Dön demesi kolay

Dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 2008’de Brüksel’de “Bugün eğer Ege’de Rumlar ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi?” diye soruyordu. Böyle düşünenin sadece Vecdi Gönül olmadığını iyi biliyoruz. Yüz yılı aşkın bir süredir Türkiye’yi yönetenler ve kendini ülkeyi yönetenlerle özdeş görenler bu zihniyeti paylaştılar.

 Vecdi Gönül’ün konuşmasından beş yıl sonra, bu kez Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, “Geçmişte azınlıklara karşı yapılan bazı yanlışlıklar artık söz konusu değil. Türkiye, tüm kimlikleri, tarihsel mirası koruyan bir demokrasi haline gelmiştir” diyerek ‘dönün’ çağrısı yaptı. Çelik’in çağrısını ve çizdiği pembe tabloyu muhataplarına, yaşadıkları toprakları terk edip gidenlere sorduk.    

 Ermeni, Rum, Süryani ve Musevi toplumlarından Gobelyan, Uzunoğlu, Melo ve Sadi Türkiye’yi neden terk ettiklerini ve neden hâlâ yurtdışında olduklarını anlattılar. Hepsi aynı noktayı vurguluyor: “Gittik, çünkü bu ülkeye ve geleceğimize dair güven duygusunu yitirmiştik. Bu güveni yeniden kazanmak için sözden daha fazlasına, atılacak somut adımlara ihtiyacımız var.” 
 

Gidenler dönüş için devlete güven duyma ihtiyacında

EMRE ERTANİ
emreertani@agos.com.tr

2008 yılında Avrupa Birliği Savunma Bakanları Troykası için Brüksel’e giden dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, “Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi?” diye sormuştu. Bakan’ın da vurguladığı gibi, Türkiye’nin kuruluşuyla başlayan ‘Anadolu’yu gayrimüslimlerden arındırma projesi’ Cumhuriyet döneminde de devam etti.

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ise, bugüne kadar izlenen politikaların aksine Cumhuriyet dönemi boyunca Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan azınlıklara “Türkiye’ye dönün” çağrısı yaptı. “Geçmişte azınlıklara karşı yapılan bazı yanlışlıklar artık söz konusu değil. Türkiye, tüm kimlikleri, tarihsel mirası koruyan bir demokrasi haline gelmiştir” diyen Çelik, ilk başvurulacak yer olarak Türkiye büyükelçiliklerini adres gösterdi. Agos, çağrının muhatabı olan, ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış gayrimüslimlere bakanın çağrısı hakkında ne düşündüklerini, hangi şartlarda geri döneceklerini sordu. Güven ihtiyacı vurgusu baskın çıktı.

İsrail’deki Türkiyeliler Birliği Basın Sorumlusu Rafael Sadi:

‘İnsanlar neden gitti?’

Söylem olarak, düşünce olarak çok güzel. Ancak pratikte nasıl olacağına bakmak için Cumhuriyet tarihine dönmek gerek. İnsanlar neden Türkiye’den gitti? 80 yıl evvel 180 bin Yahudi yaşarken neden bu nüfus 30 binin altına düşmüş. Diğer azınlık grupları için de bu geçerli. 1942’de Varlık Vergisi’yle herkesin sermayesi elinden alındı. Benim büyükbabam, amcam ve eniştem vergiyi ödeyemedikleri için aynı anda Aşkale’ye taş ocaklarına gönderildiler. Bu yapılanlardan özür dileniyor mu?

1991’den bu yana İsrail’de yaşıyorum, ailem daha önceden, 1978’deki çatışma ortamından dolayı göç etmişti. Çocuklarım burada evlendi, şu an dört torunum var. İnsanların dönmeyeceğini bile bile sanki bir kıyak yapılıyormuş gibi bunun dillendirilmesine karşılık “Kimi kandırıyorsunuz?” demek istiyorum. Ama yalan bile olsa duymak çok güzel.

