Kebapçının kızı ‘kaderden kaçılmaz’ diyor

“1929’da Sivas merkezde, Bezircileraltı Sokak’ta doğdum. 1948’de İstanbul’a geldiğimizde kayıp akrabalarımı, dayımı, teyzemi aramak için sağa sola, tanıdığım, duyduğum, onları tanıyabilecek herkese mektuplar yazdım. Çok araştırdım ve en sonunda, 33 yıl sonra, teyzem Vartanuş’u Amerika’da buldum.”

Fotoğraf: Berge Arabian

LUSYEN KOPAR
lusyenkopar81@hotmail.com

“Sesler yükseliyor dağlardan, duyuyor musun?
Gördüm bir yetim ağlıyor, yalnız, çaresiz, aç
Ere varmamış genç kızın çığlıkları kayaları dağlıyor,
Analar yok, babalar yok, bacılar kayıp…
Sen neredesin? Ailen nerede? Dün diktiğin asma, Fırat’a düşen çocuk nerede?
Bazen haykırmak istiyorum “Sen beni istemesen de ben
buradayım. Bu toprakta yaşadım, bu toprakta kök saldım.
Ben dikenli, yabani ot, senin kamburun değil, mis kokulu
amber, dağında kardelenim” diye.

Kardelenim Akabi Güreğyan ve Kebapçı Arutyun’un anısına

Adım Annik Keşişyan. 1929 yılında Sivas merkezde, Bezircileraltı Sokak’ta doğdum. Önce Ülkü İlköğretim Okulu’nda beşi bitirdim, daha sonra üç sene kız sanat okuluna gönderildim. Ülkü İlköğretim Okulu’na giden ilk Ermeni öğrencilerdendim. Bizim sınıfta gayrimüslim yedi öğrenciydik. Annem Akabi Terziyan beni okutmak için çok mücadele etti. Maarif’e müracaat etti, valiye gitti, “Ben çocuğumu okutmak istiyorum” dedi ve beni okuttu. Ben okula başlayınca diğer gayrimüslimler de hemen çocuklarını okula yazdırdı.

Annem çok güzel Ermenice bilirdi. Ayrıca ‘arhesdanots’ yani biçki-dikiş sanat okulu mezunuydu. Kendisi de, ağabeyleri ve ablaları da Ermeni okulunda okumuş. Ancak küçük kardeşleri Vartanuş ve Manuk, Ermeni okulu kapatıldığı için Ermenice okuyamamış. Zaten küçük dayım ve teyzem 1915’te Amerikan Koleji’ne gönderilmiş. Kırımda, kolejin yetimhanesinde olan çocukları götürmüşler. En küçük dayım Manuk o zaman dokuz yaşındaymış; onlarla birlikte gitmiş ve kaybolmuş. Teyzem Vartanuş da onlarla birlikte gitmiş ama o daha büyük olduğu için kaybolmamış ve Yunanistan’a varmış. Yunanistan’dan Amerika’ya gitmiş ve oraya yerleşmiş.

Teyzem Vartanuş

1948’de İstanbul’a geldiğimizde Ermenice öğrenmek istedim. Boğos Bezezyan Efendi’ye gidip bu arzumu söylediğimde, bana destek olup Ermenice öğretti. O zamanlar kayıp akrabalarımı, dayımı, teyzemi aramak için sağa sola, tanıdığım, duyduğum, onları tanıyabilecek herkese mektuplar yazdım. Çok araştırdım ve en sonunda, 33 yıl sonra, teyzem Vartanuş’u Amerika’da buldum. Önce Türkçe bir mektup yazdım. İki sene yanında saklamış, ama Türkçe okuyabilen birini bulamamış. Ne olduğunu, ne yazdığını anlayamamış. Daha sonra, yeni öğrendiğim Ermeniceyle bir mektup yazdım, bu kez hemen cevap geldi. Teyzem Amerika’da öldü ve ben onu hiç göremedim.

Soldan sağa: Akabi Güreğyan, Ağavni Güreğyan, Manuk Güreğyan, Vahan Güreğyan ve Harutyun Güreğyan (Sivas, 1913)

Annem Akabi Güreğyan

Annem Akabi Güreğyan altı kardeşin en büyüğüydü. 1915’te büyük iki dayım Vahak ve Harutyun lokanta işletiyorlarmış. Annem onlar için “gündüz aşçı, gece profesörler” derdi. Tiyatrolar oynar, konserler verirlermiş. Kaçıp Amerika’ya gitmişler. Orada lokanta açıp işletmişler, ama koleraya yakalanıp ölmüşler. Annem hep “Kaderden kaçılmaz. Buradan ölümden kaçtılar, orada öldüler” derdi.

