YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Yargı reformu, Büyük Abi, uyuyan savcımız...

12 Eylül 2010 referandumu öncesinde hatırlanacağı gibi en sert ve hayati tartışmalar HSYK (Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim şeklinin değiştirilmesi etrafında cereyan etmekteydi. Diğer maddeler üzerinde partiler zaten mutabakata varmışlardı ve aslına bakılırsa referandumda bize sunulan paketin neredeyse 9/10’unu oylamamıza gerek yoktu, o maddeler üzerinde TBMM’de zaten anlamlı bir çoğunluk sağlanmıştı, bütün kıyamet bahsettiğim iki maddede kopuyordu. Ama önümüze koca bir paket geldi.

İktidar kanadı diyordu ki HSYK ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim şeklini değiştirmek gerekmektedir zira mevcut (yani o zamanki) sistemle ‘vesayet sistemi’nin savcı ve hâkimleri kadroları doldurmakta, bunlar da halk iradesini hiçe saymaktadır. Keza Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde Cumhurbaşkanı ve TBMM ağırlığını artırmaktaki hedef de buydu. Zira Anayasa Mahkemesi de mevcut (yine o zamanki) yapısıyla vesayet sisteminin, klasik devlet otoritesinin emrinden çıkmamakta, dönemsel olarak zararlı görülen partileri gözünün yaşına bakmadan kapatmaktaydı.

El hak, haksız değillerdi. Ancak yapılacak değişiklikle yargıda bir devrim yaşanacağı iddiası biraz şüpheliydi. Çünkü, -AKP ve medyasının şimdilerde feveran ettiği- yargıdaki cemaat etkisi o vakitler de bilinmekte, yeni sistemle yargı içinde hem cemaatin hem de AKP’ye yanaşmayı seçen klasik devlet bakışına sahip hâkim ve savcıların ağırlık kazanacağı anlaşılmaktaydı. Dolayısıyla getirilecek yeni sistem sadece AKP’nin dertlerine derman olacak (ki orada bile mesele çıktığı artık apaçık görülüyor), ülkede yargı karşısında her daim adam yerine konmayan sol, Kürt muhalefeti, muhalif gruplar, resmi görüş dışında kalanlar yine okka altına gidecekti. Bu tablo karşısında kimi ulusalcılar, milliyetçiler, CHP-MHP gibi çevreler vesayet sisteminde bir gedik açılmasından rahatsız oldukları için ya da az önce saydığım sebeplerle hayır demeyi seçmişken, yargının sillesini az ya da çok yemiş kimi  sol ve muhalif çevreler ise yine biraz önce kabaca çizmeye tabloyu dikkate alarak “boykot” yoluna gitmeyi tercih etmişlerdi. Siyasal Kürt hareketinin de bu ve başka saiklerle boykot yoluna gittiğini hatırlayalım.

Meselemiz ya da niyetimiz alınan tutumların muhasebesini yapmak değil. Bu konuda tek bir doğru olmayabilir. Asıl meselemiz 12 Eylül referandumuna toplum yüksek oranda onay vermişken, dolayısıyla AKP’nin elini bağlayacak hiçbir şey yokken yargı reformunun geldiği haldir. Yani AKP’nin iddiasını yerine getirip getirmediğidir. Bakalım.

Referandum sonrasında şunlar oldu, kabaca. Siyasal Kürt hareketine yönelik 2009 yılında  başlatılan yoğun tutuklama  kampanyası hızlanarak sürdü. KCK operasyonları adı verilen ve genel kanıya göre cemaatçe de desteklenen bu kampanya ile çok sayıda Kürt siyasetçi, avukat ve gazeteci cezaevine atıldı. Bu siyasetçiler, avukatlar ve gazetecilerin büyük çoğunluğu hiç de ikna edici olmayan delillerle hala cezaevlerinde tutulmaktadır. Hatta geçtiğimiz günlerde AKP’nin önemli isimlerinden biri bu siyasetçilerin bir tür rehine olarak içeride tutulduğu manasına gelecek sözler söyledi. Keza yine bu davalarla bağlantılı olarak çok sayıda hasta tutuklunun cezaevinde tutulduğunu ve bunların bir kısmının ölüm sınırında olduğunu hatırlatalım.

