Yaklaşık bir ay önce göreve gelen Trump yönetimi, kamusal skandallar ve iç bölünmelerin yol açtığı aksaklıklarla boğuşmaya devam ediyor. Beyaz Saray'ın işlevsizliğine delalet eden son gelişme, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn'in sadece 24 gün hizmet ettikten sonra görevinden istifa etmeye zorlanması oldu. ABD ordusundan emekli bir Korgeneral olan Flynn, Rus yetkililerle ilişkisi konusunda dürüst olmadığı değerlendirmesinin ardından istifaya zorlandı. Duruma bakılırsa, Ruslar'a yaptığı teklifler ve verdiği destek konusunda başkan yardımcısını yanlış yönlendirdiği görülüyor. İronik olan şu ki, Flynn askeri istihbarat geçmişine rağmen, seçim öncesinde Ruslar'la yaptığı görüşmelerin Amerikan istihbaratı tarafından kaydedildiğini fark edememiş gibi görünüyor. İstifası Ruslar'ın tercih ettikleri muhataptan yoksun kalacakları anlamına geliyor olsa da, bu istifadan esas zararı Türkiye görecek. Bunun iki sebebi var.
Kilit isim
Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn'in istifasıyla Ankara Washington'daki çok önemli bir ismi kaybetmiş oldu. Bunun Ankara üzerinde yaratacağı etkinin önemi iki faktörden kaynaklanıyor. Birincisi, Korgeneral Michael Flynn, kendi özel şirketi aracılığıyla Ankara'daki üst düzey görevlilerle şahsi ilişkilere sahipti. Bu şirket, başkanlığa geçiş sürecine dair bilgi sağlaması ve yeni yönetimle nasıl ilişki kurulacağı konusunda tavsiyeler vermesi için bir Hollanda şirketi tarafından tutulmuştu. Fakat bu anlaşma daha çok Türkiye'yle ilgiliydi, zira Eylül 2016'da imzalanan sözleşme, Flynn Intel Group ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yakın ilişkilere sahip olan Kamil Ekim Alptekin’in kurduğu Dutch Inovo BV grubu arasındaydı.
Amerikalı yetkilinin istifasının Ankara için bir kayıp olmasının diğer bir sebebi de, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından belirlenen şartların onaylanmasına bağlı olarak Flynn'in Amerika ile Türkiye arasındaki bağları yeniden kurmak için adım atmış olması. Flynn, Erdoğan'ı memnun etmek için değilse de yatıştırmak için atılan bu adımdan, seçim günü ABD'nin nüfuzlu bir politika portalının “serbest kürsü” sayfalarında yayınlanan bir makalesinde bahsetti. Bu yazıda, “radikal İslamcı” olarak kınanan Fethullan Gülen'in Türkiye'ye iade edilmesi gerektiğini belirtmişti.
Bu fikir yazısında Flynn daha da ileri giderek “radikal İslamcı güçlerin ideolojilerini Gülen gibi din adamlarından aldığını” eklemiş ve “Ona güvenli bir sığınak sağlamamalıyız,” diye belirtmişti. Hatta, “Türkiye'nin bakış açısına göre Washington Usame Bin Ladin'e ev sahipliği yapıyor,” diye de yazmıştı. Ayrıca Türkiye'yi kastederek, “Gerçek dostlarımızın kim olduğunu hatırlamamız gerekiyor,” demişti. Flynn, genel olarak dış politikanın yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirtirken, “dış politikanın Türkiye'yi bir öncelik olarak kabul edecek şekilde” düzenlenmesi gerektiğini söyleyerek, “Dünyayı Türkiye'nin bakış açısından görmeliyiz,” diye eklemişti. “Müttefikimiz Türkiye krizde ve desteğimize ihtiyacı var” başlıklı bu makale, Türkiye'yle siyasi ilişkilerin düzeltilmesi girişimlerine önemli bir girizgah olmanın yanı sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan'la şahsi ilişkilerin düzeltilmesi amacını da taşıyordu.