Mesela, “Trakya olaylarında şu kadar Yahudi evi, malını mülkünü bıraktı, kaçmak zorunda kaldı, yoksa keseceklerdi. Onların zararlarını tazmin edeceğiz” diyen biri çıkar mı? Bence çıkmaz. Dönüş için bunlar da şart değil. Bu olaylardan dolayı üzgün olunduğunun beyan edilmesi yeterli. Kimse kalkıp tazminat istemeyecek. Benim Hasköy mezarlığında yatan dedem kalkıp tazminat mı isteyecek?    

İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu Başkanı Niko Uzunoğlu:

‘Geri dönüş için taleplerimiz var’

Üç yıldır İstanbullu Rum toplumunun maruz kaldığı insan hakları ihlallerinin giderilmesi ve İstanbul’a dönmek isteyenlere destek verilmesi konusunda hükümetle görüşmelerimiz sürüyor. 27 Şubat 2013 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda düzenlediğimiz konferansta yaptığımız konuşmada ve Birleşmiş Milletler (BM) 22. İnsan Hakları Konseyi’nde İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu olarak taleplerimizi dile getirdik. Taleplerimiz özetle şöyle:

- Ekümenik Patrikhane’nin yasal statüsünün tanınması.

- Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması.

- Devlet tarafından ‘terk edilmiş’ ilan edilen 17 manastırın iade edilmesi.

- 1964’te haksız bir şekilde vatandaşlıktan çıkarılanlara vatandaşlıklarının iade edilmesi.

- Rum Edebiyat Cemiyeti’nin el konmuş arşivinin iadesi.

- Rum okullarına sadece Türkiye değil, AB vatandaşlarının da kabul edilmesi.

-Devletin tüm hizmet alanlarında azınlıkların, Müslüman Türk vatandaşlarla eşit haklara sahip olması.

Uzun yıllar Avusturya’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönen Naum Melo:

‘Düğüne çağırıyorsunuz ama davetiye göndermiyorsunuz’

1976’dan beri Avusturya’nın başkenti Viyana’da yaşıyordum, beş yıl önce gençliğimin geçtiği topraklara, Mardin’e döndüm. Türkiye’deki zihniyet eskiden çok daha kötüydü. Aşiret yapısı da Süryanilerin hayatını olumsuz yönde etkiliyordu. Dönerken tedirgin olmadım değil. Bülent Ecevit, başbakanlığı döneminde Süryanilere geri dönün çağrısı yapmıştı. Ama bu şöyle bir şey: Birini düğüne çağırıyorsunuz ama ona davetiye göndermiyorsunuz. Süryaniler dönsün ama neye güvenerek geri gelsin? Artık taktik zamanı değil, verilen sözleri pratiğe geçirme zamanıdır. Sözler olumlu ama yeterli değil, resmiyet lazım. Hükümet azınlıklarla ilgili iyileştirmeler yapıyor. Bunun sonucunda bir umut da doğmuştur, inkâr edemeyiz. Fakat bunun sonucunda bir adım atılmazsa çok büyük bir hayal kırıklığı olur.

Paris’te yayımlanan Nor Haraç gazetesi redaktörü Harutyun Gobelyan:

‘Dönmek için güvenmek lazım’

1979’da liseyi bitirdikten sonra İstanbul’dan ayrıldım. Gitmemin nedeni kendimi rahatsız bir ortamda hissetmemdi. Ailemin de bu durumda rolü olabilir. Yaşadıklarından dolayı sokağa çıkmama dahi izin vermezlerdi. Bazen Türkiye’yi ziyaret ediyorum, ülkemden soğudum diyemem ama insanların tavırlarından dolayı rahatsızım. Tarihsel konularda sanki benim kendi versiyonum var, onların başka bir versiyonu var gibi. Fakat tarihi gerçeklik bir tanedir. Bu durum beni çok rahatsız ediyor.

Ben adaleti seven bir insanım, bu yüzden Bakan’ın sözleri önemsiz demek istemem. Fakat bu sözlerin gereğini yapmak hükümete düşer. Ama yapılabilecek kolay adımlar bile atılmıyor. Örneğin Hrant Dink ve Sevag Balıkçı davası bunun en somut örneği. Ermeniler ve gayrimüslimlerle ilgili konularda devlet hâlâ adil davranmıyor. İnsanlarda güven olursa bir geri dönüş olabilir, diplomatik mesajlarla bu gerçekleşmez.