KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Can yangını

Kutsal kitapların en fazla göndermede bulunduğu coğrafyalar, halen en zalim savaşların, en yıkıcı acıların yaşandığı yerler. Sömürgeciliğin ilk zamanlarından bu yana petrol kaynakları, doğal madenleri ve ticaret bağlantı yolları vesilesiyle egemenlerin iktidar oyunlarında ana sermayeye dönüşen topraklar, bugün de siyasi denge oyunlarının orta yerinde birer yangın yeri.

İsrail'in abluka altındaki Gazze'ye yönelik hava ve karadan sürdürdüğü saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısı her geçen gün artıyor. İzleyeni zamanın tanığı ve zulmün suç ortağı hissettiren katliamda, ben bu yazıyı yazarken ölü sayısı 650'yi, yaralıların sayısı ise 4000’i geçmiş, hastaneler bile hedef alınmıştı. Esasen ölü ve yaralıları rakamlara indirten düzenin kendisi bir katliam. Sürekli bombalanma korkusuyla, sıradan bir hayatın gereklerinden mahrum olarak yaşamanın ne demeye geldiğini, ancak tek tek hayat hikâyeleri ve bölgeden mektuplara yer veren bağımsız yayınlar aracılığıyla bilmek mümkün oldu.

Aynı dönemde Irak İslam Şam Devleti (IŞİD) öncülüğündeki silahlı gruplar da Musul’u ele geçirdi. Irak’ta Şii Müslümanları, Rojava’ya doğru Kürtleri katleden grup, Irak ve Suriye’deki kargaşa ortamında Türkiye’nin de dahil olduğu tehlikeli bir mezhepsel iktidar mücadelesi üzerinden ilerliyor. IŞİD’in göz yumulan vahşetinden son olarak Musul'un Hıristiyanları da nasibini aldı. İşgalden sonra kendisini halife ilan eden IŞİD lideri Ebubekir el-Bağdadi’nin ismi ve örgütün mührüyle yayımlanan fetvada, Hıristiyanlara “Ya Müslüman olun, ya İslam halifeliği devletini kabul edin ve verginizi (cizye) ödeyin ya da bizimle düşmana karşı savaşın” şartları sunulunca, Musul’daki 2 bin yıllık Hıristiyan varlığı fiilen son buldu. Saddam döneminde 60 bin olan Hıristiyan nüfusu, 2003 ABD işgali ile birlikte 30 bine, radikal İslamcı grupların sistematik olarak Hıristiyan ibadethanelerine yaptıkları saldırılar sonrası 3 bine kadar inmişti. Fetva sonrası şehri can havliyle terk eden Hıristiyanlar, Kürdistan özerk bölgelerine, Hamdaniye ve Erbil’e sığındı.

Bir coğrafyanın en kadim halkıyken günün bir anında bir emir, bir fetvayla dönüşsüz yollara düşmek, geçmişsiz ve geleceksiz kalmak 1915’i anımsatan bir tekerrür. İki parça eşyayla apar topar yola düşen insanları kontrol noktasında indirip yanlarındaki para, altın ve araçlara da el koyan ve tabiri caizse dımdızlak bırakan IŞİD militanları, kentteki 1800 yıllık Süryani Katolik Metropolitlik Kilisesini de ateşe verdi, Hıristiyanlara ait ev ve iş yerlerinin üzerine, “İslam Devleti'nin malı' yazıp Kuran-ı Kerim’de Hıristiyanlar için kullanılan ‘N’ harfi ile mühürledi.

Köksüz kalmak işte böyle bir şey. Sen katledilir ya da canını güçlükle kurtarırken, sana ait izlerin bir bir silinmesi icap eder. O kadar ki bir daha orada bir hayat düşünemeyesin. Anıların silik bir rüya, bugünün bitmeyen bir karabasan olsun. Ondan sonra yaşasan da zaten hep sürgünsün. Konuyla ilgili haberlerde  militanların, Mar Behnam Manastırı'nın rahiplerini, üzerlerindeki giysiler dışında hiç bir şey alamadan kovaladıkları yazıyordu. Hani bazı anların fotoğrafı vardır ya bellekte, kilometrelerce yol yürüyüp peşmergeler tarafından bulunan rahiplerin silueti çok eski, fazla acı zamanları çağrıştırdı.

Hıristiyanlık aleminde hac yeri sayılan, 4. yüzyıldan kalma Süryani Katolik Kilisesi'ne bağlı Mar Behnam Manastırı, o yıkık dökük haliyle bugünün vahşetine tanıklık ediyor şimdi. Devletlerin nezdinde poker masasının ortasına fırlatılan para misali harcanan hayatlar, bir benzerimizin, yek değerimizin biricik hikâyesi.  O yüzden hiçbir acı bizden öte ya da bir diğerinden farklı değil. Varsın kahır hiyerarşileri dayatsın kimileri, gözden çıkarılmış hayatın uyandırdığı isyan bir ve aynıdır. Ve o yüzden Gazze Şeridi'nin güneyinde Refah'ta Filistinlilerin evlerini yıkmaya gelen İsrail Savunma Kuvvetlerine bağlı zırhlı buldozerin önüne dikilen ve ezilerek öldürülen ABDli  barış aktivisti Rachel Corrie’nin annesine yolladığı mektupta yazdıkları bu derece yakıcı ve geçerlidir: “Dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan gerçekleştirilebileceğine inanamıyorum . Dünyanın böyle korkunç bir hâle gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek, canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi…”

İyiden yana taraf olmak ve kötülüğe karşı bir ucundan mücadele etmek bazen hayatın esas tanımıdır.