Dink Ailesi avukatları Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu

Dink Ailesi avukatları, Hrant Dink Cinayeti Davası ile ilgili taleplerinin Yargıtay'da da karşılık bulmaması üzerine "yaşam hakkı ihlali" ve "hakikati bilme hakkı ihlali" gerekçeleriyle ve yeniden yargılama talebiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Avukatlar Anayasa Mahkemesi'ne kapsamlı bir dilekçe iletti.

Gazetemizin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin, kamu görevlilerinin yargılandığı 62 sanıklı davada Yargıtay incelemesini Haziran ayında tamamladı. Üst mahkeme, bazı sanıklar için verilen beraat ve zamanaşımı kararlarını onadı.

Yargıtay böylece Dink Ailesi avukatlarının taleplerini karşılamamış oldu. Dink Ailesi avukatları bu gelişmenin ardından Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Avukatlar dilekçede yargı sürecindeki eksik ve hatalı soruşturma sürecini bir kez daha sergilediler, ayrıca "hakikati bilme hakkı"na da vurgu yaptılar.

Avukatlar  dilekçede "Başvuruya konu dosya içeriği ve işbu başvuruda sıralanan gerekçelerle sabittir ki cinayetin örüntülerini ortaya çıkarmaya yardımcı olabilecek resmî belgeler tahrif edilmiş, kayıtlar ve istenilen bilgiler kamu kurumları tarafından Mahkemeye gönderilmemiş, başvurucu tarafça toplanması istenilen deliller ve dinlenilmesi istenilen kamu görevlilerinin Mahkemede dinlenilmesi dahi mümkün olamamıştır" dediler ve "Kolektif boyutunun yanı sıra hakikati bilme hakkının, mağdurlara ve mağdurların yakınları ile ailelerine tekabül eden bireysel bir boyutu da bulunmaktadır. İnsan hakları ihlallerinin gerçekleştirildiği koşulları ve ölüm ya da kayıp halinde mağdurların akıbetini bilme hakkı doğası gereği zamanaşımına tabi değildir"  vurgusunda bulundular.

Dink Ailesi avukatlarının dilekçesinde karar sonrası yaşanan süreç maddeler halinde şu sözlerle özetleniyor:

-Cinayete ilişkin yargılamanın son aşamasında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi  bir kısım sanıklar hakkında cezalandırma, bir kısım sanıklar hakkında ise beraat ve düşme kararları vermiştir.

-Başvurucu (Dink Ailsi Avukatları) Mahkemenin verdiği “beraat ve düşme kararlarının kaldırılması” talebi ile 03.09.2021 tarihinde İstinaf Kanun Yoluna başvurmuştur. Talebin özünü; İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından  Hrant Dink cinayetinin tüm yönleri ile açığa çıkarılmasına yönelik yargılama yapılmaması, kovuşturmanın genişletilmesine yönelik  taleplerimizin reddedilmesi, yargılanan sanıklar ve bu kapsamda öncelikli olarak Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler, Reşat Altay, Engin Dinç, Ercan Demir, Muhittin Zenit, Sabri Uzun, Metin Yıldız, Cevat Eser, Ünsal Gürel, Hüseyin Yılmaz, Ergün Yorulmaz ile  Hacı Ömer Ünalır hakkında TCK madde 81 veya TCK madde 83 uyarınca cezalandırılmalarına yönelik karar verilmesi gerekir iken haklarında beraat kararı verilmesi’ hususları oluşturmuştur.  

-İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi başvurucu talebini reddederek  bir kısım sanıklar hakkında verilen beraat ve düşme kararlarını onamıştır

-Başvurucu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi kararını aynı sebeplerle temyiz etmiştir.

-Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından 21.06.2023 tarihinde verilen karar ile yerel mahkemenin bir kısım sanıklar hakkında verdiği tüm “beraat ve düşme kararları” hakkında ONAMA kararı verilmiştir.

