Yaklaşık bir haftadır Almanya’nın AKP’li bakanlara miting izni vermemesiyle meşgulüz. Önemli bir gelişmedir. Almanya’da ciddi sayıda Türkiyeli seçmen var. Orada yapılacak mitingler hem bu Türkiyeli seçmenlerin AKP’li –ve şu durumda MHP’li– olanlarıyla yakın irtibat sağlayacaktı, hem de Cumhurbaşkanı, Başbakan ve herhangi bir bakan öksürse bile Türkiye televizyonlarında canlı yayınlandığı için televizyonlarda günde 24 saati bulan ‘evet’ propagandası için malzeme olacaktı. Ancak Alman makamlarından mitingler için vize çıkmadı. Çeşitli gerekçeler var; başta da ‘yerel mahkemeler, otoriteler’ gibi bir gerekçe sunuluyor. Bunlar gerçek gerekçeler de olabilir ama şurası açık ki, Türkiye, daha doğrusu iktidar, Avrupa’da artık pek de hazzedilen bir konumda değil, kibarca konuşacak olursak.
Bu mitinglere izin vermeme kararı karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisi yine ölçüsüz oldu. Yaptığı bir konuşmada şöyle dedi Erdoğan: “Ey Almanya, sizin demokrasiyle yakından uzaktan alakanız yok. Sizin şu andaki uygulamalarınız geçmişteki Nazi uygulamalarından farklı değil, bunu böyle biliniz.”
Almanya’nın bu kararının demokrasi, ifade özgürlüğü ve insan haklarına uyup uymadığı tartışmaları bir yana, şu tepkide gerçekten de üzerinde durulması gereken noktalar var. Elbette, ilk olarak akla Türkiye demokrasisinin durumu geliyor. Meclis’teki üçüncü partinin eş başkanları ve vekillerinin hapiste olduğu, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınıp, hapse atılıp, yerlerine kayyım atandığı, gazetelerin televizyonların kapatıldığı, birçok gazetecinin tuhaf gerekçelerle tutuklandığı, akademisyenlerin üniversitelerden kapı dışarı edildiği, sokaklarda ‘hayır’ kampanyası yürütmenin hayli güç olduğu, ‘hayır’ diyen MHP’ye yakın isimlerin genel merkeze yakın kesimlerce uygulanan tehdit ve şiddete maruz kaldığı, MHP liderinin bu durum karşısında “Ülkücü işini yarım bırakmaz” diyebildiği bir ülkedeyiz nihayetinde. Yani, “Nazi uygulamalarına hangi ülke daha yakın?” diye bir soru sorsak, yanıtı belli.
Hal böyleyken, kalkıp Almanya’ya bu tür bir ders vermek, AKP’nin gitgide artan ölçüsüzlüğüyle ilgili bir durum olsa gerek. Ama konu aslında bu kadar da değil. Şimdi; günümüzdeki Almanya’ya Nazi uygulaması suçlamasını yöneltirken, ayrıca durup bir düşünmek lazım. Öncelikle, beğenirsiniz beğenmezsiniz, bilhassa 1970’lerden sonra Holokost yani Yahudi Soykırımı’yla yüzleşme konusunda önemli bir çabaya girmiş bir ülkeden bahsediyoruz. Ve elbette, bu Almanya için hiç de kolay olmadı. Ancak Willy Brandt’ın Polonya’daki soykırım anıtının önünde diz çökmesinin ardından başlayan süreci kriter alsak bile, önümüzde çok geniş bir literatür, yığınla çalışma, yüzleşme mekânı, hafıza merkezi var. Kısa süre önce ziyaret ettiğim, Nazi rejiminin gözde kentlerinden Nürnberg’de kurulan müze, bu yüzleşmeye daha yakından bakmak isteyenler için bir imkân sunuyordu. Hitler’in Roma İmparatorluğu dönemindeki kolezyumu örnek alarak neredeyse tıpatıp aynısını inşa ettiği ve rejimi için devasa bir miting merkezi olarak düşündüğü yapı yıllarca boş kaldıktan sonra bir tür hafıza merkezine çevrilmiş ve Nazi dönemi uygulamalarının orijinal belge, görüntü ve rakamlarla resmedildiği bir mekân haline getirilmişti. Tam anlamıyla gezmek için neredeyse bir tam gün ayrılması gereken müzeden biraz sersemlemiş bir halde çıktık.
Lafı uzatmayayım. Almanya, bu konuyla yüzleşmeye çalışan bir ülke. Peki burası ne âlemde? Tarihteki soykırımlarla, katliamlarla yüzleşme niyetimiz var mı? Bu soruya herhalde ‘evet’ yanıtı vermek mümkün değil. Daha geçen ay Garo Paylan’ın TBMM kürsüsünde yaptığı konuşmadan sonra olanları biliyorsunuz. Sözleri bile tutanaklardan çıkarıldı. Ama sorarsanız, Almanya bugün bile Nazi, biz sütten çıkmış ak kaşığız.
Diğer önemli gelişme ise Suriye’nin kuzeyinde yaşanıyor. Hükümet El Bab’ı DAEŞ’ten temizleme gerekçesiyle girdiği Suriye topraklarında sonraki hedefini Mümbiç ve Rakka olarak ilan etmişti. Bu stratejiden kasıt da, Suriye’nin kuzeyinde bir etkinlik alanı oluşturan Kürt güçlerini oradan doğuya doğru itmekti, belli ki. Ancak gelen sinyaller ABD’nin Rakka’da Kürt YPG güçleriyle işbirliği yapacağı yönünde oldu. Bunun üzerine Reuters ajansına bir açıklama yapan Türkiyeli bir yetkili şunları söyledi: “Bu aşamada emin değiliz ama ABD bu operasyonu Türkiye ile değil, YPG ile yapacak gibi görünüyor. Bu operasyon bu şekilde yapılırsa, ABD-Türkiye ilişkileri açısından sonuçları olur. Çünkü YPG bir terör örgütüdür. Her platformda bunu söylüyoruz.” Başbakan Binali Yıldırım da benzer bir açıklama yaptı ve “Suriye’de PYD’nin ortak seçilmesi büyük bir talihsizlik. Türkiye olarak hiçbir terör örgütünü kullanarak başka bir terör örgütünün yok edilemeyeceğini muhataplarımıza açıkça ifade etmiş bulunuyoruz” dedi.
Bu ittifaklar elbette günden güne değişir, Türkiye ile Almanya bakarsınız bir yol bulur, Suriye’de de Türkiye’nin gönlünü alacak bir formüle, bakarsınız ulaşılır. Ancak ülke içinde ve dışında yürütülen şu son baskı ve savaş politikalarının artık ‘doğal sınırına’ geldiğini söylemek herhalde yanlış olmaz.
16 Nisan bu gidişatın asli olarak test edileceği tarih olacak, belli ki.