“Muktedir” başlıklı kitabıyla Recep Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’deki merkez sağ gelenek içinde inceleyen ve konuşmalarını, siyasal deneyimini mercek altına alan Çankaya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Profesör Doktor H. Bahadır Türk ile yaklaşan seçimler öncesinde AKP’nin durumunu ve Erdoğan’ın seçim kampanyasını konuştuk.
-Birkaç hafta öncesine gidelim. Önce MHP lideri Bahçeli erken seçim teklif etti, Erdoğan da kabul etmekle kalmadı daha da erken bir tarih belirledi. AKP-MHP ittifakı neden bu kadar erken seçim istedi sizce?
Bana kalırsa AKP, bu erken seçimi MHP’den de çok istedi. Bunun nedenleri var tabii. AKP özelinde bakıldığında asli neden şöyle özetlenebilir: Partinin yönetme kapasitesinin sınırlı bir hale gelmesi. Bu sınırlılık hali; partinin hızla Erdoğan etrafında örülen kişi kültünü canlı tutmaya yarayan bir teknik aygıta dönüşmesi ile doğrudan bağlantılı. AKP’nin Erdoğan merkezli siyaset algısı, partinin kitle ile olan bağını canlı tutması açısından pratik bir tercih şüphesiz. Ancak bu tercihin partinin siyasal aklını zedeleyen bir tarafı da var. Zira salt Erdoğan merkezli bir bakış, AKP’nin siyaset yapma ve siyaseti düşünme biçimini bir kolaycılığa sürükledi. Örneğin hükümetin faiz politikası konusunda Erdoğan’ın şahsi kanaati dışında insanlara makul gelecek bir açıklama yapılamaması bunun küçük bir örneği.
Artık AKP’nin kitlesine Erdoğan dışında bir şey sunamaması ve aslında kendisini ancak Erdoğan ile vareder hale gelmesi de yine bunun bir uzantısı. Bir başka deyişle, AKP’nin en büyük seçim vaadi Erdoğan’ın kendisi oldu. Bu türden bir yaklaşıma dayanan bir siyaset algısının sorun çözme yeteneği körelir. AKP’nin 3 Kasım 2019’da yapılması gereken seçimleri ani bir kararla bu kadar erkene almasındaki temel neden bana kalırsa bu.
Seçimlerin erkene alınmasının diğer nedenlerinden de bahsetmek mümkün. Bunların başında ekonomik gidişattan kaynaklanan olumsuzluklar var. AKP, kötüleşen ekonomik gidişatın saklanması imkânsız hale gelecek bir büyük çaplı ekonomik krize dönüştüğü bir ortamda seçime girmek istemiyor. Buna ek olarak AKP’nin, her zaman özel bir hassasiyetle yaklaştığı yerel seçimlere daha güçlü girebilmek amacı var. Suriye başta olmak üzere Türkiye’nin başını ağrıtan dış politika meselelerinden kaynaklanan belirsizlikler de bir başka neden.
Hem AKP hem MHP için ortak bir erken seçim gerekçesi de İYİ Parti’nin oy oranını yükseltme olasılığına karşı bir hamle yapmak arzusu. AKP ve MHP’nin, Kasım 2019’a giden süreçte İYİ Parti’nin daha güçlü bir siyasal rakip olarak karşılarına çıkma olasılığının önünü almak istediği söylenebilir. MHP’nin mevcut konumunu ancak bir Erdoğan iktidarı ile sürdürebileceğini düşünmesi ise MHP’nin asli nedeni.
-Bahçeli Erdoğan ya da MHP AKP işbirliğinin, nasıl diyelim, kimyası da çok tartışılıyor. İlk başta MHP'nin AKP'ye bir tür 'sığındığı' gibi yorumlar hakimdi. Ancak son dönemde Bahçeli'nin Erdoğan'ı etkilediği, yönlendirdiği yorumları da hakim. Sizce nasıl bir ittifak ile karşı karşıyayız?
