurbanı ya da faili.”

 

‘Kendi kendine soykırım’

Kamboçya’da sık sık duyduğum bir söz, bu ülkede yaşanan soykırımı diğerlerinden ayıranın, “kendi insanlarını öldürmüş olmaları”ydı. Bunu söyleyenlerin kastı, Kızıl Kmerlerin katletiklerinin de Kmer, yani etnik olarak kendileriyle aynı gruptan insanlar olmasıydı. Üstelik, kurbanlar ve failler genellikle aynı toplumsal sınıfa mensuptu. Kızıl Kmerlerin liderleri, yurtdışında eğitim almış, şehirli kişilerdi ve şehirli aydın kesimi yok etmişlerdi; alt kademelerdeki askerler ise eğitimsiz köylülerdi ve onlar da yüzbinlerce köylüyü öldürmüştü. Kızıl Kmerler dönemi sona erdiğinde, Kamboçya’da hayatta kalan avukatların sayısı yedi, doktorların sayısı ise 43’tü. Bu nedenle, Kamboçya’daki kitlesel şiddet ‘oto-jenosit’ yani kendine yönelik soykırım olarak nitelendiriliyor. Ama zaten, failin kendi toplumunu ‘sakatlamamış’, yıkıma itmemiş olan herhangi bir soykırım var mı?

Soykırım sonrasında olup bitenlerle, –Vietnam ve Sovyetler Birliği dışında– uluslararası toplumun Kızıl Kmerlere para ve silah desteği sunmasıyla, Kamboçya’dan alınacak şaşırtıcı bir ders daha var. ABD, Çin ve Tayland, Kızıl Kmerleri, Vietnam güçleri tarafından Phnom Penh’ten ve Kamboçya’nın büyük kısmından çıkarılmalarının ardından on yılı aşkın bir süre boyunca siyasi ve finansal olarak destekledi. Soğuk Savaş dönemiydi ve Kamboçya’da Sovyet müttefiki olan Vietnam hâkimdi. Bu nedenle, yalnızca Atlantik İttifakı değil, Çin de, Sovyetler-Vietnam ittifakına karşı bir güç oluşturmak amacıyla, Pol Pot’a ve onun suç çetelerine milyonlarca dolarlık askerî yardım göndermeye devam etti. Kızıl Kmer güçleri, Ocak 1979’da, Vietnam’ın saldırısına karşı koyamayarak iki hafta içinde çöktü. Ancak aldıkları ciddi uluslararası yardımla, yeniden toparlandılar ve savaşmaya devam ettiler. ABD ve Çin, ayrıca, Vietnam birliklerinin çekilmesini talep etti; bu, Kızıl Kmerler için Kamboçya’ya dönüp iktidarı ele geçirme yolunu açabilirdi 1980’lerde, sadece Çin, Kızıl Kmerlere 1 milyar dolara eşdeğer miktarda nakit ve silah sağladı; 1990 yılında, kendi üretimi olan 20 tank yolladı. ABD Başkanı Jimmy Carter ve danışmanı Zbigniew Brzezinski, Vietnam’ın Güneydoğu Asya’daki etkisini kırmak için Kamboçya’ya karşı Kızıl Kmer tehdidini kullanmayı uygun gördü.

 

Kızıl Kmerlerin destekçileri

Kızıl Kmerlerin lideri Pol Pot, askerlerinin, çeltik tarlalarında çalışırken açlıklarını gidermek için biraz pirinç ya da birkaç mango ‘çaldılar’ diye binlerce insanı katletmesinden sadece birkaç yıl sonra, Tayland’daki lüks otellerde görüldü. Tayland, 1990’ların ikinci yarısına kadar, Kızıl Kmerlere lojistik üs de sağladı. Bu uluslararası yardım sayesinde, Kızıl Kmerler, 20 bin ila 40 bin askerden oluşan bir orduyla Kamboçya’ya karşı savaşmaya devam edebildi.

Kamboçya nüfusunun dörtte birini öldürenlere, iktidarı ve Kamboçya topraklarındaki nüfuzlarını tamamen yitirdikten sonra bile, Birleşmiş Milletler’de Kamboçya’yı temsil etme ayrıcalığı tanındı. Pol Pot’un yandaşları, Phnom Penh’i yitirmelerinin ardından 11 yıl daha Kamboçya’nın BM’deki koltuğunu işgal etme hakkıyla ödüllendirildi. Uluslararası toplum, Kamboçya halkının uğradığı soykırımın sorumlusu olan suçluları kolayca adaletin karşısında çıkarabilirdi ama jeopolitik oyunlar içinde, bunu yapmaktan uzak durdu.

Bu Batı-Çin ittifakı, 15 yıldır adaletin yerini bulmasını engellemekle kalmayıp, soykırımın faillerine, savaşa 20 yıl daha devam ederek binlerce insanı öldürme, yeniden iktidara gelebilecekleri tehdidiyle sürekli olarak kurbanlarının karşısında durma imkânı sundu.

Kızıl Kmerler dönemi sona erdiğinde, Kamboçya’da hayatta kalan avukatların sayısı yedi, doktorların sayısı ise 43’tü. Bu nedenle, Kamboçya’daki kitlesel şiddet ‘oto-jenosit’ yani kendine yönelik soykırım olarak nitelendiriliyor. Ama zaten, failin kendi toplumunu ‘sakatlamamış’, yıkıma itmemiş olan herhangi bir soykırım var mı?

