Toronto Pomegranate (Nar) Film Festivali, altıncı yılında, dünyanın birçok köşesinden gelen, Ermeniler tarafından yapılmış ve/veya Ermenileri konu alan filmleri 1-4 Aralık tarihleri arasında Kanadalılarla buluşturdu. Rakel Dink’in Hrant Dink’e mektubunu Hüseyin Karabey’in vurucu çizgileriyle anlatan ‘Hiçbir Karanlık Unuturamaz’ festivalin en iyi kısa filmi seçilirken, Fransalı Ermeni yönetmen Stephan Kazandjian’ın ‘Micheal G., Dünyanın Kralı’ adlı filmi En İyi Film ödülünü aldı.
KUMRU BİLİCİ - TORONTO
kumru@sympatico.ca
Kanada’daki Ermeni toplumunun kalbinin attığı, Toronto Hamazkayin Ermeni Eğitim ve Kültür Merkezi, geçtiğimiz hafta 4 gün boyunca dünyanın birçok köşesinden gelen son Ermeni filmlerine ev sahipliği yaptı. Merkezin en başarılı etkinliklerinden biri olan Pomegranate Ermeni Filmleri Festivali, bu yıl 1-4 Aralık tarihleri arasında altıncı kez gerçekleştirildi. Her yıl biraz daha büyüyen festival, 14 farklı ülkeden kısa ve uzun metrajlı sinema filmleri, belgesel ve animasyon filmler de dahil olmak üzere toplam 37 filmi izleyiciyle buluşturdu. 7 filmin dünya prömiyerinin yapıldığı festival, yarışma bölümüyle de Torontolu Ermenilerin hayatına bir kez daha renk kattı.
‘Hiçbir Karanlık Unutturamaz’a ödül
Ermeni sinemasının en önemli yüzlerinden biri olan oyuncu Arsine Khanjian, geçtiğimiz aylarda ‘Zenne’ filmiyle Altın Portakal Film Fesivali’nde En İyi Görüntü Yönetmeni ödülünü alan Norayr Kaspar ve Kanada’nın en büyük film kuruluşu NFB’nin genel müdürü SilvaBasmajian’dan oluşan jüri, En İyi Film ödülünü, Stephan Kazandjian’ın, bu yıl 2. Malatya Altın Kayısı Film Festivali’nde de gösterilen ‘Micheal G., Dünyanın Kralı’ adlı yarı belgesel - yarı kurgusal filmine verdi. En İyi Kısa Film ödülü ise, Hüseyin Karabey’in, Rakel Dink’in eşi Hrant Dink’in cenazesinde yaptığı unutulmaz konuşmayı içeren animasyon filmi ‘Hiçbir Karanlık Unutturamaz’ ile, İsveçli Ermeni genç yönetmen Emil Mkrttchian’ın ‘Spaceship’ (Uzay Gemisi) adlı filmi paylaştı. Festivalin en çok ilgi çeken filmlerinden biri, geçtiğimiz yıl !F İstanbul’da da gösterilen, Amerikalı bir harita mühendisi ile Ermeni bir fotoğraf sanatçısının Yerevan’dan başlayıp Karabağ’a uzanan yolculuğunun konu edildiği ‘Here’ (Burada) oldu. İzleyicileri Ermenistan coğrafyasında gezdiren film en çok oyu alarak festivalin en iyi filmi seçildi. Marc Fusço’nun, Ermeni Hamo Amca’nın bir televizyon gösterisi için bir haftalığına Amerikalı bir aileyle yaşadığı maceraları konu alan ‘My Uncle Rafael’ (Amcam Rafael) adlı komedisi yine izleyici oylarıyla ikinciliği; Fransalı Ermeni yönetmen Robert Guediguian’ın Cannes’da da gösterilen, nesli neredeyse tükenmiş bir solcu duyarlılığı ve insancıllığını, sıcak, sade ve izleyiciye hayatı sorgulatan bir dille anlattığı ve bana göre festivalin en iyi filmi olan ‘Snows of Kilimanjaro’ (Kilimanjaro’nun Karları) ise üçüncülüğü aldı.
