Dokunulmazlıklar ve AKP

Agos yazarlarından Yetvart Danzikyan, bu haftaki köşe yazısında dokunulmazlık tartışmalarından yola çıkarak AK Parti'nin Kürt sorunu için üreteceği olası çözümleri irdeliyor.

Yetvart Danzikyan
Kardeşçesine
yetvartd@ttmail.com

Açlık grevlerinin Öcalan’ın önerisiyle bitmesiyle yaşanan kısa süreli bahar havası çok çabuk berhava oldu ve Erdoğan’ın ısrarla kaldırmak istediği, BDP’li vekillerin dokunulmazlığı için düğmeye basıldı. Hiç şüphesiz, Kürt sorununun çözümü açısından geriye doğru bir adım bu. Süreç nihayete ererse, aynı 1994’te olduğu gibi BDP’li milletvekillerinin polis eşliğinde TBMM’den alınmasına ya da benzer sahnelere tanık olabiliriz. Ancak şöyle bir mesele var: Erdoğan, bırakın Kürt sorununda adil bir çözüm isteyen, bekleyen kesimi; kendi partisinin bir kısmını bile ikna edememiş durumda. Bölge milletvekillerinden Galip Ensarioğlu dokunulmazlıkların kalkması yönünde oy vermeyeceğini açıkladı. Kimi gazetelere göre, parti içindeki 16 milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasına taraftar değil. Durum kritikleşmiş olmalı ki, AKP’nin Salı günkü toplantısının basına kapalı bölümünde konu ele alındı ve sızan haberlere bakılırsa, Erdoğan sadece 10 BDP’linin değil, bekleyen dosyaların (yolsuzluk vs.) büyük bir bölümünün inceleneceğini söyledi. Çok sayıda dosyadan bahsediyoruz; sürecin Mart 2013’e uzaması bekleniyor.

Kürsülerde gayet kararlı konuşan Erdoğan’ın, parti içindeki direnci ya da konunun anayasal mahzurlarını (bir partinin, başka bir partinin dokunulmazlığını kaldırma konusundaki ısrar) görünce meseleyi zamana yaymayı tercih ettiğini düşünebilir miyiz? Evet, böyle bir izlenim var ancak fezlekelerin seyrini ve AKP yönetiminin süreci nasıl yönlendireceğini hâlâ tam olarak bilemiyoruz. (Güçler ayrılığı ilkesi açısından hayli pespaye bir durum bu elbette.) Tüm bu süreçte Erdoğan’ın söylemi ve mantığı demokratik hayat açısından yine sorunluydu.

Erdoğan Salı günkü toplantının basına açık bölümünde milletvekillerine ve kamuoyuna seslenirken, bu dokunulmazlık adımını “millet adına” atacaklarını söyledi: “Dokunulmazlık fezlekeleri önümüze geldiğinde, vicdanımızla hareket edecek, millet adına kararımızı vereceğiz. Bizim kararımızın ardından eğer dokunulmazlık kalkarsa aynı şekilde yargı, vicdanıyla ve millet adına onlar da karar verecektir.” Konuşmanın başka bir bölümünde de “Yeri geldiği zaman haddini, herkese yine bu parlamento, parlamento dilinde bildirir. Aksi takdirde yaptıkları yanlarına kar kalır” dedi. Millet adına konuşuyor Erdoğan, ve had bildiriyor. Ve “onlar” diye birilerinden bahsediyor, ısrarla. Öncelikle “millet adına” hareket etmenin her dönemde ve her durumda mahzurlu olduğunu söylemek lazım. Yüksek oranda oy alsanız da, bir siyasi hamleye “Millet adına hareket ediyoruz” diye meşruiyet kazandırmaya çalıştığınız anda, bilin ki demokrasinin epey uzağında bir yerdesiniz. Çünkü o ‘millet’ dediğiniz şey aslında kurgusaldır, büyük ölçüde siyasi olarak tasarlanmış ve siyasi hedefler için bir manivela olarak kullanılmıştır çoğu zaman. Ve elbette, millet tek bir kişiymiş gibi konuşmaz, yekpare bir bütün değildir, içinde sürüyle farklı eğilim, farklı insan vardır. Ama milleti bir bütün olarak gören, daha doğrusu öyle sunan ve öyle olmaya zorlayan otoriter/sağcı siyasi hareketler vardır.

