Barış arayışının güzergâhları: Çerçeve, program ve ısrar

Burada benim altını çizmek istediğim husus şu, Kürt hareketi kompleksi PKK kısmını nihai olarak feshetse bile hareketin dayandığı politik program durmaktadır. Hatta mektubun ima ettiği şey, bu politik programın bu süreçten güçlenerek çıkacağıdır. Zira, ilginç bir biçimde pek sözü edilmese de, mektubun başlığı dahi “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”dır. Demokratik toplum, demokratik konfederalizm ve demokratik ulus kavram setinin topluca işaret ettiği çerçeve, aslında 1990’lardan itibaren Kürt hareketi kompleksi tarafından geliştirilen, ve nasıl adlandırırsak adlandıralım devrimci, kurtuluşçu, özgürlük hareketleri, bu yazının çerçevesi açısından fark etmez, işte bu türden politik ve toplumsal hareketlerin 1990’lardan beri geliştirdiği birikimle rezonans içinde örülen bütünsel bir ortak yaşam perspektifidir.

Bir süre önce, özellikle Ortadoğu’da savaşın derinleşmesi ve büyük değişimlere kapı aralaması ile Suriye’de yaşananlara paralel bir biçimde, devletin pek çok aktörü, Kürt meselesi ekseninde yeni bir süreçten söz etmeye başladı. Görüşmelerin ne kadar zamandır devam ettiğini kesin olarak bilmiyoruz ama bir süredir Abdullah Öcalan’ın bir açıklama yapacağı dile getiriliyordu. Beklenen açıklama 27 Şubat 2025 tarihinde kamuoyu önünde okunan bir mektupla ve mektubun yanına eklenen notla birlikte geldi. (1)

Öncelikle mektupla ilgili şunun altını çizmek isterim: Mektupta ileri sürülen genel politik çerçeve, Abdullah Öcalan’ın ve içinde çok farklı yapıları ve aktörleri içeren Kürt hareketi kompleksinin (2) 1990’lardan beri ileri sürdüğü görüşlerle uyumludur. Bu anlamda mektubun kullandığı dil, kurduğu çerçeve ve temel aldığı politik perspektif yeni veya şaşırtıcı değildir, aksine Kürt hareketi kompleksinin farklı parçaları tarafından dile getirilen paradigma ile uyumludur. Bu paradigma, kabaca kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyi geliştirme iddiasında olan, kendisini demokratik konfederalizm ve demokratik ulus temelinde yapılandıran, devleti aşan bir politik/toplumsal öz örgütlülük önerisinde bulunan bir siyasi programa dayanır. Bu politik programın anlaşılır olup olmaması, ortaya koyduğu çerçevenin çelişkili unsurlar içerip içermemesi ya da hangi toplumsal kesimlere dayanarak gerçekleştirileceği gibi haklı tartışmaları bu yazının amacı açısından şimdilik kaydıyla bir kenara koyarsak, mektupta Öcalan’ın anlattığı çerçeve, en genel anlamıyla bu politik programın bütünsel yaklaşımıyla son derece uyumlu bir hattan gidiyor. Dolayısıyla, bana kalırsa, hem Kürt hareketi kompleksini araştırmacı olarak yakından takip edenler hem de hareketin ideolojik/politik hinterlandında bulunan geniş toplumsal kesimler açısından, mektupta ileri sürülen politik çerçevenin şaşırtıcı bulunmadığını, bir kopuştan çok hareketin 1990’lardan beri izlediği çizgiyle bir süreklilik içerdiğini düşünüyorum. 