Keza biraz önce saydığım sol ve muhalif hareketlerle ilgili davalar ve duruşmalarda vesayet sisteminden bildiğimiz manzaraların benzerini yaşamaktayız. Gezi direnişi sırasında öldürülenlerle ilgili yargı süreçlerinin neredeyse tamamı skandallara sahne olmakta.. Yargı burada açık bir biçimde iktidarın emrinde bir görüntü vermekte, deliller savsaklanmakta, mağdurların taleplerine kulak verilmemektedir. Bu tabloyu sağlayan en önemli gelişmenin AKP’nin Gezi direnişine bakışı olduğunu herhalde kuşku yoktur.

Bu durum  içinde bulunduğumuz hafta zirveye ulaşmış, Gezi Direnişi sırasında Ankara’da kameraların gözü önünde bir polisin hedef alarak öldürdüğü Ethem Sarısülük davasında mahkeme heyeti laubali görüntüler vermekten çekinmemiştir. Savcı bilinçli biçimde abartttığını düşüneceğimiz şekilde koltuğunda uyuklamanın ötesine geçerek neredeyse kendinden geçecek şekilde derin uykuya dalmış, hakimin de koltuğunda uyukladığı görülmüştür. Yetmezmiş gibi başka bir kentten telekonferans sistemiyle ifade veren sanık polise tek bir soru bile sorulmamıştır. Bunun bir tesadüf olduğuna inanmak güçtür. Belki de otorite, mağdurların hak aradığı bu davaların iş olsun diye görüldüğü mesajını vermek istemektedir.

Tabii bir de 7 yıldır süren Hrant Dink cinayeti davamız var. Burada da hafta içinde cereyan eden duruşmada gördüğümüz gibi yine kamu görevlilerinin sorgulanması ve yargılanması ile  ilgili dişe dokunur bir gelişme olmamıştır. Mevcut durumda kilit isimlerden Erhan Tuncel’in hangi ifadesinde kimi suçlayacağı, kimi kollayacağı, buradan ne mana çıkarmak gerektiği gibi meselelerle meşgul olmaktayız.  Fakat Trabzon’daki dava ile İstanbul’daki dava hala birleştirilmemiştir. Ama asıl üzerinde durmamız gereken, dönemin Trabzon ve İstanbul emniyetleri, valilikleri ve istihbarat daireleri görevlileri için hala bir soruşturma gerçekleşmemesidir. Buralarda görev yapan alt ya da üst düzey resmi görevliler gerektiği biçimde sorgulanmadan, yargılanmadan, duruşmalardaki sansasyonel ifadelerle yol almak mümkün değildir. Bize Büyük Abi olarak sunulan Erhan Tuncel’in dedikleri elbette önemlidir ancak bu ifadelerin siyasi gelişmelere ve güç dengelerindeki değişikliklere göre sık sık yörünge değiştirdiği gözden kaçmamalıdır. Gerçek Büyük Abi’ler hala perde arkasındadır.

Ve tabii AKP açısından biraz ironik bir fasıl. AKP-Cemaat kavgası sayesinde öğrendiğimiz detaylardan biri de şu oldu. MİT’in kod isimlerle, gerçek isimleri bildirmeyerek  bazı gazeteciler için mahkemelerden dinleme izni aldığı biliniyordu. Önceki hafta ortaya çıkan belge MİT’in bunu hakimlerle koordineli biçimde yaptığını ortaya koydu. Hakimler her ne kadar bu belgeyi yalanlıyor olsalar da MİT ve yargının nasıl işlediğini biraz biliyorsak bu ve daha benzeri pek çok usulsuz dinleme işleminin bu yolla gerçekleştiğini tahmin edebiliriz. Uzatmayacağım. Yargı reformunda geldiğimiz aşama budur. Başka bir diyeceğim yoktur.