Duvardaki gelinlik

Annem Akabi 1915’te, 21 yaşında, nişanlı, anası babası olmayan, öksüz bir genç kızmış. Kendi ve bir ufağı teyzem Ağavni, kardeşlerini büyütmüşler. Annem, dantelli gelinliği duvarda asılı, düğün gününü beklerken, nişanlısı, görümcesi, şimdiki görümcesi, görümcesinin çocuğu ve küçük teyzemle birlikte sürgüne gitmiş. Sürgüne çıkarlarken annem yanına diplomalarını almış, nüfusunun arasına saklamış. Nişanlısı alay edip “Sakla sakla, onlar sana bu yolda çok lazım olacak” demiş. Annem anlatırken, “O zaman anladım ki biz iyi bir yere gitmiyoruz” derdi. Nişanlısıyla beraber epey yol gittikten sonra, erkekleri ayırmışlar, kadınlar yola yalnız devam etmiş. Giden erler gitmiş; ne nişanlısı, ne de başkası geri dönmüş. Annem, teyzem, annemin şimdiki görümcesi Filor ve onun kucaktaki oğlu yola devam etmişler. Görümcesi artık yürüyemeyeceğini söylemiş. Onu orada bırakıp, kucağındaki oğlanı da nehre atmışlar. Babam bazen kardeşini sorar, “Filor’a ne oldu? Oğlana ne oldu?” derdi ama annem ona hiç cevap vermedi.

Antep

Kafile Suruç Dağları’nı aşıp Antep’e varmış. Annem “Antep’e vardığımızda kimse bizim kılımıza dokunmadı, orda çok rahat ettik” derdi. Şehrin meydanına geldiklerinde, oranın ileri gelenleri ortaya çıkıp “Bunların hepsi iyi aile çocukları. Namuslarına halel gelmesin, bunlara sahip çıkalım” demişler. Ne var ki, kanun gereği, herkes evine sadece bir Ermeni alabilmiş. Annem, kaldığı evde dikiş dikmiş. Ama kız kardeşi Ağavni sokakta kalmış. Ev sahibi gazeteci Zeki Savcı Bey “Kardeşini eve alamam ama bu evden ne istersen alıp kardeşine verebilirsin” demiş. Annem, kardeşi dilenci kılığında ne zaman kapıyı çalsa, hayatta kalabilsin diye ona bir ekmek vermiş. Daha sonra teyzemi de bir eve yerleştirmişler. Halı dokumayı bildiği için, evde onu bir tezgâhın başına oturtmuşlar, halı dokutmuşlar. Annem ve teyzem üç sene Antep’te kalıp daha sonra Sivas’a dönmüşler.

Sivas’a dönüş

Annem “Beyrut’a falan gitmeyip memleketimize dönmekle çok büyük hata yaptık” derdi. Eve döndüklerinde kimse yokmuş. Yapayalınız kalmışlar. Tanıdıkları, yalnızca babam –yani nişanlısının yeğeni– ve kız kardeşinin oğlu kalmış. Babam 1915’te asker olduğu için kurtulmuş. Annemler babama “Biz buradayız” diye haber göndermişler. Üzerlerine giyebilecekleri hiçbir şey yokmuş. Babam kışladan erkek iç çamaşırı, erkek gömleği getirmiş. Beş-altı ay onları giyip, idare etmişler.

Arka Sıra- Annik Keşiş, Ağavni Güreğyan, Ojen Papazcıyan, Harutyun Tenekeci, Akabi Tenekeci, Vahan Tenekeci (İstanbul, 1952)

Askerden kaçış

1919’da babam hâlâ askerken “Gayrimüslimlere askerlik yok” kanunu çıkmış. Subay Şahabettin Bey “Çabuk buradan kaçıp saklan” demiş. Babam kaçıp annemlerin yanına gelmiş. O zamanlar İstiklal Mahkemesi kurulmuş ve “Asker kaçaklarını nerde bulursanız vurun” emri verilmiş. O gün 13 kişi kaçmış, 12’si bulundukları yerlerde öldürülmüş. Sadece babam sağ kalmış. Babamı annem ve kız kardeşi saklamış. Bir çukur kazmışlar, babamı içine saklamışlar, üzerine de kömür sandığı koymuşlar. Geceleri herkes uyuyunca yemeğini verip, çukurun ağzını gizlice kapatıyorlarmış. Komşulardan biri farkına varmış. Kadının biri evde erkek yok diye rahatça girip çıkıyormuş. Kocası Ali Örnek, Sivas’taki Örnek Oteli’nin sahibi. “Sen oraya erkek yok diyerek çıkıyorsun ama o evde bir erkek var. Ben bazen görüyorum. Sor bakalım, o kimmiş” demiş. Annem saklamayıp, olanı biteni komşusuna anlatmış. Ali Bey; “Siz bu işi bana bırakın, ben halledeceğim. Korkmayın, sizi koruyacağım” demiş. Bir gün sabah erken vakit kapı vurulmuş. Kapıdaki kişi, Subay Şahabettin Bey’in selamıyla, “Harutyun çıksın, mahkeme sona erdi” diye haber getirmiş. Babam çukurdan çıktığında saçları, kaşları, kirpikleri, sakalları, hepsi yolunmuş. Orada yalnızlıktan, sıkıntıdan, çukurda kaşlarını, saçlarını yolmuş adam. Ömrünün sonuna kadar, ne zaman sinirlense kaşlarını yolmuştur babam.

