Ömer Akın’ın ilk romanı ‘Tosbit Dağı’ bugünkü adı Akmeşe olan Armaş’ta yaşayan Ermenileri anlatıyor. Adını Armaş yakınlarındaki bir dağdan alan roman, Armaş Ermenilerinin 1914-1915’te yaşadıklarından bir kesit sunuyor. Eski bir sendika yöneticisi olan Ömer Akın, doğup büyüdüğü Armaş’taki Ermenilerin tarihini olduğu kadar, kültürel varlığını da araştırıyor. Ömer Akın’la ‘Tosbit Dağı’ndan yola çıkararak, Armaş ve Armaşlı Ermeniler üzerine konuştuk.
Önce sizi tanıyarak başlayalım. Ömer Akın kimdir?
1951’de, bugünkü adı Akmeşe olan Armaş’ta doğdum. Mübadil muhaciri torunuyum. Annemin ailesi Drama, babamın ailesi İskeçe’den Türkiye ve Yunanistan arasındaki ‘Mübadele Anlaşması’yla, 1924’te Türkiye’ye göç etmişler. Yüz yıl önce, atalarım İskeçe ve Drama’da yaşamlarını sürdürüyorlarmış. Yaşadıkları topraklardan ayrılacakları, muhtemelen akıllarından bile geçmiyordu. Tıpkı bu topraklarda yaşayan Vartan’lar, Anahid’ler gibi. Dünya durmadıkça yaşadıkları yerleri terk etmeyeceklerini düşünüyorlardı.
Babanız burada mı doğmuş?
Babam, İskeçe’den göç ile Akmeşe’ye gelen kafilenin ilk bebeğiymiş. Biz de kendimizi Akmeşeli olarak bulduk.
Akmeşe’nin eski bir Ermeni yerleşimi olduğunu nasıl öğrendiniz?
Akmeşe’nin eski bir Ermeni yerleşimi olduğunu ve adının da Armaş olduğunu 20’li yaşlarımda, büyüklerimizin kendi aralarındaki konuşmalarından öğrendim. Mübadeleden nasıl geldiklerini anlatırken, konu Akmeşe’nin Ermeni köyü olmasına gelirdi. Ermeniler, o zamanki adı Armaş olan buralarda nasıl yaşıyorlardı, ne yiyor ne içiyorlardı, bunları merak etmeye başladım. O dönemden kalan un değirmeni ve matbaa, harabeye dönüşmelerine rağmen hâlâ ayakta ve tarihe tanıklık ediyorlar. Uzun yıllar varlığını sürdüren Işık Çeşmesi, günümüzde su deposu olarak varlığını sürdürüyor.
Büyükleriniz, Armaş’ta yaşayan Ermeniler hakkında neler söylerdi?
Mübadeleden nasıl geldiklerini anlatırken, konu Akmeşe’nin Ermeni köyü olmasına gelirdi. Ninem derdi ki, “İskeçe’de çok güzel bir ev yapmıştık. O güzel evimizi, öylece bırakıp geldik. Gelirken bizi burada kim bilir ne güzel evler bekliyordu diye hayal ederdik, ama çadırda bulduk kendimizi. ” Akmeşe’ye geldiklerinde hiç ev kalmamış burada. Düşünebiliyor musunuz, 1915’te resmî olarak 1.505 kişinin ikâmet ettiği Armaş’ta, 1924 yılına gelindiğinde bir tane oturulabilecek ev kalmamış. Ev kalmamış olsa da burada daha önceleri bir yaşam olduğunun pek çok kalıntısı var elbette. Matbaa, değirmen gibi… Hatta matbaanın yakın zamana kadar ikinci katı bile vardı; orada düğün, nişan bile yapılıyordu. Bütün bunlar 20’li yaşlarımda bana “Burada daha önce Ermeniler yaşarken şimdi biz yaşıyoruz. Neden böyle oldu?” sorusunu sordurdu.
Kitabın yazılma serüveni de böyle mi başladı?
İzmit’teki Aydili Sanat Derneği’nde yaratıcı yazarlık kursunda, ‘Kar ve Mum Kokusu’ başlıklı bir öykü yazdım. Öyküde, Armaş yakınlarındaki Şersavar Meryem Ana Kilisesi’ni anlattım. Kurstaki bir arkadaşım, dedesinin Ermeni olduğunu, öyküden çok etkilendiğini söyledi. Bunun bir roman haline gelebileceğini konuştuk. O arkadaşımın beni cesaretlendirmesiyle, Armaş üzerine bir roman yazmaya karar verdim. Armaş ve İzmit çevresinde yaşayan Ermenilerle ilgili araştırmalarımı derinleştirdim. Araştırmayı derinleştirdikçe, 1915’te Armaş’tan ve İzmit civarından Ermenilerin nasıl tehcire tâbi tutulduklarını okudum ve romanda bunlara da yer verdim. Roman bir hayal ürünü olsa da tarihsel gerçeklerden tümüyle kopuk değil. Romanda yer verdiğim tehcir sahnelerini yazarken, konuyla ilgili tarih kitaplarında yer alan bilgilerden ilham aldım. Buradan gidenlerin nasıl gittiklerini, dönenlerin nasıl hiçbir şey bulamadıklarını yazdım.
Kitapla ilgili ne tür tepkiler aldınız?
Tehcir sahnelerini romana koyduğum için, Akmeşe civarında oturanlardan bazıları bana kızdı. Oysa bu roman, burada bizden önce yaşayan Ermenilere bir vefa borcumdu. Her ne kadar, aynı zamanlarda burada yaşamamış olsak da, hiç tanışamamış olsak da, Armaşlı Ermeniler bizim komşularımızdı. Çünkü onların bırakıp gittiği topraklarda, daha sonra biz yaşamaya başladık. Hiçbir halk, topluluk, kendi yaşadığı topraklardan güle oynaya gitmez. Yüzlerce yıldır burada yaşayan insanlar, bir sabah kalkıp “Haydi buradan gidelim” demediler. Onlar zorla, yüzyıllarca yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kaldılar.