Dilekçede "Soruşturmalar eksik, kapsamı daraltılarak yapılmış ve cezasızlığa yol açacak şekilde uzun süre şüpheliler hakkında soruşturmalara izin verilmemiştir" başlığıyla yargı süreci boyunca yaşanan eksik soruşturma yine maddeler halinde şu sözlerle özetleniyor:

-İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin bir kısım sanıklar hakkında oluşturduğu “beraat ve düşme” kararı ve bu karara yönelik olarak  itirazen başvurulan Yargıtay 3. Ceza Dairesinin verdiği ONAMA kararı ile Anayasa’nın yaşam hakkını koruyan 17. maddesi esas ve usul yönünden ve olayı çevreleyen koşulların ortaya çıkarılması ve bilgi edinme hakkı bakımından 74. Maddesi ihlal edilmiş; aynı şekilde AİHS’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesi esas ve usul yönünden, insanlık dışı muamele yasağını düzenleyen  3. ve etkili başvuru yollarına sahip olma hakkına dair 13. maddeleri ihlal edilmiştir. Zira:

-Kesinleşen AİHM kararıyla da sabittir ki Hrant Dink’i koruma yönündeki pozitif yükümlülük başvuruya konu Yargıtay kararı tarafından aklanan sanıkların da görev aldığı kurumlar tarafından yerine getirilmemiştir.

-Başvuruya konu cinayet gibi ağır insan hakkı ihlallerinin kamu görevlilerinin dahliyle gerçekleştirildiği iddiasının bulunduğu durumlarda soruşturmaların tüm sorumluların kimliklerinin tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak ve başvurucu tarafın soruşturmaya aktif katılımını sağlayacak nitelikte olması gerekirken soruşturmalara yukarıda da belirtildiği gibi uzun süre izin verilmemiş AİHM’nin yaşam hakkının ihlal edildiğine dair anılan kararından sonra dahi soruşturmalar sürüncemede bırakılmıştır. Zira İstanbul C. Başsavcılığı tarafından;

-Hrant Dink cinayetine giden süreçte yaşananlar, Hrant Dink’e yönelik linç sürecini örgütleyen ve icra eden kişiler hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemiş, cinayete giden süreçte yer alan kişilerin cinayet ile bağlarını açığa çıkartmaya yönelik soruşturma derinleştirilmemiştir. Bu kişiler hakkında etkili bir soruşturma yürütülmeksizin kovuşturmaya yer olmadığı kararları oluşturulmuştur.

-Cinayette sorumluluğu olan veya sorumluluğu tartışılan kurum yetkili ve görevlileri ile ilgili yapılan yazışmalarda cinayette sorumluluğu tartışılan kişilerin yetkili ve görevli oldukları kurumların vermiş oldukları yanıtlar ile yetinilmiş, kurum arşivlerinde inceleme yapılmamıştır. Cinayette sorumluluğu olan Devlet görevlilerinin bir bölümü, hatta önemli bir bölümü cinayete dair soruşturmanın yürütümünde görev almışlardır ve yanı sıra soruşturma ve dava dosyalarına bizzat bilgi ve belge göndermişlerdir.  

-Cinayette sorumluluklarına dair ciddi iddialar bulunan İstanbul Valilik görevlileri ile İstanbul ve Trabzon MİT Bölge Başkanlığı görevlileri soruşturulmamıştır.  

-İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı ve Trabzon İl Emniyet Müdürlüğünün bir kısım görevlisi hakkında cinayette sorumluluklarına dair ciddi deliller bulunmasına rağmen iddianame düzenlenmemiştir.  

-Neticede cinayetin kim veya kimler tarafından ve hangi süreçlerden geçirilerek karara bağlandığı bugüne kadar tüm yönleriyle açığa çıkarılamamıştır. Temyiz dilekçemizde bu hususlar ayrıntıları ile anlatılmıştır.

Dilekçede "Yargılama sırasında  cezasızlık  sonucunu doğuracak şekilde alınan kararlar" başlığıyla mahkeme sürecinde alınan eksik kararlar, cinayet öncesindeki ve sonrasındaki kasıt ve ihmaller şu ifadelerle özetleniyor:

-Aralarında kamu görevlilerinin de olduğu 85 sanıklı dava İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinde 2016 yılında görülmeye başlanmış ve dava, Mahkeme başkanı ve hakimlerin sürekli değişmesi nedeni ile birkaç farklı heyet tarafından yürütülmüştür. Bu da sözlü yargılamanın esas olduğu ceza yargılamasında maddi gerçeğin bulunması, takdir ve karar oluşumunda büyük eksikliklerden biri olmuştur.  

-İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yargılamayı yürüten ve karara bağlayan son heyeti tarafından önceki heyetler tarafından tanık olarak dinlenilmesine karar verilen MİT görevlilerinin dinlenilmesi kararından gerekçe göstermeden rücu etmiştir (EK-10; 16.09.2020 tarihli duruşma tutanağı).

