Defile denen etkinlik, her nerede olursa olsun, tereddüt etmeden “Hiç işim olmaz” diyeceğim bir alan. Ama söz konusu olan Tamzara’da bir defileyse, hele ki bu defilede Tamzara dokumasından üretilen ve o bölgenin genç tasarımcılarının beğenisiyle oluşturulan bir kreasyon söz konusuysa, hayır demek mümkün değildi.
Her şey tesadüfi bir tanışıklıkla başladı. Birkaç hafta önce bir arkadaşımın tavsiyesiyle ziyaretime gelen turizm işletmecisi dost, sohbetimizin bir yerinde Tamzaralı olduğunu söyledi. Hoş bir tesadüf, anneannem Arusyag da Tamzaralıydı. Şebinkarahisar’ın bu şirin köyünde doğmuş, 15 yaşına kadar orada yaşamış, sonrasında da doğum yerini hep muhabbetle anmış biriydi. Bunları söylediğimde konuğum daha önce Tamzara’ya gidip gitmediğimi sordu. Eziklik duygusu içerisinde gitmediğimi, gitmeyi istediğim halde fırsat bulamadığımı söyledim. Bir hafta sonra telefonla aradı ve Tamzara’da Şebinkarahisar Kaymakamlığı’nın bu köyün geleneksel üretimi olan Tamzara dokumasını tanıtmak üzere bir defile düzenleneceğinden bahsetti. Hemen ardından da “Eğer ilgilenirsen basın kontenjanına adını verebilirim” diye ekledi. Defile denen etkinlik, her nerede olursa olsun, tereddüt etmeden “Hiç işim olmaz” diyeceğim bir alan. Ama söz konusu olan Tamzara’da bir defileyse, hele ki bu defilede Tamzara dokumasından üretilen ve o bölgenin genç tasarımcılarının beğenisiyle oluşturulan bir kreasyon söz konusuysa, hayır demek mümkün değildi.
Akabinde her şey çok hızlı gelişti. 13 Haziran Cumartesi sabahı eşimle havaalanında bizi Sivas’a götürecek uçağa binerken halen bir bilinmeze doğru yola çıktığımızı düşünüyorduk.
Aç koynunu ben geldim
Sivas’ta havaalanından çıkışımızda kocaman bir “Tamzara defilesi” afişiyle bizi bekleyen insanlarla karşılaştık. Tanımadığımız için uçakta farkında değildik ama aynı uçuşla ülkenin en tanınmış mankenlerinden Şebnem Schaeffer ve ona yakın magazin gazetecisi ile gelmişiz. Havaalanından çıkışta, Sivas toprağına ayak bastığımız anda bizi kucaklamaya gelmiş olan organizasyon heyetindeki arkadaşları gördüğümde dilime takılan “Yaslı gittim şen geldim” mısralarının yersiz olmadığını hissettim. “Ben de seni ilk gördüğümde amcam geldi zannetmiştim” diyor iki gün boyunca her an yanımızda olan ve hayatımızı kolaylaştıran Gülsen Akyol Mutlu. Defile için gelen misafirler olarak araçlara bölüştürülüyoruz. Biz Mustafa Bey’in otomobilindeyiz. Yol boyu çocuklarımızdan, emeklilik hallerinden bahsediyoruz. Mustafa Bey gururlu “Altı torunum var” derken. Fazla aceleci değiliz, yol üzeri Zara’da küçük bir çay molası da veriyoruz.
Tuhaf duygular içindeyim ya, bunları paylaşma isteği var içimde, tanıdığım Zaralılara telefon açıyorum oradan, “Toprağındayım seni andım” diyorum. Ermenilerin toprak hasretini iyi bilirim. Aradıklarımdan hiç biri de “Ne alaka” modunda değil, gıpta ediyorlar Sivas’ta oluşuma. Lakin yolumuz Sivas’ı aşıyor. Erzincan’a yakınız şimdi. Zaten eskinin il merkezi Şebinkarahisar, Giresun’a bağlı bir ilçeye dönüşmüş 81 yıldan beri.
Otele yerleşiyoruz. Colonia Park Otel yenilendikten sonra, çok kısa bir süre önce hizmete açılmış. Odaların rahatlığı ikinci sırada bizim için. Girişteki merhabanın sıcaklığı daha önemli. Dedik ya “Yaslı gittim şen geldim” diye, bu sıcaklığa çok hasretiz. Gidişimizin yasını şenliğe çevirecek yegâne şey işte bu insan sıcağı, işte bu dost muhabbeti. “Aç koynunu ben geldim” demeye fırsat bulamadan bizi kucaklamak için açılmış kollarla karşılaşıyoruz. Nenemin Tamzaralı olduğu benden önce yayılmış buralarda. Gören, duyan “Buralıymışsın” deyip el sıkışıyor bizimle.
Her evde bir dokuma tezgâhı
Hayatın bu denli güzel olması için tesadüflerin de üst üste düşmesi gerekiyor demek ki. Yine İstanbul’la yaptığımız bir telefon görüşmesinden sevgili arkadaşımız Ülker Uncu’nun da aynı etkinlik kapsamında Şebinkarahisar’da olduğunu öğreniyoruz. Karşılıklı hayret nidalarıyla, “Senin ne işin var burada?” diye soruyoruz. On dakika sonrasında zaten buluşmuşuz ve Ülker bizi henüz yeni tanıştığı bir tuhafiyeciye yöneltmiş bile. “Ertürk Ticaret, manifatura ve çeyiz” yazılı dükkânın girişinde, Recep Ertürk ve oğlu şu ana kadar sadece adını duyduğumuz Tamzara dokumasının neye benzediğini somut olarak gösteriyorlar bize. “Ermenilerin, Rumların zamanında 400’den fazla dokuma tezgâhı vardı Tamzara’da”. Çarpıcı bir bilgi. Neredeyse her evde bir tezgâh olduğu anlamına geliyor bu. Sabırsızız Tamzara’yı görmek için. Ama birkaç saat daha geçmesi lazım. Sonrasında Gülsen Hanım, bizleri otelden alarak önce çamlık denen piknik alanında belediyeye ait lokantaya götürüyor, ardından da gördüklerimiz karşısında hayretler içerisinde kalacağımız Tamzara’ya varıyoruz.
Köyün girişinde değişik şehirlerin plakalarıyla bir araç kalabalığı karşılıyor bizi. Tamzara’nın köy merkezi tam bir bayram yeri havasında. Köy meydanındaki çınar ağacı fenerlerle süslenmiş. Meydanı çevreleyen evler eski dokuları içerisinde tertemiz boyanmışlar. İnsan sıcaklığıysa her ana hâkim. Görevliler “ Bu bölge protokol için ayrıldı, lütfen buraya geçmeyin” derken muhatabını incitmemek için en yumuşak ses tonuyla hitap ediyor, oysa biz “Yasak hemşerim” diye kükreyen hoyratlıktan o denli bezmişiz ki bu yumuşaklık yüreğimizi titretiyor. Binlerce insan hiç birbirini itiştirmeden köy meydanının iki yanı sıra tribünde oturur gibi dizilmiş, etkinliğin başlamasını bekliyoruz. Program dev ekrandan izlediğimiz tanıtım filmiyle başlıyor. Yeni onarılan Meryem Ana Manastırı’nın önünde bir dokuma tezgâhı işlemekte. Renk renk Tamzara çıkıyor tezgâhtan. Uçuşan yazmalar, sofra bezleri, peştemaller ve Şebinkarahisar’ın doğal güzellikleri... Çağlayanlardan çağıl çağıl akan su, rüzgârın esintisiyle savrulup uçuşan bir dokuma ve kayalardan düşen bir mendil…
Ermenilerden miras Tamzara dokuması
