Garzon davası: İspanya uluslararası hukuku ihlal ediyor

İspanya ve Şili'de cunta rejimlerine karşı açtığı davalarla tanınan Yargıç Baltasar Garzon'un yasadışı delillere başvurduğu için yargılandığı davadan 11 yıl meslekten men ceazsı yönünde karar çıkmasına yönelik tepkiler devam ediyor. El Cezire'ye yazan Dr. Ana Messuti, kararı 'hukuk ihlali' olarak değerlendiriyor. Garzon, 2010'da Uluslararası Hrant Dink Ödülü'ne değer görülmüştü.

Dr. ANA MESSUTI                                                                                      

Hafıza ile adalet arasındaki ilişkinin birkaç gün önce İspanya Yüksek Mahkemesi’nde yaşananlar kadar açık bir örneğini bulmak çok zordur. 75 yıldan beri, İspanya’da, hafıza, adalet için savaşmanın tek silahı oldu. Dokunulmazlığa karşı savaşta tek müttefik… Korkunç suçlar, her türlü soruşturmadan muaf tutuldu, bunca yıl.

Adalet, mahkemelerin adaleti, hâkimlerin adaleti, bir çukura gömülmüş bedenleri, bir cezai fiilin ipucu olarak saymadı. Bir cesedin (veya birçok cesedin) keşfine ilişkin rapor ellerine geçtiğinde, yargıçlar, “cezai fiilin irtikâbına yönelik bir ipucu yoktur” iddiasıyla dava açtılar. Cesedin, davacının annesi, babası veya dedesi olabileceği düşünmediler bile. Papazların, “affetmelisin” korosuna, hâkimlerin, “unutmalısın” sesleri karıştı.

Adalet arayışındaki hafızaya, sadece kulak vermemekle kalmadılar. Hafızayı yasakladılar. İsa’dan birkaç yüzyıl önce Atina’da olduğu gibi, şu anda İspanya’da, geçmişteki acıları hatırlamak yasak.

Mahkemenin kapıları kapatıldı. Suçlar, hatırlamak için çok fazla ve çok korkunç. Unutulmalılar. Zaman geçti bile ve geçmeye devam etmeli, tüm hatırlayanlar ölene kadar. Zaman ilerliyor ve hayat da zamanla birlikte ilerliyor.

Şimdi, yargıçların adaleti, İspanya’da hafızanın seslerini dinlemeye çalışan tek yargıcı cezalandırmak istiyor: Yargıç Baltasar Garzon. Bu yüzden, İspanya’da, bu suçlar için adaletin tek dayanak noktası, hafızadır. Eğer bizi yaralayan bir olayı hatırlarsak, adalet talep etmek doğaldır. Fakat hafıza, bir insanın beynindedir ve beyin de vücudunda. Ve vücudu ölmeye mahkûmdur.

Esasen, insanlar her gün ölürler, hafızalarıyla birlikte her gün, yavaş yavaş… Bu yüzden, İspanya’da adalet her gün ölüyor. Her gün, bir suçu hatırlayan bir kadın veya bir erkek ölüyor ve kurban adalet şansını yitiriyor. Kafka’nın öyküsünde olduğu gibi, mahkemenin kapısı, onun için sonsuza kadar kapanıyor.

Bu, hafızanın, adaletin, zamanın ve ölümün felsefi yükü değil. Yine de, bir İspanyol gazetesinde, Jesus Pueyo’nun daha yeni yayınlanan hikâyesini okuyan birisi için, bu tür bir yükü üstlenmemek olanaksız. O, tüm hayatını, babasının ve yakın akrabalarının cesetlerini bulmak için yetkililerden yardım istemeye harcamış. O, neredeyse tüm ailesi Franko rejimi tarafından öldürülen birisi…

Biliyor ki, tüm tanıdıkları aynı yol üzerindeki birkaç çukura gömüldü. Yalnızca onları usulüne uygun bir şekilde defnedebilmeyi istiyor. Onları köpekler gibi, yol kenarına terk edilen ölü köpekler gibi yalnız bırakarak ölmek istemiyor. Yıllar geçiyor ve hiç kimse ona cevap vermiyor. Kral dâhil hiç kimse…

Bu yıl, Ocak ayında, Jesus Pueyo’nun eline mahkemeden önce bir celp geçti. Herhangi bir mahkemenin değil, İspanya Yüksek Mahkemesi’nin celbi. Yargıçlar sonunda onu duymuşlardı, sonunda onun kederli hikâyesini dinleyeceklerdi.

Fakat Jesus’a yapılan çağrı, babasının katledilişi için değildi. Gerçekte, Garzon Davası’nda şahitliğine başvurulmak için çağrılmıştı. Garzon için… Zamana ve akışına karşı savaşmayı seçen, hatırlayanları susturacak ölüm anını beklemeyen tek hakim için…

Aslında, 2006’da, Yargıç Baltasar Garzon, Franco zamanında işlenen suçlar için bir süreç başlatmak adına hareket geçmek istemişti. Fakat yargıçlar, Yargıç Garzon için yargıya başvurdular. Çünkü o, sessizlik kuralını bozmuştu. Jesus Pueyo, bu tuhaf durumun farkındaydı:

Jesus Pueyo endişeliydi. Aşırı hislenmekten korkuyordu. Durmaksızın hafızasını susturmaya çalışan ve kurbanlara kapıyı açan yargıcı cezalandırmak isteyen yargıçlar karşısında ağlamak istemiyordu. Çağrılmadan önce birkaç kez ifadesini tekrarlayıp durdu. Tekrarladı, tekrarladı…

Fakat bu, işe yaramıyordu. Hiç bu mahkemede ifade vermemişti veya dünyadaki herhangi bir mahkemede… Mahkeme günü gelmeden birkaç gün önce Jesus öldü. Onunla birlikte, babasına dair hafızası ve her zaman hafızayla birlikte gelen adalet de ölmüştü. Ölüm, hafıza ve adalete baskın çıkmıştı.

İspanyol yetkililer, en az iki açıdan uluslararası hukuku ihlal ediyor: topraklarında insanlığa karşı işlenen suçlara dava açmak ve yaptırımda bulunmak yönündeki taahhütlerini yerine getirmeyerek ve suç işleyenler yerine, bu taahhütlere uygun davranan özel bir yargıç hakkında dava açarak…

İspanya Yüksek Mahkemesi, Yargıç Garzon’u, Franco’nun insanlığa karşı işlediği suçları soruşturmakla adalet yolundan saptığına karar vererek, hafıza ve adaleti öldürmek adına büyük bir adım atmış oldu.

Fakat bu adım, belki de işin sonunda adımı atanların aleyhine gelişecek küresel bir tepki dalgasını canlandırdı. Küresel Adalet ilkeleri uyarınca ve uluslararası hukukun hükümlerini yerine getirerek, Arjantin gibi ülkelerde Franco’ya karşı hukuki adımlar atılmaya başlandı bile.

Adalet arayışındaki hafıza, inatçı bir hafızadır. Tüm bunlardan sonra, belki de ölüm, adalete bakın gelemeyecek. Hafızanın inadı, adaletsizliği yenecek. Er ya da geç, bir şekilde, adalet, İspanya’da kazanmak zorunda.

(Yazının orijinali şu adreste: http://www.aljazeera.com/indepth/opinion/2012/02/20122771401725.html. İngilizceden çeviren: Sevag Beşiktaşlıyan)