Öcalan’ın çağrısının dayandığı zemin
Öte yandan, içerdiği politik çerçevedeki bu sürekliliğe rağmen Öcalan’ın mektubu, sürdürülen politik mücadelenin formu açısından, elbette köklü bir farklılık ya da dönüşüm anlamına geliyor. Öcalan silah bırakma çağrısında bulunduğu ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstlendiğini söylediği mektubunda bu çağrının dayandığı zemini şöyle ifade ediyor: “1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.” Mektubun bu boyutuyla ise önemli bir dönüşüm anlamına geldiği tartışmasızdır. Dolayısıyla politik içerik olarak süreklilik içeren mektup yaptığı çağrı nedeniyle bir kopuş anlamına gelmektedir ve her iki anlamıyla da, hem ısrar ettiği politik program bakımından ve hem de yaptığı çağrı bakımından, çok dönüştürücü bir etki yaratacak bir metindir.

Genel olarak reel politik sahayı çok iyi takip ederek kehanetler savuran, çok sivri ve dramatik değerlendirmelerde bulunan ve “büyük resmi gören” eril bir siyaset tartışmasından uzak durmaya çalışıyorum. Üstelik itiraf edeyim, bu tarz bir politika tartışması ilgimi de çekmiyor. Hele ki bu kadar önemli bir tarihsel momentte, bu mesele üzerine konuşan herkesin had bilmesinin, ağzından çıkan her kelimeyi duymasının, barışa dair adap oluşturma açısından da hayati önemde olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla haddimi bilerek, her şeyi çözme iddiasından uzakta, gözüme çarpan birkaç noktanın altını çizmek istiyorum. 

Abdullah Öcalan’ın mektubunun, önemli her politik metin gibi, çok farklı okumalara açık olduğunu, tek bir okuma/yorumun mümkün olmadığını, farklı siyasi mecralarda farklı yankılar yaratacağını Bülent Küçük mektupla ilgili yazısında çok iyi biçimde anlatmış, meraklısı Küçük’ün yazısından detaylı biçimde bakabilir, tekrar etmeye gerek yok. (3) Ben sadece şunun altını çizmek istiyorum: Son 10 yıldır çok katı bir tecrit altında bulunan, kamuoyuyla iletişim kurma, politik tartışma yapma olanağı bulunmayan, görüşlerini duymadığımız, bilmediğimiz ancak görüşleri hem Kürt hareketi etrafında kümelenmiş milyonlar hem de politik muarızları açısından takip edilen biri, bu kadar önemli bir konuda açıklama yapınca, bunun çok farklı biçimlerde yorumlanmasından daha doğal ne olabilir? Dolayısıyla mektup etrafında yapılan yorumlama çabalarına, mektubun diline, işaret ettiklerine, dışarıda bıraktıklarına ya da ileri sürdüklerine daha dikkatle bakmaya çalışanlarca yapılan tartışmaya dudak bükerek bakma eğilimine karşı, Küçük’ün şahane çizdiği çerçevenin yanında, Öcalan’ın görüşlerini uzun zaman sonra ilk defa kendi ağzından duyduğumuz olgusunu da eklemek isterim. 

Ortak bir yaşam perspektifi
İkinci olarak, silah bırakma çağrısının ne şekilde gerçekleşeceğini bugünden kestirmek çok zor. İlk anda, PKK yöneticileri bu çağrıya tereddütsüz olarak olumlu cevap verdiklerini ifade ettiler. Öte yandan bu sürecin nasıl nihayete ereceğini hem Öcalan’ın notunda sözünü ettiği güvenceler hem de Suriye, Türkiye, Ortadoğu ve küresel düzeyde oluşan ve dönüşen politik nesnel zemin gösterecektir.