Şebinkarahisar’a ilk girişimizde dağın tepesine kurulu kaleyi gösterip, “Oradan aşağı atmışlardı Ermenileri” diye başlayan anlatı çağrışım yapıyor aklımızda. İşte “Yaslı gittim” derken anılan yastan bir enstantane. Ne tuhaf, yıllar önce anneannem de anlatmıştı aynısını. “14 günlük direniş kırılıp kale düştüğünde sağ kalan erkekleri kale duvarlarından aşağı attılar, sonra da bizi sürgün ettiler” böyle anlatırdı anneannem. Aynı hafıza burada hiç tanımadığım insanların anlatımında tekrarlanıyor. Ama duygularımızın kırılma noktası için biraz daha beklemeliydik. Başarılı tanıtım filmlerinin ardından etkinliğin sunucusu konuklarını selamlaması için ilk önce Tamzara Muhtarı Fazıl Dokudan’ı kürsüye davet etti. Ardından Şebinkarahisar Belediye Başkanı Şahin Yılancı ve en sonunda da Kaymakam Murat Çağrı Erdinç halka hitap ettiler. Kaymakamın ismi anons edildiğinde kopan coşkulu alkış bu genç bürokratın ilçede ve Tamzara’da ne denli sevildiğinin de kanıtıydı. O da bu sevginin karşılığını konuşmasının içeriğiyle verdi. Tamzara dokumasının bu bölgenin Ermenileri tarafından kültürümüze kazandırılan bir değer olduğunu belirten Kaymakam Erdinç, tüm eski Tamzaralı ve Şebinkarahisarlı Ermenilerin ve Rumların yeniden buralarda bulunabilmesi dileğini ifade ederken, bizler artık duygularımıza hâkim olamaz hale gelmiştik. Göz pınarlarımız iyi ki kurumamış. Utanmadan ağlamak ne güzel. Sevinçle ağlamak ne büyük mutluluk.
Anneannem 15 yaşında ayrılmıştı Tamzara’dan ve yaşamının geriye kalan 70 yılı boyunca bir daha göremedi sevgili köyünü. En büyükleri annem olmak üzere onun altı evladı da gelemediler. 60 yaşını geçtikten sonra Tamzara’ya torunlarından gelen ilk ben oldum. Aht olsun, ne yapıp eder, ilk fırsatta dayımın ve teyzemin de bu duyguları yaşamasını sağlarım. O kadar çok Tamzaralı “ Evimiz müsait, her zaman bekleriz” dedi ki, bu çağrıyı yanıtsız bırakmak hiç benim harcım değil. Üstelik ufak bir not; köy girişindeki pansiyonlar da yeterince konforlu.
Tamzara’nın genç kadın tasarımcıları
Beklenen defile başladığında yepyeni bir güzellikle de karşı karşıya kaldık. Lüks otellerin balo salonlarında düzenlenen defilelerde genellikle önceden kaydedilen bir müzik sunulurken Tamzara köy meydanındaki sahnede iki arp, klasik kemençe, perküsyon ve vokal ile canlı bir müzik sunulmaktaydı. Üstelik halk müziğinin en sevilen örnekleri. Bu organizasyona yürek koyanlar Aşık Veysel’in dizeleriyle podyumda değil köy sokağında giysiler tanıtacak olan mankenler temin etmekte zorluk çekmiş gibi görünmüyorlar. Belli ki başta Şebnem Schaefer ve arkadaşları olmak üzere tüm modeller de bu kurgunun bir parçası olmaktan son derece memnunlar.
Modeller kaymakamlığın dokuma kursuna katılan 62 kursiyerin ürettiği kumaşların yine bölgedeki moda tasarım bölümü öğrencileri tarafından tasarlanan kıyafetleri tanıttı. Olağanüstü keyifli bu sunumların ardından modeller tasarımcı genç kadınlarla birlikte halkı selamlarken kimisi baş örtülü kimisi başı açık o genç kadınların gözlerinde aynı gururu, aynı başarma sevincini görmek bir kez daha duygulandırdı bizi.