Her ittifak, doğası gereği karşılıklı çıkarlar üzerinden tanımlanır. Dolayısıyla MHP'nin AKP'ye sığınmasından ya da Bahçeli'nin Erdoğan'ı yönlendirmesinden bahsedilemeyeceğini düşünüyorum. Burada söz konusu olan şey; AKP ve MHP’nin pragmatizmleri temelinde karşımıza çıkan bir çıkar ortaklığı. MHP açısından bakıldığında bu ittifakın ilk ve esas gerekçesi, Bahçeli’nin kendi pozisyonunu öncelikli olarak MHP genel başkanı olarak kalmak motivasyonu üzerinden şekillendirmesiyle ilgili. Bahçeli, mevcut konjonktürde partisi ve kendisi için asıl tehlikenin AKP değil, İYİ Parti etrafında birleşmiş muhalifleri olduğu düşünüyor. Dolayısıyla hamlesini asli hasımlarına bakarak yapıyor. İkincisi, bunu yaparken -tıpkı daha önceki erken seçim çağrılarında olduğu gibi- partisi ve kendisi için bir tür “oyun kurucu” yahut “gündem belirleyici” rol devşirmeye çalışıyor. Üçüncüsü, Bahçeli bu ittifakı mümkün kılan etkenleri bir “devlet bekası” gerekçesine dayandırmak istiyor. Bunu yaparken örneğin AKP’nin Suriye ve PKK/PYD özelindeki mevcut pozisyonunu kendi savunduğu çizginin bir doğrulaması olarak öne çıkarmak ve parlatmak istiyor. Bahçeli’nin “FETÖ'nün seçmendeki siyasi ayağı” açıklamasında da görüldüğü gibi devletin varlığına yönelik bir tehdide karşı AKP ve MHP’yi biraraya gelmesi zorunlu olan iki aktör olarak sunmak yönünde de bir irade var.
Bu iradenin cisimleşmesi; Bahçeli’nin dilinde İYİ Parti’nin kriminalize edilmesinden, AKP’nin yükselen güvenlikçi eğiliminden ve OHAL’in de ruhuna uygun “her daim teyakkuz” prensibinden bağımsız değil. AKP de bu ittifak özelinde hem kendi siyasi ikbalini sağlama almak hem de bunu bir “devletin âli menfaatleri” çerçevesine oturtmak istiyor. Erdoğan’ın ve AKP’nin artık uzunca bir müddettir devlete dönüştüğü, devlet gibi düşündüğü bir evredeyiz. Bu evre, MHP’nin her daim devletin yanında durma refleksi ile de mükemmel biçimde örtüşüyor. Bu açıdan iki partinin biraradalığı, devletin kadim beka ve güvenlik kaygısının bütün söylemsel malzemesini kullanmak eğiliminde. Dolayısıyla bence AKP-MHP ittifakı için doğru isim “cumhur ittifakı” değil, “devlet ittifakı” olmalı.
- Erdoğan'ın bu seçimlere eskisi kadar güçlü gitmediği hatta bir tür savunmada olduğu görüşü yaygın. AKP'nin siyasi hayatında ilk kez bir ittifakla seçime gittiğini düşünürsek, bu seçimler Erdoğan'ın siyasi macerasında nasıl bir aşamaya denk geliyor, ya da gelebilir?
Ben, Erdoğan’ın savunmada olduğu yönündeki görüşlere katılmıyorum. Erdoğan’ın liderlik başarısının ana unsurlarından biri zamanlama. Erdoğan’ın henüz alıştığımız seçim dönemi performansını göstermediği doğru. Ama gösteremediği için değil, şu aşamada diğer adayları “ciddi rakipler” pozisyonuna sokmamak için yapıyor bunu. İYİ Parti’den uzunca bir süre söz etmeyip daha sonra “Sözde İYİ Parti” nitelemesine başvurması ya da Muharrem İnce’den “CHP’nin başındaki zat tarafından öne sürülmüş gariban” diye bahsetmesi de bununla ilgili. Seçim tarihi yaklaştıkça Erdoğan “hücum pres” seçeneğine yönelecektir. Her ne kadar bir ittifakın adayı olarak seçimlere girse de Erdoğan’ın bu seçimlere bakışında genel hatlarıyla onun diğer seçimlere bakışının izleri var. Erdoğan, 100 haneli bir köyde yapılan seçimi de kazanmak ister, genel seçimleri de. Bu sabit kazanma azmi ve “her seçimi son seçimmiş gibi ciddiye almak” arzusu onun liderlik tarzının karakteristiklerinden biri.
