SESİL ARTUÇ

Sesil Artuç

Hazinelerden mezarlıklara Biberyan

‘Kantsı’nın, Beyrut’ta bir şantiyede çalışan üç ana karakteri var: Veragatsu [şantiye şefi] Torkom; kimi zaman ‘Kesabtsi’ [Kesaplı], kimi zaman ‘Hısgiç’ [ustabaşı] olarak anılan Levon, ve son olarak, mesleki bir sıfattan yoksun olan ‘Halebtsi’ [Halebli] Cammal. Levon, çalıştıkları şantiye alanında bir gömü olduğunu öğrenir ve Torkom’dan kazı için yardım ister.

Geçenlerde Kadıköy Kültür Evi’nde Hangardz tiyatro grubunun ‘Kantsı’ [Hazine] başlıklı dijital oyununu seyrettim. Oyun, Zaven Biberyan’ın ‘Dzovı’ [Deniz] adlı kitabında yer alan ‘Kantsı’ hikâyesinden uyarlanarak hazırlanmış. Kadıköy’de doğup büyüyen, gazetecilik yapan, romanlar ve hikâyeler kaleme alan, devlete karşı mücadele eden, hapse girip çıkan, siyasete atılan, 20 Kur’a Askerlik ve Varlık Vergisi gibi olayların İstanbul Ermeni toplumu üzerindeki tesirini belki de en güçlü şekilde anlatan Biberyan’ın yazdığı bir hikâyenin anadilinde, üstelik hayatının büyük bir kısmını geçirdiği Kadıköy’de sergilenmesinin oyunu da farklı bir düzleme taşıdığını düşünüyor, Hangardz’ın Kadıköy gösterimlerine devam edebilmesini diliyorum. Bu yazıda, Biberyan’ın hikâyesini sanatsal ve teknik araçlar kullanarak yepyeni bir forma kavuşturan oyunla ilgili başka bir şey söylemeyip, okuyucuları oyunu izlemeye davet etmekle yetinecek ve hikâyeden bahsedeceğim. 

‘Kantsı’nın, Beyrut’ta bir şantiyede çalışan üç ana karakteri var: Veragatsu [şantiye şefi] Torkom; kimi zaman ‘Kesabtsi’ [Kesaplı], kimi zaman ‘Hısgiç’ [ustabaşı] olarak anılan Levon, ve son olarak, mesleki bir sıfattan yoksun olan ‘Halebtsi’ [Halebli] Cammal. Levon, çalıştıkları şantiye alanında bir gömü olduğunu öğrenir ve Torkom’dan kazı için yardım ister. Ekibe Cammal’in de katılmasıyla geceleri şantiyede kalıp yeri kazmaya başlarlar. Torkom ekibin beynidir, Levon’un ne işe yaradığı pek belli değildir, Cammal ise şantiyedeki rolüne uygun olarak ekibin kol gücü olarak iş görecektir.

Cammal başlarda neredeyse hiç konuşmadan ve durmadan çalışır. Biberyan uzun uzun Cammal’in tenini, sırtını, göğsünü, düğmeleri iliklenmemiş gömleğini, omuzlarını, dirseklerini, kaslarını, saçlarını ve güçlü kollarını betimler; hayata ancak bedeniyle katılabilen, zihniyle pek kimsenin ilgilenmediği bir adam olduğunu iyice hissettirir bize. Cammal, ağzını neredeyse sadece toprağı kazırken “Ya allah” diye haykırdığı anlarda açacaktır.

Cammal’in bir Allah’ı vardır, bir de kazmasıyla küreği. Cammal toprağı kazdıkça kazar. Gömüye yaklaştıklarını hissetikleri anlarda, Torkom birdenbire Cammal’in hırstan gözünün dönmesinden korkar ve yanlış bir şey yaptığı takdirde Cammal’e zarar vermemesi için Levon’u uyarma ihtiyacı hisseder. Levon defineden koparılma ihtimali karşısında öfkelenerek kendinden geçer ve en ufak bir hata yaptığı an, defineyi çıkardıkları yere Cammal’i gömeceğini söyler. Torkom ürker, tiksinir Levon’dan. Ancak hiçbir şey söylemez. Kazıya ertesi gece devam etmeyi önererek ekibe paydos ettirir, sabahleyin şantiye işbaşı yaptığında da kazdıkları yerin üstüne beton döktürür. “Ya define, ya Cammal” diye düşünmüş, tercihini Cammal’den yana kullanmıştır.

Hikâyeyi okurken ben de en az Cammal kadar heyecanlıydım, ama o define bekliyordu, bense mezarlık. Gerçekten de toprağın altında çok eskiden kalma bir mezarlık olduğunu öğreniriz ve bir noktada Cammal’in elindeki kazma mermerden taşlara vurmaya başlar. Akabinde ekip içinde tartışma çıkar. Cammal, Levon’un da ısrarıyla taşı un ufak edip geçecekken, Torkom araya girip taşı kırmalarını engeller. 

Mezarlık bahsi geçmese, sanıyorum bu hikâyeyi para hırsı, mala değil insan hayatına değer verme ve dayanışma gibi ahlaki temalar etrafında okurdum. Ancak Biberyan’ın bunlarla yetinebileceği fikrini zihnimde bir yere oturtamadım. Ermenilerden kalan yapıların define uğruna nasıl telef edildiğini bugün gayet iyi biliyoruz. Peki ya 1950’lerde Beyrut’ta yaşayan Torkom, bunlardan bihaber olabilir miydi? 

Levon’un ahlaksızlığının ve açgözlülüğünün karşısında duran Torkom, Cammal’i kurtarma niyetiyle, hazine arayışını radikal bir hareketle sonlandırırken belki de bir yanıyla Ermenilerden kalan yapılara yönelik saygısızlığın aynısını başkalarının kalıntıları üzerinde yapmamayı, yani faile benzememeyi ister. Fakat Levon’la kavga etmeye veya oradaki yapının ortaya çıkması için uğraşmaya da yeltenmez. Elinden en fazla definenin ve dolayısıyla mezarlığın da üstüne beton dökmek gelir. Peki, geriye ne kalır? Şantiyelerde çalışmakla, eve ekmek götürmekle tükenen üç ömür. 

Biberyan bütün hayatını mücadele ederek, her türlü bedeli ödemeyi göze alarak geçirdi. Üstelik sadece kendi mezarlıklarında dolaşmakla yetinmeyip, başkalarının mezarlıklarını da ziyaret edebilecek kadar evrensel bir düzlemde hareket etti. Eserlerinin, Torkom gibi fırtınasız hayatlar yaşamaya çalışan iyi insanların eline geçmesini dilerim.