Tıbrevank’taki hayatın şimdi inanılması güç görünen bir özelliği, yaşanılan olağanüstü bir güven ve aidiyet duygusunun yanı sıra, bir daha bir arada bulunması belki de mümkün olmayan nitelikli öğretmen bileşkesiydi. İnanılması güç görüneceğinden anlatılması da güç olacak. Deneyelim.
Vahan Acemyan, ilgi ve bilgi alanları geniş ve çeşitli, saçları genç yaşta ağarmış yakışıklı fizik öğretmenimizdi. Ve kimya. Ve matematik. Ve bizim ilham kaynağımız, öğretmen ve insan örneğimizdi.
Sabri Altınel, önce Türkçe (ortaokulda) sonra lisede edebiyat öğretmenimizdi. Yalnız derin bir dil ve edebiyat bilgisiyle değil, köklü ama gösterişsiz bir kültürle donanmış, iyi bildiği Fransız edebiyatıyla, Federico Garcia Lorca çevirileriyle, İnsanın Değeri ve Kıraçlar şiir kitaplarıyla da gönlümüzde taht kurmuştu.
..........
Umudun koruyla ısındı içim
Karanlıkta camda toprakta
Dağılan tren düdüklerinde
Denedim kendimi ve yaşamı
Acının sözcüklerini denedim
Sevincin sözcüklerini
Dünyaya yerleşmek için
Ah uğultulu okul bahçelerinde
Kuru yapraklar gibi sürüklenen gölgem
............
Adam Yayınları’nda ilk kitabımız Sabri Altınel’in Zamanın Yüreği oldu. Onun öteki kitaplarını (Kentin Küçük Sokağı, Şiirler, Seçme Şiirler), Lorca çevirilerini, doğumunun 80. ölümünün 20. yılı olan 2005’te ise toplu şiirlerini Issız Çığlık adı altında yayımladık.
Vartan Aslanyan astronomi ve geometri öğretmenimizdi. Aynı zamanda İstanbul Radyosu’nda çalan Aslanyan Trio’nun viyolonselci üyesi.
Hümeyra Yergöç lisenin tarih öğretmeni, güleryüzlü, nadide bir kadın, bulunmaz bir insan, sevgi dolu bir öğretmendi.
Keğam İşkol ՀայերէնԲառգիրգ (Ermenice Sözlük) yazarı ve felsefe öğretmenimizdi.
Ara Aratan sonradan aramıza katılan bir başka geometri öğretmeniydi. Ve mimardı, Şişli Camii’nin mimarı.
Antranik Kılıç, resim derslerimizin ressam öğretmeniydi.
Berç Mazlum ticaret derslerimizin uzman öğretmeniydi. (Kendisine uzun yıllar sonra Londra’da, ağabeyimi götürdüğüm bir kanser tedavi merkezinin bekleme salonunda rastladım. Menhus hastalık yüzünün şeklini değiştirmişti. Öyle görülmek istemez diyerek yanına gidememiştim. Keşke gitseydim.)
Dr. Berç Kılıç okul doktorumuz ve biyoloji öğretmenimizdi.
Şake Güldesen orta II-III’te kimya derslerimize giren, bilgisi ve ilkeli tutumuyla kişiliklerimizin oluşmasında etkili olmuş bir öğretmenimizdi.
Father Anthony David Harding, büyük patrik Karekin Haçaduryan’ın Anglikan kilisesinden taleple Tıbrevank’a getirdiği bir din adamı, bulunmaz bir İngilizce öğretmeniydi.
Böyle, bir arada düşünüldüğünde Tıbrevank gibi parasız yatılı bir okulda bir araya gelmesi hayal bile edilemeyecek daha birçok değerli, değerli ne kelime, eşlerine az rastlanacak nitelikte insan, öğretmen...
Bunlardan biri de Jirayr Arslanyants’tı elbet.
Jirayr Arslanyants orkestra şefi ve İstanbul Konservatuvarı’nda solfej hocasıydı. Haftada bir, Perşembe günleri, Tıbrevank’a gelir, müzik derslerine girer, hava güzelse öğlen teneffüsünde Sabri Altınel’le karşılıklı kurdukları takımlarla baklavasına voleybol oynarlardı.
Jirayr Arslanyants müzik derslerinde Johann Sebastian Bach, Ludwig von Beethoven ve Wolfgang Amadeus Mozart’ın (başka klasik batı müziği bestecilerinin de elbet, ama en çok bu üç dev bestecinin) yaşamöykülerini yazdırır, önde gelen eserlerinin adlarını, kimi özelliklerini kaydettirir, bizi haberdar olmadığımız, ne anlama geldiğini bilmediğimiz, asla öğrenemediğimiz müzik terimleriyle başbaşa bırakırdı.
Bach 21 Mart 1685’te doğmuş, 28 Temmuz 1750’de Leipzig’de ölmüştü. Kilise müzik direktörüydü, çok şişmandı, iki evliliğinden 20 çocuğu olmuş, bunların yarısı yaşamamıştı. Clavier bien tempéré, Brandenburg Konçertoları gibi yüzlerce eser bırakmış, büyük bir barok müzisyeni ve bestecisiydi.
Mozart çok yetenekliydi ve ne yazık ki erken ölmüştü; gene de geride bıraktığı eserler sayıca ve müzik hazinesi bakımından paha biçilmez değerdeydi. Cosi van Tutte’nin Türkçesi Herkes Böyle Yapar’dı. Die Eintfrung aus dem Serail, Saraydan Kız Kaçırma’nın orijinal adıydı. Die Zauberflöte, Sihirli Flüt’tü. Bunlar Mozart’ın operalarından birkaçıydı.
Beethoven ileri yaşta sağır olmuştu; o muazzam eserleri, hele senfonileri duymayan kulaklarıyla bestelemişti. 5. senfonisi İmparator’du. 9. senfonisi Neşeye Övgü, yazılmış en muhteşem senfoniydi.
Biz cahil öğrenciler hayatta hiçbir klasik müzik bestesini duymamış, dinlememiştik; duyduk dinlediysek de ya klasik müzik eseri olduğunu bilmeden ya da hazzetmeden duymuş dinlemiştik. Okulda bu bestecilerden, onların bestelerinden söz ederken, barok şu demektir, konçerto bu, senfoni şu anlama gelir gibi eğitici herhangi bir çaba da niyet de görmemiştik.
Ama bu biyografileri kelime kelime not etmek, anlamadığımız terimleri anlamadan bilmek, akılda tutmak zorundaydık; işin ucunda ti’ye alınmak, kırık not almak vardı.
Baron Jirayr bize şarkılar da öğretirdi. Piyanoya oturur, bir yandan çalar, bir yandan da o uyumsuz, niyetsiz, kimi ergen, kimi ergenlik eşiğinde çatlak sesli ilkgençler korosunu yönetmeye uğraşırdı. “Bahar pembe beyaz olur, güzeller neşeli olur, aman, ah aman ....Alırım gönlümü senden, veririm bir başkasına...”; ԹարմկանանչխօտինվրայՏեսեքգարներկերեվան:ԸմմէըմմէկըմայէնՈրախզվարդկ՚ոստոստեն...; “Silent night Holy night, All is calm All is bright...”
Fakat benim üstümde en çok iz bırakan anı, lisede, hem de galiba lise 10’da, yani mezuniyetten hemen bir yıl önce, bize sıkı sıkı not ettirip ezberlettiği konsonant/disonant tanımlarıydı:
Konsonant
- Bir yere gitmek isteyen,
- İzhara lüzum olmayan
aralıklara ve akorlara ‘konsonant’ denir.
Disonant
- Bir yere gitmek istemeyen
- İzhara lüzum olan
aralıklara ve akorlara ‘disonant’ denir.
Biri nereye gitmek istiyor? Öteki niçin bir yere gitmek istemiyor? İzhara niçin lüzum var? Ötekinde izhara neden lüzum yok? Hem kuzum, izhar ne demek? Ya aralık? Akor?
Gelin çıkın işin içinden...
Ama bakın, bunca yıl sonra bunlar hala aklımda. Ne öğrendiğimizi bilmemişiz ama, demek iyi öğrenmişiz!