İstanbul filmleri
Ermenistan’ın bağımsızlığını ilan edişinin 20. yılı onuruna, bağımsızlıktan bu yana ülkenin geçirdiği dönüşümün anlatıldığı ‘Armenia Now’ (Şimdiki Ermenistan) adlı filmle açılan festivalin ana temalarından biri ‘İstanbul’du. İstanbul’da çekilen ya da İstanbul etrafında geçen konuların ele alındığı bu bölümde gösterilen filmer arasında, Eric Nazarian’ın ‘Unutma Beni İstanbul’ projesi kapsamında yer alan ‘Bolis’i (İstanbul), Samira Radsi’nin İstanbul’dan Almanya’ya göçmüş bir Ermeni ailenin İstanbul’la olan aşk ve nefret ilişkisini konu alan ‘Anduni’si (Göçmen), Dina Kardumyan’ın ‘Galata’sı ve Gülengül Altıntaş’ın ‘Kaybolmayın Çocuklar’ı da bulunuyordu.
‘Dönüş’ belgeselleri
Diasporada yaşayanların A-nadolu’yla ve Türkiye’de yaşayanlarla karşılaşmalarının dile geldiği, torunların ata topraklarına yolculuklarının konu edildiği ve bence artık Ermeni sineması içinde başlı başına bir tür olan ‘dönüş belgeselleri’, her yıl olduğu gibi bu yıl da festivalin olmazsa olmazlarındandı. Örneğin ‘Voyage to Amasia’da (Amasya Yolculuğu), New York’lu müzisyen Eric Hachikian’ın bir yandan anneannesinin doğduğu Amasya’ya giderek onun ve ailesinin izlerini ararken, bir yandan da Türkiye’de yaşayan insanların Ermeni Soykırımı konusundaki düşüncelerini sorgulaması anlatılıyordu. Mathieu Zeitindjioglou ve karısı Anna’nın balayı için Mathieu’nun dedesinin memleketi olan Ankara-Keskin’e ve Van, Ani gibi şehirlere yaptıkları yolculuğu ve Türkler ve Kürtlerin 1915 konusundaki düşüncelerini konu alan ‘L'histoire du fils du marchand d'olives’ (Zeytincinin Oğlu), Hachikian’ın filmiyle birlikte, Ermeni sinemasının önemli isimlerinden, 50’den fazla filme imza atmış olan ve geçen yıl 97 yaşında kaybettiğimiz Dr. Michael Hagopian’ın anısına verilen En İyi Belgesel ödülünü aldı.
Festival çerçevesinde gösterilen ve üzerinde durulması gereken bir diğer belgesel ise, İsveç’te yaşayan yönetmen Suzanne Khardalian’ın babaannesinin ellerindeki ve yüzünde- ki dövmelerin izlerini bulmak için çıktığı ve bu dövmelerin 1915’ten sonra Anadolu’da alıkonan Ermeni kızları diğerlerinden ayırmak için kullanıldığını öğrendiği yolculukta, soykırımın özellikle Ermeni kadınlar üzerindeki travmatik etkisini sorguladığı ‘My Grandma’s Tattoo’ (Babaannemin Dövmesi) idi. Bu çarpıcı film de festivalden onur ödülüyle döndü.
Stepanyan’dan buruk bir aşk hikâyesi
Festivalin gala filmi olan, Ermenistanlı yönetmen Vahan Stepanyan’ın ‘Sunrise Over Lake Van’ı (Van Gölü’nde Gündoğuşu), Torontolu Ermeniler tarafından büyük ilgi ve beğeniyle karşılandı. Çekimleri Ermenistan, Fransa, Amerika ve Türkiye’de yapılan film, annesi soykırımdan şans eseri kurtulmuş olan 80 yaşındaki Garabed’in, geçmişin ve yitirilmiş toprakların hatıralarını, artık Amerikalı olmuş oğlu ve torununa aktarma çabasını anlatıyordu. Gala sonrasında konuşma fırsatı bulduğumuz yönetmen Stepanyan, Ermeni kimliğinin bu yakınlaşmaya henüz hazır olmadığı fikrindeydi ama filminde bir Türk oyuncuyu, Günışığı Zan’ı oynattığı için de çok gururluydu. Israrla, bunun Ermenistan’da bir ilk olduğunu söylüyordu. Bir yıl daha festivali bitirip, cebimde notlarım, kalbimde çoğu soykırım konulu onlarca filmin ağırlığıyla eve dönerken, ah diyorum, keşke daha çok film çekse Ermeni gençler.