Kabaca, iki düzeyde görürüz ‘millet’ adına konuşanları: Cumhuriyet’i kuran kadroda gördüğümüz gibi, büyük rejim değişikliklerini gerçekleştirdikten sonra toplumu da dönüştürmeye çalışanlarda ve bir de, milliyetçi/faşist/totaliter hareketlerde. İlk örnekte denklem bellidir. Devrimi –ya da ‘inkılabı’– gerçekleştiren kadro, bunu toplumun her düzeyine yaymak ister; bu yüzden de sarılacakları en büyük argüman ‘millet adına’ konuşmak, onun adına hareket etmektir. Bu yönüyle otoriter bir özelliği vardır. Bilhassa 1925 sonrasındaki Tek Parti yönetiminin bu vasfını artık zaten biliyoruz. Keza ‘Atatürkçü’ darbeler de bu argümanı merkeze koymuşlardır her zaman. İkinci örnek için de Türkiye’nin yakın tarihi açısından çok zorlanacağımızı düşünmüyorum. MHP’nin ve büyük ölçüde Milli Görüş hareketinin başlıca argümanlarından biridir ‘millet adına’ konuşmak, hareket etmek, “Millet buna izin vermeyecektir” demek. Toplumu ‘düzlemek’, tek bir bütün halinde görmek, ve çoğunluğun doğal, doğuştan gelen özellikleri (Müslümanlık, Türklük) üzerinden diğer gruplar üstünde otorite kurmak isteyenlerin başlıca adresidir, millet. Zaten, adı üstünde, millet adına konuşuyorsanız, milliyetçi olmanızdan doğal bir şey yoktur. Böyle durumlarda sorulacak soru şudur: hangi millet adına? Cevabınız ‘Türk milleti’ ise, ya da tek bir ‘millet’ ise siyasal yelpazedeki yerinizi çoktan almışsınız demektir. Hele ki “onlar” diye bahsettiğiniz bir gruba had bildirme aşamasına geldiyseniz...

Peki, Erdoğan’ın ya da çevresindeki danışmanlar grubunun kafasındaki plan ne olabilir? Erdoğan’ın önünde iki kritik mesele var: Başkanlık sistemi ve Kürt sorunu. Bunların çözümü için bazı ön hamleler gerekiyor. Bunlardan biri, başkanlık sistemi ile beraber gelmesini planladığı eyalet sistemi. Bunun ipuçlarını verdi Erdoğan, önceki hafta. Eyaletten bahsetmeden, seçimle gelen valinin mümkün olabileceğini söyledi ama eyalet sistemini kastettiği belliydi. Erdoğan, siyasal Kürt hareketinin en azından bir kanadının, seçimle gelen bir valinin yöneteceği eyalet sistemine itiraz etmeyeceğini, hatta bunu destekleyeceğini hesaplıyor olabilir. Dolayısıyla bu, hem Kürt meselesinde, hem de çok istediği başkanlık konusunda eline bir koz verebilir. Ancak bunu kimle yapacak? Muhtemelen Öcalan’la. AKP baştan beri Öcalan’ın, pazarlık için, BDP ve PKK’ya kıyasla daha iyi bir partner olduğunu düşündü. Zira Öcalan tecrit halindeydi, devletle baş başa pazarlık etme duygusu ona iyi gelebilirdi ve bu görüşmeler gizli kapaklı olmaktaydı, yani AKP kendi muhafazakâr tabanına “PKK ile pazarlık ediyor” manzarası vermiyordu. Zaten hafta içinde Öcalan’la temasın hızlandığı yönünde haberler sızdırdı devlet. Keza, Beşir Atalay da “Herkesle görüşürüz” mealinde bir laf etti yine. Artık biliyoruz ki Öcalan’ın AKP içindeki kod ismi ‘herkes’. Bütün bunlar tesadüf olmasa gerek.

Evdeki hesap bu olabilir. Çarşıya uyar mı? Zannetmiyorum. Siyasal iradenin temsilcilerini böylesine hırpalayarak bir çözüm bulunması ‘demokratik’ değil. Kürt hareketi/tabanı Öcalan’ı her şeyin önüne koyuyor olsa da, kendi oyuyla seçtiği vekillerin bu muameleyi görmesini es geçmeyecektir. BDP’yi Meclis’ten, PKK’lıları da bu coğrafyadan (silah bırakma şartıyla yurtdışına gitme formülünü hatırlayın) atıp Öcalan’la çözüme oturmak gerçekçi mi? Pek sanmıyorum. Her şeyi bırakın, adil mi? Onu da sanmıyorum.

 

Kategoriler

Güncel Gündem