Burada benim altını çizmek istediğim husus şu, Kürt hareketi kompleksi PKK kısmını nihai olarak feshetse bile hareketin dayandığı politik program durmaktadır. Hatta mektubun ima ettiği şey, bu politik programın bu süreçten güçlenerek çıkacağıdır. Zira, ilginç bir biçimde pek sözü edilmese de, mektubun başlığı dahi “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”dır. Demokratik toplum, demokratik konfederalizm ve demokratik ulus (4) kavram setinin topluca işaret ettiği çerçeve, aslında 1990’lardan itibaren Kürt hareketi kompleksi tarafından geliştirilen, ve nasıl adlandırırsak adlandıralım devrimci, kurtuluşçu, özgürlük hareketleri, bu yazının çerçevesi açısından fark etmez, işte bu türden politik ve toplumsal hareketlerin 1990’lardan beri geliştirdiği birikimle rezonans içinde örülen bütünsel bir ortak yaşam perspektifidir. Bu bir arada yaşam ya da ortak yaşam perspektifi, tüm devrimci, kurtuluşçu ya da özgürlük hareketlerinin ileri sürdüğü gibi, tikelin içinden çıkan evrensel bir politik program olma iddiasındadır. Dolayısıyla, feshetme çağrısı yapılan şey bu ortak yaşam perspektifinin bir tür silahlı mücadele tarzıdır, mücadelenin siyasallaşmış bir çerçeveden yürütülmesi çağrısıdır. 

2013-2015 sürecinden farkı

O nedenle, mektubun açtığı momentte başta Kürt hareketi kompleksi açısından ama pek çok radikal politik ve toplumsal hareket açısından da yeni örgütlenme modelleri, formları, koalisyonları, ittifakları, bir araya gelişleri tartışmasının başlaması beklenir. Burada devlet tarafıyla Kürt tarafı açısından iki farklı hat çıkması olağandır: Devlet 2013-2015 arasında yaşananlar üzerine düşünmüş, bu konuda dersini çalışmış gözüküyor. 2013-2015 arasındaki barış sürecinin, bana göre en önemli özelliklerinden biri, sürece çok yakın durmayan politik ve toplumsal hareketler açısından dahi politika yapma, politik mobilizasyon alanını genişletmesi ve daha radikal bir politik program/söz kurma alanı açmasıydı. Devlet belli ki bu sefer o alanı, olabildiğince kapalı tutmaya çalışıyor. “Demokratikleşme” diye bir geniş alan ile “silah bırakma” diye bir dar ve teknik alanı ilişkilendirmemeye çalışacak. 

Öte yandan Kürt hareketi ve müttefikleri ise, bu alanı genişletmeye ve elbette barış müzakerelerinin “demokratikleşme” olarak adlandırılan alanla, bana göre ise yeni bir ortak yaşam tahayyülü ve yeni bir politik sözleşme gibi çok daha geniş bir alanla zaten köklü biçimde ilişkili olduğunu açığa çıkarmak ve her ikisini yeniden ilişkilendirmek için mücadele edecek. Bu iki yaklaşım, eskilerin dediği gibi, birbirine nasıl telif edilebilir? Hatta soruyu daha farklı formüle edersek, 2000’ler başının liberal konsensüs mitinin esamesinin okunmadığı, türlü çeşitli neo-faşizmlerin sadece Türkiye’de değil bölgede ve küresel bir düzeyde güç kazandığı, jeopolitik koşulların hem müzakereyi zorladığı ama hem de sonucu zorlaştırdığı, yanan bir dünyada barış görüşmeleri nasıl seyreder? Üstelik 1990’lar ve 2000’ler barış arayışları dönemlerinde, en azından ismi çok geçen geçmişle hesaplaşma, devlet suçlarının yarattığı tahribatın giderilmesi, geçiş dönemi adaleti gibi kavramların, bu çok giriş aşamasında adı bile geçmiyorken. Ki hesaplaşılması gereken o geçmiş, artık sadece 1990’ların değil 2015 sonrasının da eleştirel bir şekilde yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyorken. Tüm bunları bugünden öngörmek çok zor ama çok çetin bir mücadele ve müzakere sahasının oluşacağına, çok farklı önceliklerin ve taleplerin birbiriyle boğuşacağına hiç şüphe yok. 

Sabır ve olgunlukla ilişkiler kurmak

Son bir not, süreç henüz başlıyorken, konuşma adabına ve geniş toplumsal kesimlerin süreçle ilişkilenme biçimlerine dair birkaç şey söylemek isterim. Bana göre bu süreçte çok geniş toplumsal kesimlerle, ısrarla, yılmadan, bıkmadan, (5) sırtında yumurta küfesi taşıyanların, yeni bir dünya kurma iddiasında olanların olması gerektiği gibi, sonsuz bir sabır ve olgunlukla ilişkiler kurmak gerekir. Barışın toplumsallaşması dediğimiz şey bunu içerir, komutlar vermeden, küçümsemeden, insanların ve geniş toplumsal kesimlerin konum değiştirmesine izin veren bir açıklık bırakarak ama politik çatışmaları dışlamadan, her kesimle, yeminli barış düşmanları hariç sürece en eleştirel yaklaşanlarla da sürekli ilişkiler kurmak, bağlar kurmak gerekir. Boş laflarla düşünsel çatışmadan kaçmak yerine çatışmanın içinden geçerek, politik/düşünsel çatışmayı katederek çıkacak gerçek politik ilişkilere inanmak gerekir.

Öte yandan süreci yürütenlerin ve süreçte görev alan herkesin ise ciddiyetle, boğazlarında kırk boğumla, söyledikleri her kelimenin yaratacağı etkinin idrakiyle, bunun ağırlığıyla ve dikkatiyle konuşması gerekir. Karanlık yollardan geçtik, zehir gibi sular içtik, binlerce insanı kaybettik, barış diyen herkesin çok sert bedeller ödediği son 10 yılın ağırlığı da üzerimizde. Sonucu öngörmek bugünden çok zor ve süreç çok zorlu ama barışın toplumsallaşmasına ve eşitlik temelinde yeni bir politik sözleşme ile kurulmuş ortak yaşam ihtimaline giden yol öyle değerli ki. Bunun için çalışmaya ve mücadele etmeye değer, buna inanıyorum. 

Dipnotlar:

(1) Mektuptan ayrı olarak okunan not şöyle: "Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir."

(2) “Kürt hareketi kompleksi” terimini Ahmet Hamdi Akkaya ve Joost Jongerden’den ödünç alarak ve onların tanımını biraz deforme ederek kullanıyorum. Onlar kompleks terimini PKK örgütünün klasik bir parti formasyonundan parti kompleksine doğru bir dönüşüm geçirdiğini iddia ederken kullanıyorlar, ben ise bu terimi Kürt hareketinin içerdiği çoğulluğu ve örgütler, yapılar içeren bir kompleks olduğunu vurgulamak amacıyla kullanıyorum. Bkz. Ahmet Hamdi Akkaya, Joost Jongerden, “The PKK in the 2000s. Continuity through breaks?”, Nationalisms and Politics in Turkey. Political Islam, Kemalism and the Kurdish issues içinde, ed. Marlies Casier and Joost Jongerden (London New York: Routledge, 2011), 144.

(3) Bülent Küçük, Bölünme endişesi ve farklı kalma dengesinde barış çağrısı, İlke TV, 2 Mart 2025, 

(4) Mektupta hiç geçmeyen “demokratik ulus” kavramının mektubun yorumlanması için kritik önemde olduğunu düşünüyorum. Öyle ki, mektubun en tartışılan bölümü olan “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.” paragrafı dahi, Öcalan’ın tüm bu formlar yerine ve onları çok aşan politik bir ortak yaşam formu olarak demokratik ulus önerisini yaptığını düşününce, bence anlaşılmaz olmaktan çıkıyor ama aşırı yorum yapmak istemem. O yüzden bu kısma şimdilik sadece değinip geçmiş olayım.    

(5) Meseleye sosyal psikoloji çerçevesinden bakan, kavramların farklı toplumsal kesimler nezdinde temsil ettikleri ve çelişkili anlamları üzerine kafa yoran, etraflı bir kaynakça da paylaşan Aydın Bayad’ın sosyal medya paylaşımlarının altını çizmek isterim:  



Yazar Hakkında