Ne var ki Türkiye yönetimini memnun etme çabalarına rağmen Flynn'in sicili, Türkiye'deki darbe girişimine dair açıklamalarında da görüldüğü gibi çok daha karmaşık ve çetrefildi. Aslına bakılırsa, darbe girişimine dair açıklamaları Flynn'e epey zarar vermişti ki bu, Erdoğan için çok daha ciddi bir meseleydi. Bu açıklamaların detaylarına girecek olursak, Ankara'daki birçok yetkilinin de bildiği üzere, emekli Korgeneral Flynn, Türkiye'nin “İslamcılığa yöneldiği” şeklindeki değerlendirmesine dayanarak, darbeyi “alkışı hak eden” bir hamle olarak hoş karşılamıştı. Radikal İslam üzerine yazdığı kitabın tanıtım etkinliğinde yaptığı bu yorumlar kısa süre sonra Flynn'in başına bela oldu. Başarısız darbe girişiminden birkaç gün sonra söylediklerini geri alma telaşına girdi.
Daha sonra “Türkiye'nin ABD'nin çıkarları bakımından hayati önemde” olduğunu vurgulayan Flynn'in stratejik önceliği değişti; o zamanlar başkan adayı olan Trump'ın ABD dış politikasının odak noktası olarak IŞİD'i hedefe alan tutumunu onaylar hale geldi. Bu durum Trump'ın Rusya'yla işbirliği yapmak için yeni çabalara girmesini gerektirirken, Türkiye'yi yeniden devreye sokmayı da bir zorunluluk haline getirdi. Buna bağlı olarak Flynn, Türkiye'den “Irak ve Suriye'deki İslam Devleti'ne karşı en güçlü mütteffikimiz ve bölgede istikrarın kaynağı” olarak övgüyle bahsetti.
Yeni siyasi hami
Fakat Flynn'in ekarte edilmesinin ardından Türkiye'nin yeni siyasi hamisi olabilecek biri ortaya çıktı. Göreve yeni gelen ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Türkiye'yi yeniden devreye sokma çabalarının yeni “kilit ismi”. Washington ile Ankara arasındaki ilişkileri tamir etmekle görevlendirilen Tillerson, ayrıca Trump ile Erdoğan arasında kurulacak şahsi ilişkilerin temellerini atmakla da yükümlü.
11 Ocak'ta 9 saat boyunca Senato Dış İlişkiler Komitesi'nin huzurunda bulunan Tillerson, Senato'nun dışişleri bakanı olarak göreve gelmesini onaylamasını sağlamayı başardı. Senato'nun onay celsesinde konuşan Tillerson, başkanın sınırlı sloganları, ifadeleri ve tweet'lerini aşmanın yanı sıra zaman zaman da Başkan Trump'ın seçim yarışı sırasında dile getirdiği daha ilkel tutumlarla da çelişen bir ABD dış politikası vizyonundan söz etmeyi başardı.
En önemlisi de Tillerson görüşleriyle birçok gözlemcinin endişelerini giderdi ve birkaç açıdan Trump'ın çizgisinden ayrıldığı görüntüsünü sergiledi. Birincisi, başkanının yalnızlık politikasına yönelen tutumlarının aksine, Amerika'nın liderliğine duyulan ihtiyacın son derece farkında olduğunu göstererek, “Amerikan liderliğinin yalnızca yenilenmekle kalmayıp üstlenilmesi gerektiğini” de savundu. Ayrıca ABD'nin müttefiklerinin “liderliklerinin geri dönüşünü” dört gözle beklediklerini belirterek, “düşmanlarının Amerikan liderliğinin yokluğundan faydalanmak için cesaret bulduğu” uyarısını da dile getirdi. Sonra da Başkan Trump'ı onaylayarak, başkanlık kampanyasında Trump'ın “dış politikada Amerika'nın çıkarlarını gözetmeye yönelik cesur bir taahhüt önerdiğini” de vurguladı. Trump'ın dünya görüşünü olumlayarak, “Radikal İslam'ın önünü almak için atılması gereken en acil adımın IŞİD'i yenmek” olduğunu da belirtti ve IŞİD'i mağlup etmenin Ortadoğu'daki birincil öncelik olması gerektiğini söyledi. Dışişleri Bakanı bu bağlamda şunu da ekledi: “Rusya'yla küresel terör tehdidini azaltmak gibi ortak çıkarlara dayalı bir işbirliği mümkün ve biz de bu seçenekleri keşfetmekle yükümlüyüz.”
