Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
Fotoğrafçılık, özellikle de sokak fotoğrafçılığı, sanatın tüm diğer alanlarında olduğu gibi, tek başına yapılan bir iştir. İşbirliği gerektiren özel ortak projeler haricinde, fotoğrafçının çalışma arkadaşı olmaz. Fotoğrafçı yalnız çalışır ama ‘olay mahalleri’nde, etkinlik mekânlarında meslektaşlarıyla karşılaşır, tanışır ve kimi zaman bu tanışıklıklar arkadaşlığa dönüşür. Her meslekte olduğu gibi fotoğrafçılıkta da iyi insanlar ve kötü insanlar vardır. ‘İyi’de yardımlaşma, nezaket ve barış içinde bir arada var olma duygusu öne çıkar, ‘kötü’de ise çıkarcılık, benmerkezci bir hırs ve rekabetçilik. Bir tarafta diğerkâmlık, diğer tarafta bencillik...
Yirmi yıl kadar önce, NOW dergisi benden Toronto’ya gelecek olan efsanevi bir boksörün fotoğraflarını çekmemi istemişti. Tabii, erken gidip, çekim yapmak için iyi bir nokta seçtim. Oda kısa süre içinde tıka basa fotoğrafçılarla doldu; geç gelenler kalabalığı yararak, benim de bulunduğum ön tarafa geçmeye çalışıyorlardı. Biz öndekiler, arkada kalan fotoğrafçılar da düzgün kareler çekebilsin diye diz çöktük. Hemen arkamızda bir paparazzi duruyordu – başka etkinliklerde de gördüğüm, çekim yapmak için herkesi itip kakan bir ‘ünlü fotoğrafçısı’... Nihayet boksör geldi. Yalnızca birkaç dakika kalacak, oradan basın toplantısının yapılacağı yere geçecekti. Hemen önümüzde, benim birkaç adım ötemde durdu; iyi kareler yakalamak için daha uygun bir fırsat olamazdı. Diğerleri gibi ben de dizlerimin üstünde mümkün olduğunca yükseldim, fotoğraf makinemi iyice yukarı kaldırdım (boksörün boyu epey uzundu). Tam deklanşöre basıyordum ki, bir el beni arkamdan itti. Solumdaki fotoğrafçı ve ben neredeyse yere kapaklanıyorduk. Sırtımda birinin ağırlığını hissedince dönüp baktım, o paparazziydi. Resmen tepemize çıkmıştı ve hâlâ fotoğraf çekmeye çalışıyordu. Çok öfkelensem de, bir efsanenin önünde kavga etmek büyük saygısızlık olacağından kendimi tuttum. Ama boksör basın toplantısına girince paparazziyi öyle bir fırçaladım ki... Aylarca benimle barışmaya çalıştı, bense her defasında “Senin gibi bencillerle işim yok” dedim. Aradan yıllar geçmiş olsa da ona hâlâ kızgınım, onun gibi insanlara da.
Bu tür çirkin davranışlara sonraları da çok tanık oldum. Neyse ki, iyi yürekli, saygılı, ‘kolektif ruh’la hareket eden, başkasının derdini kendine dert edinen meslektaşlarım da var. Toronto’da yaşayan arkadaşım Vincenzo Pietropaolo, onlardan biri. Yukarıda gördüğünüz fotoğraf (kayıp negatiflerimden biri), tamamen onun nezaketi sayesinde çekilmiştir. O yıl Kutsal Cuma yürüyüşü özel olacaktı, çünkü ta İtalya’dan, Calabria bölgesinden, olağanüstü derecede güzel bir haç getirilmişti. Geçit alayının bir aşamasında ortaya çıkaracaklar, çok ağır olduğu için dönüşümlü olarak sırtlarında taşıyacaklardı. Ben tüm bunlardan habersiz, durmadan fotoğraf çekiyor, filmlerimi hızla tüketiyordum. Ne olduğunu anlamadan baktım ki son makaramdayım. Bir torba makarayı evde unutmuştum. Çaresiz, son karemi de çektim. Tam paydos edecekken, birdenbire, yanımdan geçen haçı gördüm. Altın ve gümüş süslemeleriyle parıldıyordu. Çok, çok güzeldi – üstündeki İsa figürü de… İnanılmaz derecede ayrıntılı, hiç rastlamadığım türden bir ince işçilik ürünüydü. Dünya başıma yıkıldı tabii. Gözlerimin önünde böyle bir ihtişam vardı ama fotoğraf makinemde film yoktu. O an, Toronto’da yaşayan ama şahsi tanışıklığımın olmadığı ünlü fotoğrafçı Pietropaolo’yu gördüm. Çekine çekine yanına gidip derdimi anlattım, bana verebileceği fazla filmi olup olmadığını sordum. Dikkatini dağıttığım, onu işinden alıkoyduğum için utancımdan ölüyordum. Nihayetinde o saygın bir fotoğrafçıydı, bense adı sanı bilinmeyen bir amatördüm. Ne yaptı dersiniz? Çantasından üç makara film çıkarıp bana uzattı ve şöyle dedi: “Tek makara yetmez. Sana ancak bunları verebilirim. Hepsini kullan, çünkü bu haçı bir daha hiçbir geçit alayında göremeyeceğiz. İyi şanslar.” Kayıp negatiflerimden biri olan bu fotoğraf, işte o makaralarla çekilmişti. Ama varlığını Vincenzo’nun jestine borçlu olan tek şey bu fotoğraf değil; arkadaşlığımız da o gün, orada doğdu.
İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz