Yedinci yüzyılda (628) gerçekleşen tarihi bir olay kilisemizin beş büyük bayramından biri olan Khaçverats’ın (Haçın Yüceltilmesi) kutlanma vesilesi olmuştur. Bu Pazar kiliselerimizde idrak edilecek yortu öncesi, tarihi arkaplanı hatırlamakta yarar var.
Hıristiyan Bizans ile putperest İran Pers İmparatorluğu arasındaki ezeli çekişmesi, İran İmparatoru II. Hüsrev Pervez’in (590-628) tahta geçişiyle daha da alevlendi. Özellikle 610 yılından itibaren Hüsrev Bizans’a yönelik askeri seferlerini artırdı. Onun Anadolu’ya yaptırdığı seferleri durdurmaya çalışan Bizans, güçlü bir İran ordusunun aniden Filistin’e girmesine engel olamadı. Hıristiyanlığın manevi başkenti olan Yeruşalim (Kudüs) İran ordularınca talan edildi (614). Halkı büyük ölçüde kılıçtan geçirildi. Tüm kiliseler yağmalanıp yakıldı. Kutsal Diriliş Kilisesi de bu yıkımdan payını aldı. Bu kilisede sergilenen ve Hıristiyanlığın en büyük ve önemli kutsal emaneti olan, Efendimiz İsa Mesih’in üstünde çarmıha gerildiği tahta haç ve Yeruşalim Patriği Zakarya esir olarak İran götürüldü. Bu onur kırıcı yenilgi tüm Hıristiyanlık dünyasında büyük bir üzüntü yarattı. Bizans İmparatoru Herakles (610-641) büyük bir sefer hazırlığına girişti. İşi şansa bırakmak istemediğinden 14 yıllık bir hazırlıktan sonra İran’a saldırdı. Bu sefere Ermeniler de Mjej Knuni komutasında bir orduyla katıldılar. Bu büyük Hıristiyan ordusu İran’ın bütün ordularını bir bir yenerek başkenti ele geçirildi. Çıkan kargaşada Hüsrev öldürüldü ve yerine tahta geçen oğlu Kutsal Haç’ı teslim ederek barış talebinde bulundu. Böylece 14 yıllık esareti sona eren Haç da tekrar Hıristiyanlık dünyasına kazandırılmış oldu.
Kurtarılan Haç’ın büyük bir saltanatla ve görkemle Hıristiyan ülkelerde dolaştırması toplum bilincinde yer etmiş ve büyük bir bayramla anıtlaştırılmıştır. Kutsal Haç çiçeklerle (özellikle reyhanlarla) süslenmiş ve ihtişamlı geçit törenleriyle halkın coşkun sevgi gösterileri eşliğinde ‘yüceltilerek’ kentten kente dolaştırılmıştır. Bu olayın anısı kilisemiz tarafından reyhanlı Antastan töreniyle her yıl yeniden yaşatılır. Bu bayram inancımızın sembolü olan Haç üstünde bir kez daha yoğunlaşarak onun bizler için ne gibi anlamlar ifade ettiğinin irdelenmesi için güzel bir fırsattır.
Haç evrensel bir semboldür
Haçın Yüceltilmesi Bayramı eğer Hıristiyan ordularının geçmişteki bir zaferini kutlamayla sınırlandırılıyorsa, çok kısır bir anlam ifade etmektedir. Hatta böylesi bir yaklaşım Haç’ın gerçek anlamıyla taban tabana zıt bir gururun yüceltilmesi demektir. Kutladığımız, Hıristiyan şovenizmi değildir. Ne de bir Haçlı zaferini kutluyoruz. Bir an kaybettiğimiz bir değerin yeniden bulunması ve onun bizim için ne büyük bir anlam ifade ettiğinin tekrar keşfedilmesi... İşte, kutladığımız budur. Haç her nesil tarafından yeniden bulunmalı, yükseltilmeli ve yüceltilmelidir. Çünkü bu pek çok bireysel ve toplumsal sorunun çözümünü sağlayacak en etkili, belki de tek yoldur. Ama önce Haç’ı iyi anlamak ve onu partizanlık ifade eden anlamlarından arındırmak gerekmektedir. Haç, Hıristiyanların bir sembolü de olsa, taşıdığı anlam evrenseldir ve bu anlamda her türlü özverinin en gizemli sembolüdür.
Hıristiyan olmak haç taşımaktır
Bu gizem büyüktür ama onu sindirmeden hiç kimse İsa’nın Haçı’nı anladığını iddia etmesin. Sadece bu özveri gizemini anlayanlar kendi haçlarını sevinçle taşıyabilirler, gözlerini İsa’nın muhteşem ölümüne kilitlemiş olarak... “Haçını alıp ardımca gelmeyen bana layık değildir” (Matta 10:38). Bu biz Hıristiyanlar için boynunda altın bir haç taşımaktan daha fazla bir anlam içermelidir. Biz bu sözü Havari Pavlus gibi anlamak zorundayız: “Mesih İsa’nın olanlar, ihtiras ve arzularıyla beraber bedeni haça gerdiler... Mesih ile beraber haça gerildim; artık ben yaşamıyorum, ama Mesih bende yaşıyor (Gal. 2:20, 5:24). Yeryüzünün en büyük sorunu ‘bencillik’tir. İnsanoğlunun karşılaştığı ve yarattığı her sorunun altından bencilliğin çirkin yüzü belirir. Oysa her türlü soylu başarının altında bir özverinin yattığını gayet iyi biliyoruz. Tanrı inancı böyle bir özveriyi teşvik etmeli ve içimizde bencilliğin yerine sevgiyi, fedakârlığı, paylaşım ve dayanışmayı koyduracak ruhsal bir disiplini oluşturabilmelidir.
Sahte benin, yani nefsin haçlanmasıyla insan gerçek benine kavuşur ve dolu dolu bir yaşam üretkenliğinin de sırrına ermiş olur. Çünkü ancak kendini Tanrı’da ve başkalarında yitiren kişi kendini yeniden bulabilir. Tohum gerçek potansiyeline ancak toprağa düştüğünde ulaşabilir ve tohum olmaktan vazgeçmesiyle ağaç olabilir.
Haç, hiç şüphesiz Hıristiyanlığın en büyük sembolüdür. Orada Kurtarıcımız kendinden vazgeçerek günahkâr insanlık için yaşamını bir kurban olarak sundu ve Haç’ın üstünde döktüğü kanla insanlığın Tanrı’yla barışmasını gerçekleştirdi. “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun” (Yu 3:16). İşte biz Hıristiyanlar için böylesine değerli bir sembol olan Kutsal Haç, her türlü övgüye ve yüceltilmeye layıktır.
Varaka Surp Haç Bayramı
Varaka Haç, Mesih’in üstünde çarmıha gerildiği haçla ilgili, Ermeni tarihine özgü bir bayramdır. Birinci yüzyılda Yeruşalim’i ziyaret eden inançlı imparatoriçe Patronike, o zamanlar Kilise’nin önderi olan Hagopos Arakyal’dan, hatıra olarak, Mesih’in çarmıhından bir parça ister. Bu değerli kutsal armağanı bir hazine gibi saklar ve korunup saklanması için, kendi soyundan gelen imanlı kadınlara miras bırakır. Patronike’nin soyundan gelen Romalı bir asilzade olan Azize Hıripsime, Hıristiyanlara zulüm başladığında, başka imanlı kadınlarla birlikte Roma’dan Mısır’a kaçar ve yanında bu çarmıh parçasını da götürür. Mısır’da da kimlikleri ortaya çıkınca, Suriye üzerinden Ermenistan’a gidip, Van yöresindeki Varak Dağı’nın eteklerine yerleşirler. Oradan da ayrılmak zorunda kaldıklarında, Hıripsime, boynunda taşıdığı çarmıh parçasını oradaki bir keşişe emanet eder. Söz konusu keşişin, ölmeden önce, bu kutsal emaneti dağın bir yerine gömmüş olduğu bilinmekteydi. Ermeniler Hıristiyan olduktan sonra bu dağ pek çok keşiş için bir cazibe merkezi oldu. Hepsi bu kıymetli hazineyi bulmak istiyordu. Üç yüz yıl arayış, dua ve çileden sonra, nihayet Tanrı, Totik ve Hovel isimli iki aziz keşişe, çarmıh parçasının yerini mucizevi bir şekilde göstermiştir. Bir geçe, gökte, ışıktan bir haç belirir. Ona doğru yönelen iki keşiş nurlu bir noktada gümüş kutuyu ve haç parçasını bulurlar. Başkaları tarafından da görülen bu ışık, bir mucizenin olduğunun kanıtıdır. Dönemin katolikosu Nerses Dayetsin, bu olayı bayrama çevirmiş ve haçın bulunduğu yerde, bugün harabe halinde olan Varaka Manastırı’nın içine Surp Nışan Kilisesi’ni yaptırmıştır.