Gelgelelim, Türkiye'ye dair ciddi bölünme ve ayrılıklara bir çözüm henüz bulunmuş değil. En önemlisi, Tillerson'a göre en büyük zorluk, ABD dış politikasına içkin bir çelişkiyi yönetmek olacak: Türkiye'yle ilişkilerin gereklerine uygun olarak Amerika'nın Suriye Kürtleri'ne, veya YPG'ye, verdiği desteği dengelemek. Fakat YPG'yi Amerika'nın Suriye'deki “en büyük müttefiki” olarak öven Tillerson, YPG'yi PKK'ye bağlı bir terör örgütü olarak gören Türkiye'yi çoktan kızdırdı bile.
Yine de Tillerson, rotanın değiştirilmesi gerektiğini de şiddetle savunuyor; Washington'ın Suriye'deki gelişmeler üzerine daha aktif bir etkiye sahip olabilmesi için Türkiye'ye daha çok yaslanılması gerektiğini düşünüyor. Dahası, yeni Dışişleri Bakanı, ABD'nin Suriye'deki gelişmeler üzerindeki nüfuzunu yeniden kazanabilmesi için Türkiye'nin cumhurbaşkanının kilit önemde olduğunu da düşünüyor: “Rusya, Türkiye ve İran bizim yokluğumuzda Suriye'deki şartları belirlerken, atmamız gereken ilk adım bölgedeki geleneksel müttefik ve dostlarımızla yeniden irtibat kurmak.” Bu açıdan bakınca, bu politika hedefi incelikle tasarlanmış gibi görünüyor; artık sadece ABD ile Türkiye arasındaki karşılıklı ilişkilere değil, ayrıca ABD ve Türkiye başkanlarının ilişkilerine de dayanan özel bir dil kullanılıyor. Tillerson'ın “Türkiye'nin cumhurbaşkanını yeninden devreye sokma” ihtiyacını vurgulamasının sebebi de bu. Tillerson Erdoğan'ın “konuya dair endişeleri olduğunu” ve bu nedenle de “müsait olan diğer bir müttefike, Rusya'ya yöneldiğini” belirtti.
Farklı bir süreç
Amerika'nın kriz zamanlarında Türkiye'yle ilişkileri yeniden inşa etmeye yönelik geçmişte gösterdiği çabalar genellikle Dışişleri ve Savunma bakanlarının ikili çabalarına ve Türkiye'nin cephe hattındaki NATO üyesi olarak jeostratejik rolüne yapılan vurgulara dayanıyordu. Türkiye'yi yeniden devreye sokmak için şu an yürütülen çaba öncekilerden farklı; savunma ve dışişleri bakanlıklarının yanı sıra Beyaz Saray'a da dayanıyor. Ayrıca askeri bağlam da farklı; Türkiye'nin NATO üyeliği daha az vurgulanırken, iki taraflı angajman daha çok vurgulanıyor. Bu da Trump yönetiminin tercihini yansıtıyor: Türkiye'yi bölgesel bir askeri aktör olarak sunmak, IŞİD'e karşı savaşta esas ortaklardan biri ve halihazırda Suriye tiyatrosunun bir parçası olan aktif bir oyuncu olarak değerlendirmek.
Ne var ki Türkiye için asıl sınav, zorunlu bir taktik olarak Rusya'yla kucaklaşması ile ABD'yle stratejik bir işbirliği ihtiyacını dengelemek olacak. Bu çok kolay bir iş olmasa da Ankara'nın bundan kazanacağı çok şey var. Türkiye yönetimi için, sağlanacak kazanç Trump yönetiminin Fetullah Gülen'i iade etmesi ihtimalinden çok daha fazlasını içeriyor; bu sayede Washington Türkiye'deki gelişmeleri takip etmeyi bırakarak, insan hakları ve kişisel özgürlüklerin önemini göz ardı edebilir. Ve Trump yönetimi Türkiye'yi devreye sokmak için yeni çabalara girme hazırlığı içindeyken, ABD-Türkiye ilişkilerini belirleyecek yeni çerçevenin parametreleri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talep ve arzularına daha yakın olacaktır.