Yeni bir hayat

Hayat öyle bir oyun oynamış ki anneme... Antep dönüşü, kız kardeşinden başka kimsesi kalmayan anneme, eski nişanlısının yeğeni sahip çıkmış, o kaçakken de annem ona sahip çıkmış. Ve eski nişanlısının yeğeni, kocası olmuş annemin; eski görümcesi de, yeni kaynanası... Ne diyeyim; gelin ata binmiş, “Ya nasip” demiş.

Babam, Boğos oğlu Harutyun Tenekeci çok iyi bir kebap ustasıydı. Sivas’ta ‘Kebapçılar’ diye nam salmıştık. Mahkeme çarşısında lokantamız vardı. Bana ‘kebapçının kızı’ denirdi. Babam İstanbul’a gittiğinde gördüğü bir kebapçı salonunu çok beğenmiş ve aynısını Sivas’ta açmak için kolları sıvamış. O zamanlar gayrimüslimlerin mülk sahibi olması, iş açması yasakmış. Beraber çalıştığı ortağı Bekir’in üzerine yapmış dükkânı. Açılış günü Bekir kilidi değiştirip “Bura benim yerim” demiş, babamı sokağa koymuş. Babam “On tane Bekir beni sokağa atsa ben yine Kebapçı Arut olacağım” demiş ve kısa zamanda yeni bir lokanta açmış. 15 senede Sivas’ın en zenginlerinden olduk.

O dönem Halk Parti milletvekili Nusret Çubukçu ve Demokrat Parti milletvekili Rıfat Ökten, babamın müşterileriydi. Namı Ankara’ya ulaşmış babamın. Bazen Nusret Ney veya Rıfat Bey gelir, Meclis’e göndermek için kebap satın alırlardı. Babamın başarısını çekemeyenler oldu. Cumhuriyet devrinde evimizi taşladılar, babamı dövdüler. Göç ettiğimizde, bazıları “Siz gittiniz, buraların bereketi gitti” dedi, bazıları da “Oh oldu, defolup gittiler” dedi. Hiç unutmuyorum, kadının biri “Yine gitmiyorlar ki ağız tadıyla bir erişte yiyelim” demişti. Yani biz gideceğiz ki, bizim ambarımızdaki, bizden kalan erişteyi yesinler!

Soldan sağa:Marange Aram, Yervant İşğanyan, oturanlar: Harutyun Tenekeci, Berker Nişan (Ayvalık)

Cesaret

Yedi yaşındaydım. Annemle birlikte mahallede yürüyorduk, annem elimden tutmuştu. Bir papazımız vardı, ‘Tavralı papaz’ derdik. Mahallemizin delisi, Bedir adında bir kız vardı, papaz yoldan geçerken üzerine atladı ve vurmaya başladı. Annem elimi bırakıp koştu. Eline bir taş alıp Bedir’e fırlattı. Mahalledekiler “Görmüyor musun, kız deli” deyince, annem “Deliyse gitsin hocayı dövsün” diye bağırdı.

Bir keresinde, annem, komşulardan birine para vermişti. Adam esnaftı, başka şehirlerden bir şeyler getirip satardı. Annem “Bana da bir şeyler getirirsin, ödeşiriz” demiş. Gel zaman, git zaman, adam ne bir şey getirdi, ne de parayı ödedi. Annem adamın yanına gidip, verdiği paranın çeyreği etmeyecek iki pike almış. Bir hafta sonra kapı vuruldu, adam parayı istemeye geldi. Annem ve adam tartıştılar. Bu arada polis geldi. Adam polise dönüp “Şikâyetçiyim polis bey, bu kadın bana papaz diyor” dedi. Polis “Adam, git işine, bu kadın Ermeni, sana papaz deyip papaza hakaret etmez” deyip adamı kovdu.

6-7 Eylül olaylarında İstanbul’daydık. Ne annem, ne de babam korktu. Her zaman olan şeylermiş gibi geldi onlara; babam “Bunların her zaman yaptığı iş” dedi.

Teyzem Ağavni

Sürgünden dönen teyzem Ağavni, hayatını adeta bana adamıştı. Ben onu, o beni hiç bırakmadık. Erkeklerden tiksindiğini, bir erkeğe asla ilgi duymadığını, duyamadığını çok geç anladım. Sürgün yolunda başına çok kötü şeyler gelmiş, tecavüze uğramış, kurtulmuş ama bu acıyı içinden hiç söküp atamamıştı.

 

Kategoriler

Güncel Türkiye