Erdoğan’ın ve AKP’nin 2002’den sonra girdiği her seçim çok kritikti. Dolayısıyla her seçime “Bu seçim başka” sloganının çeşitlemeleri ile gittiler. Bu açıdan önümüzdeki seçim için de aynı slogan duruyor aslında karşımızda. Üstelik yine haklılar. Çünkü bu kez bahisler çok yüksek. Kaybetmenin faturası daha ağır. Tabii bu minvalde seçimi kritik kılan bir husus da seçilecek cumhurbaşkanının nasıl bir meclis kompozisyonu ile çalışacağı olacak.
-Siz Erdoğan'ın nutuklarını, argümanlarını da etüd etmiş birisiniz. Bu seçimlerde Erdoğan'ın sözlerinde, argümanlarında bir değişim ya da tabanını havaya sokmakta zorlanma görüyor musunuz? Son birkaç kongrenin sönük geçtiği yolunda haberler var.
Dediğim gibi şu an için öyle bir hava olduğu söylense bile –ki ben öyle olduğunu düşünmüyorum- bu daha çok Erdoğan’ın zamanlama konusundaki eğilimi ile ilgili. Erdoğan, kitlesiyle kurduğu ilişkinin doğasını biliyor. Bu türden bir” havaya sokma” endişesi taşıdığını veya bu konuda zorlandığını ya da zorlanacağını sanmıyorum. Bu seçim özelinde şu ana kadar Erdoğan’ın retoriğinin kurucu unsurları ve işleyiş mantığı açısından kayda değer bir farklılık görmüyorum. Hatta daha somut bir şekilde ifade etmeme izin verirseniz şöyle söyleyeyim: Erdoğan’ın tüm önemine rağmen bu seçimler özelinde şu ana kadar başvurduğu formül ile 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde kullandığı formül arasında anlamlı bir farklılık yok örneğin. Yine milli irade fetişizmi, yine hizmet siyaseti vurgusu, yine siyaseti savaş olarak gören bir hassasiyet, yine atıfta bulunulan düşman koalisyonları (ama tabii 2014 yerel seçimlerinden farklı olarak bu koalisyonların içinde bu kez MHP yok), yine milliyetçi-muhafazakâr-İslamcı retorik malzemenin serbest bir sentezi (bu kez milliyetçi-devletçi ton daha koyu olmak kaydıyla) ve yine güçlü bir eril söylem söz konusu. Zaten anlamlı bir farklılığa da gerek yok. Zira kazanan terkip bu… Mesele bu terkibi iyi bir zamanlama ve siyasal fırsat yaratma ve kullanma becerisi üzerinden seçmenleri mobilize edecek kapsayıcı bir popülist stratejiye eklemlemek. Erdoğan, kritik zamanlarda hep bu stratejiyi kullandı.
-Muhalefetin özellikle de CHP adayı Muharrem İnce'nin şu ana kadarki performansını nasıl buluyorsunuz? Erdoğan'ı argüman anlamında zorlayacak bir siyasetçi mi?
Ben Muharrem İnce’nin şu ana kadarki performansına baktığımda onda hak ettiğini düşündüğü halde uzun süredir ilk onbirde kendisine yer bulamamış futbolcunun maça başlama heyecanını görüyorum. Sahaya girer girmez, her yere ve herkese pres yapma, seyircinin gönlünü kazanmak konusundaki heveskârlık… İnce’nin bu hali, Erdoğan gibi tecrübeli bir rakibe karşı işe yarar mı ya da onu zorlar mı? Bir ölçüde. Galibiyet getirir mi? Çok zor. İnce’nin de sorunu Akşener’le ve Erdoğan’a karşı yarışan diğer adaylarla aynı. Üzerinde hareket ettiği seçmen zemini genişletilmeli. Ama bu genişletilme yüksek bir kırılganlık içeriyor. Bu nedenle İnce bir yandan HDP'nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ı cezaevinde ziyaret etmek, bir yandan yerleşik CHP seçmeninin hassasiyetlerini gözetmek, bir yandan alışılageldik agresifliğinden uzak durmaya çalışmak -örneğin rakibi Erdoğan’ı da ziyaret ederek “centilmen” bir görüntü çizmek-, bir yandan da diğer adayların seçmenlerinin de teveccühünü kazanmaya çalışmak gibi zor bir meydan okumayla karşı karşıya.