Vietnam güçleri 1989 yılında, Sovyetlerdeki Perestroyka politikasının zirvede olduğu, Moskova ile Washington arasındaki gerginliğin azaldığı dönemde, nihayet Kamboçya’dan çekildi. Kızıl Kmerlere verilen uluslararası destek ancak 1990’da kesildi. Soğuk Savaş’a son verilmiş, onlara artık ihtiyaç kalmamıştı. Fakat Kızıl Kmerlerin bakiyeleri, faaliyetlerini sürdürdü.

Kızıl Kmerlerin askerî operasyonlarına devam ediyor oluşu, soykırımın faillerinin adaletin karşısına çıkarılmasının önünde büyük bir engel teşkil ediyordu. Hatta, 1985’ten beri Phnom Penh’te iktidarı elinde tutan Kamboçya Başbakanı Hun Sen, birçok Kızıl Kmer lideri için af çıkardı. Çatışma sonrası dönemlerin o bildik ikilemi: Adalet yerine barış...

Kızıl Kmerler inkâr ediyor

1,3 milyon ila 1,7 milyon arasında insanın ölmüş olmasına rağmen, bugün, Kızıl Kmerlerin eski liderleri arasında bu konuda sorumluluk üstlenen birini bulmak güç. Hepsi, her türlü sorumluluğu ve suçu reddediyor. ‘2 Numaralı Ağabey’ Nuon Chea, kararları Pol Pot’un aldığını söyleyerek sorumluluğu reddetti. Şöyle diyordu: “Pol Pot partinin sekreteriydi, bense sadece sekreter yardımcısıydım. Kimi zaman hiçbir etkim olmuyordu.” Pol Pot da işlenen suçları reddetmiş; BBC’ye verdiği bir söyleşide, S-21’in Vietnam tarafından propaganda amacıyla tezgâhlanan bir komplo olduğunu söylemişti.

Pol Pot ve Kızıl Kmer liderleri, 1979’da iktidardan indirilmelerinden ancak çeyrek asır sonra uluslararası bir mahkeme tarafından yargılanabildi; Kamboçya hükümeti ile BM arasında ancak 2003 yılında anlaşmaya varılabildi.

Adaletin önemi ve imkânsızlığı

Soykırımın sorumlularını adalet önüne çıkarmakla görevli Kamboçya Olağanüstü Mahkemesi (ECCC), işlerini ulusal mevzuat ve BM aracılığıyla destek veren uluslararası mevzuat çerçevesinde yapan Kamboçyalı hâkimlerden oluşuyor. Ancak daha en baştan, iki taraf arasında bir güven sorunu vardı; iki taraf da birbirini “siyasal saiklerle” hareket etmekle suçluyordu. Kamboçyalılar, BM’ye, 1980’lerde oynadığı rolden ötürü kuşkuyla bakıyorlar. Uluslararası toplum, şu anki başbakan Hun Sen ve diğer üst düzey yetkililer geçmişte, Vietnam’a kaçmadan önce Kızıl Kmerlere mensup oldukları için, Kamboçya hükümetine kuşkuyla bakıyor. Yargılamanın yavaş ilerlemesi de itirazlara neden oldu. Suç isnadıyla sanık olarak ECCC’ye çıkarılanların sayısı sadece dokuz. Bugüne kadar, eski Kızıl Kmer liderlerinden üçü ömür boyu hapse mahkûm edildi: ‘İki numaralı ağabey’ Nuon Chea; Kızıl Kmer Devlet Başkanı Kiyö Samfan; ünlü S-21 hapishanesinin müdürü, ‘Duch’ adıyla da tanınan Kaing Guek Eav. İkisi yargılanmaları sürerken öldü; Im Chaem hakkındaki dava da, sorgu hâkimleri onun en fazla sorumluluk taşıyanlardan olmadığına hükmetmesiyle, kapandı. Geri kalan üç kişiyle ilgili davalarda bu yıl içinde karara varılması bekleniyor.

Kamboçya Soykırımı’nın açık yaralarını sarmak için yıllar boyu verilen hukuki mücadeleler, en hafif tabirle, zayıf bir sonuç verdi. Bir soykırımdan sonra, ‘işlenen suça denk ceza’ çerçevesinde, geleneksel anlamıyla adaletin sağlanması mümkün değil. Milyonlarca insanın öldürüldüğü, birçoklarının mülklerini kaybettiği, tehcir, tecavüz ve işkencelerin damga vurduğu bir dönemde işlenmiş milyonlarca suçu bir yargı sisteminin önüne çıkarmak imkânsız. Geleneksel bir adalet sistemi, her bir kayıp, acı ve hayal kırıklığı için yeterli bir yanıt üretme, bir telafi/tazminat belirleme gücünden yoksun. En fazla, bir mahkeme, işlenen kitlesel suçların sorumlularından birkaçını yargılayarak sembolik bir adalet sağlayabilir. Bu sembolik adalet kurbanları tatmin etmeyecektir (ki soykırımdan kurtulan toplumların politizasyon ve örgütlenme düzeyinin hep yüksek olması bundandır) ama en azından, topluma, kitlesel katliamlar, tehcirler, mülklere el koyma ve tecavüzlerin lanetlenmesi gereken edimler olduğu mesajını verecektir. Günümüzde, böyle bir sembolik adalet noktasına bile ulaşamamış, bu nedenle iyi ile kötü arasında ayrım yapamayan ne kadar çok toplum var...

Kategoriler

Genel Güncel


Yazar Hakkında

Vicken Cheterian