Olumlu tepkiler de aldınız mı?
Geçmişte sendika yöneticisi olduğum için, Türkiye’nin dört bir yanında arkadaşlarım var. Onların bazılarına kitabımı gönderdim ve çok olumlu tepkiler aldım. Adana’dan, Mersin’den ve daha pek çok yerden arkadaşlarım romanı okuyup güzel yorumlar yaptılar. Bu benim için çok sevindirici oldu.
1915’in yüzüncü yılındayız. Size göre, Türkiye toplumu 1915 ile yüzleşmenin neresinde?
Armaş’ta ya da Türkiye’nin pek çok yerinde yüz yıl önce yaşayan Ermeniler, buharlaşıp uçmadılar. Ben Ömer Akın olarak, o insanlara vefa duygularıyla bu romanı yazmak istedim. Armaşlı Ermeniler, benim komşularım. Onlarla benim alıp veremediğim bir şey yok ki. Hangi gerekçeyle olursa olsun, bir toplumun yüz yıllardır yaşadığı yerlerden zorla uzaklaştırılması kabul edilemez. Irkçı, ayrımcı duygularla kafamızı kuma gömmek yerine, yaşana tarihle yüzleşmek zorundayız. Armaş’ta Ermenilerin yaşadığı bütün evleri yıkmışsınız, ama işte değirmen orada duruyor, matbaa orada duruyor. Bir de diyorlar ki “Buradan giderlerken Ermeniler yıktı o evleri”. Böyle şey olur mu? Benim dedelerim, İskeçe’deki, Drama’daki evlerini neden yıkmadılar? Bugün artık biliyoruz ki, gidenler bir daha dönmesinler diye o evler yıkılmış. Bu civarda Pirahmet diye bir yer var. Annem anlatırdı, orada tarla ekerlermiş. Bir yağmur yağdığında toprağın altından düğmeler, makaralar, dikiş malzemeleri çıkarmış. Yani siz evleri yıksanız da yaşam kalıntıları bir şekilde ortaya çıkıyor. Evleri, kiliseleri yıkabilirsiniz, ama toprağın altından yaşam kalıntıları fışkırmaya devam eder.
Bundan sonra da Ermeniler ve Armaş hakkında yazmayı düşünüyor musunuz?
Romanın sonunda, Armaş’tan tehcire tâbi tutulanların Polatlı’ya kadar başlarından geçenleri anlattım. Şimdi Polatlı’dan sonra neler oldu? Armaş’a dönebilenler neler yaşadı, nelerle karşılaştı? Bu soruların yanıtlarını aramaya, yazarak devam edeceğim.
KİTAPTAN
Öğlene doğru kafile Akyazı’ya ulaşmıştı. Yaşlılar, öküz arabalarıyla yola devam ediyorlardı. Gençler ve takatı olanlar yürüyorlardı. Daha şimdiden ayak tabanları sızlamaya başlamıştı. Yol üzerinde kendilerinden başka kimseler yoktu. Askerler, kafileyi bir hayli arkadan izliyorlardı; görevleri kaçmaları engellemekti. Tatlı bir yokuş çıkılyordu. Etrafta tek tük meşe ağaçları göze çarpıyordu. Bir grup atlı, kafilenin önünü kesti. Silahlıydılar. Kafilenin diğerleri yol eziyetiyle cebelleşiyorlardı. Ancak öndekiler görmüştü. Durumu anlamaya çalışıyorlardı ki, kafilenin üzerine ateş etmeye başladılar.
*** ***
1400’lü yılların başında, Arapların ve zaman zaman da Memlukların saldırılarına dayanamayarak, Kilikya’nın Maraş kentinden çıkan 70, 80 ailelik Ermeni topluluk, Armaş’a gelir ve yerleşirler. Adını, yamacında bulunduğu Tosbit Dağı’ndan alan köy, sonradan yerleşenlerin Maraşlı olmalarından dolayı Armaş olur.
Yeni konuklar, ilk zamanlarda çevre köylülerin saldırıları ve doğa koşulları karşısında zorlansalar da süreç içinde sosyal, ekonomik, eğitim ve dinsel alanda çekim merkezi haline gelirler. Bu yıllarda ahşap olarak yapılan Meryem Ana ikonası nedeniyle, kilise kutsal bir değer kazanır.
1611 yılında kurulan Armaş Manastırı bünyesindeki basımevi, 1864’te faaliyete geçer. Basılı materyallerin yaygınlaşması, eğitim ve bilinçlenmede ivme kazandırmıştır. 1889 yılında Ruhban Okulu açılır.
1915 tarihinde Tehcir Yasası gereği köy boşaltılır. Bu tarihte köyün nüfusu, 1,505 kişidir. Geri dönenlerle birlikte bir avuç kalan Ermeniler, varlıklarını ancak 1922 yılına kadar sürdürebildiler.
1922-1924 yılları arasında köy tamamen yakılıp yıkılır. 1924 yılında Yunanistan’dan göç eden mübadil muhacirleri, kilisenin ayakta kalan üç duvarından yararlanarak camilerini inşa ederler. 1999 Depremi’nden sonra manastırın son kalıntıları da yıkılır.
Armaş’ta Ermenilerden kalma su değirmeni, su deposu ve matbaa, harabe halinde de olsa halen ayaktadır.
Armaş, Armaşa ve daha sonra da Akmeşe adını alan beldede, halen mübadil muhacirlerinin torunları yaşamaktadır.