YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Bu davayı tüm Türkiye izlemeliydi

“28 Mart 2011’de EFT yoluyla 2.500 TL gönderdiğim Hüseyin Aktaş bir parkeci. Oturduğum evin salonundaki parkeyi yenileme işinin karşılığı olarak kendisine yapılan bir ödeme söz konusu. İşte bundan yola çıkan savcı mealen ve mecazen diyor ki; ‘Ey Akın Atalay, bundan 6 buçuk yıl önce evindeki parke işlerini yaptırıp karşılığında 2.500 TL ödediğin Hüseyin Aktaş’ın bir oğlu var. Oğlunun adı Atilla. İşte bu Atilla bir gün Bursa’daki bir restoranda yemek yiyor. Yemek yediği restoranı işleten Boğaziçi Tic. Ltd. Şirketi ile bu şirketin sahibi olan Şaban Aydın hakkında MASAK’ın raporu var. Ver bakalım hesabını!..’ Ne desem?”  

Yazıya hafta boyunca devam edecek olan Cumhuriyet gazetesi davasından bir ifadeyle başlamak uygun göründü. Ne desin Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, gerçekten? Dokuz aydır tutuklu olan Cumhuriyet gazetesinin yazar ve yöneticileri haftabaşında ilk kez hâkim karşısına çıktılar. 12’si tutuklu 19 kişi “terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek” iddiasıyla yargılanıyor. 

24 Temmuz Pazartesi günü başlayan (ki sansürün kaldırılışının yıldönümü oluyor; herhalde daha anlamlı bir gün bulunamazdı) duruşmanın öncesinde Çağlayan Adliyesi’nin önü kalabalıktı. Çok sayıda gazeteci, hak savunucusu ve milletvekili, akla hayale sığmayacak gerekçelerle yargılanan Cumhuriyet yazar ve yöneticilerine destek olmak için Çağlayan’a gelmişti. Duruşmayı izlemek isteyenlerin sayısı epey yüksekti ancak o devasa Adalet Sarayı’nda bu duruşma için küçük bir salon seçilmişti. Dolayısıyla çok az sayıda izleyici içeri girebildi ve o tuhaf iddianameyle ilk elden karşı karşıya kaldı. Ve yine ne yazık ki çok az sayıda izleyici tutuklu gazetecilerin yaptıkları çok önemli savunmaları dinleyebildi. Savunmaları sınırlı sayıda gazeteden ve sosyal medyadan okudukça şunu düşünmemek mümkün değildi: Bu davayı aslında tüm Türkiye izlemeliydi. Hukukun nasıl eğilip büküldüğünü görmek için, Gülen Cemaati’yle yıllar boyunca içli dışlı olanların, şimdi tutup, Cemaat’e yıllar boyunca en uzak durmuş kesimlerden biri olan bir gazetenin çalışanlarını anlaşılmaz iddialarla nasıl dokuz aydır içerde tuttuğunu görmek için. Bu ülkede kimlerin nasıl gerekçelerle içeri atıldıklarının görülmesi için. Olamayacağını biliyorum ama keşke bu dava kameralarla, canlı yayınla tüm Türkiye’ye, hatta dünyaya izletilseydi.

Bu yazının yazıldığı Çarşamba günü itibariyle öyle tuhaf suçlamalarla karşı karşıya kaldı ki Cumhuriyet çalışanları, hangi birini yazsam diye düşünüp duruyorum. Aradığı pideci üzerinden suçlanan mı istersiniz, parke yaptırdığı kişi üzerinden suçlanan mı... Gazetenin yayın politikasının uzun uzun tartışıldığı bir duruşma düşünün veya... 2017 yılı itibariyle böyle bir duruşma izliyoruz işte. Sonuçta mahkeme boyunca sorulan tuhaf soruların bir özetini yapamayacağıma karar verdim. Duruşmayı an be an izleyip Twitter üzerinden yayın yapan ‘Cumhuriyet Savunması’ hesabından bir kolaj yapmak daha uygun olacak. Buyurun: 

Kadri Gürsel: İletişim kurduğum iddia edilen 102 Bylock kullanıcısından 85’i bana SMS atmış,17’si beni aramış. İletişim kuran ben değilim. 

Kadri Gürsel: Ahmet Altan’ı babası Çetin Altan’ın vefatı nedeniyle aradım, telefonu da açmadı zaten. 112 kişi iddiası tamamen asılsızdır. 

Kadri Gürsel: Yenigün Haber Ajansı İmza Yetkilisi ve Cumhuriyet Vakfı Başkanı değilim. Fezleke iftiralarla doludur. 

Savcı: (Cumhuriyet Vakfı) Yönetim Kurulu üyesi olmadığınızı mı iddia ediyorsunuz?

Kadri Gürsel: Ben iddia etmiyorum, resmî kayıtlarda yok. İddianame yanlış.

Akın Atalay: Dışarıdan gelip gazeteye el koyduğu söylenen Orhan Erinç 1963 yılından beri bu gazetededir. En genci benim, 1992’de girdim.  

Akın Atalay: Biz havuz medyası gibi ahlaken batmadık. 25 yılık tüm bilançoları sunuyorum. Havuz medyası böyle şeffaf olsa görürüz fonlayanları. 

Atalay: Av. Faik Işık’la iletişimimden Fetö ilişkisi aranıyor. Oysa kendisi şu anda darbe davalarını TBMM avukatı olarak takip ediyor. 

Musa Kart: Tatil için aradığım numara yüzünden Silivri’de 9 ay kaldım. Yanlış rezervasyon! 

Murat Sabuncu: Bir gazeteci olarak teker teker manşetler üzerinden geçmek evimin basılmasından, kelepçeden, tecritten daha ağır geliyor. 

Murat Sabuncu: Darbe gecesi tüm çalışanlar bir aradaydı. O gece 12’de uçaklar uçarken bizim başlığımız hazırdı: ‘Darbeye karşıyız, çözüm demokrasi’  

Murat Sabuncu: Ben Pensilvanya’ya hiç gitmedim. Gülen bana koku hediye etti, kalem hediye etti diyen gazeteci olmadım. Gülen’i öven tek yazım yok.

Bülent Utku: Matbaa, bastığı gazetenin her nüshasını savcılığa teslim eder, basın savcısı bakar, suç varsa dava açar. Böyle açılan hiçbir dava yoktur. 

Bülent Utku: Bilirkişilerden ikisinin sadece adı ve soyadı belli. Resmî bilirkişi olup olmadıkları ve uzmanlıklarının ne olduğu belli değil.

Av. Ayhan Erdoğan: Raporlar dünya Bylock’u 15 Temmuz’da öğrendi diyor. Müvekkile ‘2013’te konuştuğun kişide neden Bylock var?’ deniyor. Nerden bilsin?

Ahmet Şık: Fetö’nün idealize ettiği model 15 Temmuz sonrası başarılı oldu. Tam da bu nedenle Fetö ne istediyse AKP vermiştir.

Savcı: ‘Katil devlet’ demişsiniz.

Şık: Devletin tarihi kanlıdır. Ermeniler, Hrant, Suriye, Berkin... Az söylemişim, seri katildir. 

Gazetenin baskıya girdiği Çarşamba akşamı itibariyle savunmaların genel hatları böyle. Şimdilik şunu söyleyerek bitireyim: Basın özgürlüğü açısından yıllarca konuşulacak bir davayla karşı karşıyayız. Bunu yaratmak da AKP’ye nasip oldu.