-15.09.2020 tarihinde mahkemeye başvurucu tarafından verilen dilekçe ile Genelkurmay Başkanlığına yazı yazılması, yazılacak yazıda, Genelkurmay Başkanlığı tarafından Hrant Dink'e yönelik ağır ifadelerin kullanıldığı 22.02.2004 tarihli basın açıklaması yapılmasının neden ve nasıl karara bağlandığı, basın açıklaması ile ne amaçlandığı, MİT Müsteşarının Genelkurmay Başkanlığından kim tarafından arandığı, Hrant Dink ile görüşülmesinin neden istendiği ve bu görüşme ile ne amaçlandığının sorulması istenilmiş ancak bu talep Mahkeme tarafından reddedilmiştir

-Yine başvurucu tarafından Mahkemeye verilen 15.09.2020 tarihli dilekçe ile Hrant Dink cinayeti tasarısı ve Yasin Hayal’in faaliyetleri ve Mc Donalds eylemi ile ilgili bilgisi olan altı [6] kişinin tanık olarak bilgilerine başvurulması talep edilmiş ve bu talep de Mahkeme tarafından reddedilmiştir. Yani Mahkeme tarafından da geçerliliği bulunmayan nedenlerle Hrant Dink cinayeti yargılamasının sınırlarının ve kapsamının daraltılmasına yönelik bir tutum alınmıştır.

-Mahkeme tarafından bir kısım sanıklar hakkında cinayetten cezalandırılma kararı verilmiş olmasına rağmen; “AYNI İŞ VE YÜKÜMLÜLÜKLERE SAHİP” görevleri olan sanıklar Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler, Reşat Altay, Engin Dinç, Ercan Demir, Muhittin Zenit, Sabri Uzun, Metin Yıldız, Cevat Eser, Ünsal Gürel, Hüseyin Yılmaz, Hacı Ömer Ünalır ve Ergün Yorulmaz hakkında beraat ve düşme kararları verilmiştir. Bahse konu kararların Yargıtay tarafından onanması açık şekilde cezasızlık sonucunu doğurmakta, ETKİN BİR SORUŞTURMA YÜRÜTÜLMEMESİ NEDENİYLE YAŞAM HAKKINI İHLAL ETMEKTEDİR. Hem mahkeme tarafından reddedilen talepler hem de bir kısım sanıklar hakkında verilen beraat ve düşme kararları (ve bu kararların Yargıtay tarafından onanması) bu bakımdan Anayasa’nın 17., 74. ve AİHS’nin 2.,3. ve 13. maddesinin ihlalidir. Zira;

-Hrant Dink’in 2004 yılının şubat ayından başlamak üzere hedef alındığı İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü (İİEM) görevlilerinin yeterince bilgisi dahilindedir. AİHM’nin saptadığı gibi pozitif koruma yükümlülüğünün önlem alınmasını gerektirdiği, yakın ve gerçek tehlike bulunduğu, 17.02.2006 tarihli Trabzon Emniyet Müdürlüğünün İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gönderdiği yazısı ile açık ve gerçek tehlikenin somut olduğu açıktır. 17.02.2006 tarihli bahse konu yazıda ‘Ermenilere karşı büyük kin besleyen ve İstanbul’da eylem yapmayı planlayan Yasin Hayal’in hedef seçtiği Hrant Dink'e yönelik 'ses getirici eylem' yapacağı bilgisi’ Yasin Hayal’in Hrant Dink'i öldürmeyi tasarladığı bilgisidir ve bu husus tartışmaya yer vermeyecek açıklıktadır .

-Hrant Dink'in öldürüleceğine dair 17.02.2006 tarihli somut bilgiye rağmen Hrant Dink'e yönelik fiziki, şahsi ve mekânsal koruma tedbirlerini kasıtlı şekilde almayarak Hrant Dink’in öldürülmesini olanaklı hale getiren dava sanıkları Celalettin Cerrah ile Ahmet İlhan Güler; cinayet sonrası da cinayetteki sorumluluklarını örtmek ve savunma argümanı geliştirmek için 24.02.2006 tarihli, İİEM İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlileri olan Bahadır Tekin ['Fadıl Erkin' kod adını kullanmaktadır] ile Özcan Özkan ['Yusuf Kartal' kod adını kullanmaktadır] tarafından imza edilmiş, 'İstihbarat Şube Müdürlüğüne' başlığını taşıyor görünen ancak gerçekte cinayetin işlendiği 19.01.2007 tarihinden sonra düzenlenmiş, gerçeğe aykırı bir belge düzenlemişler/düzenlettirmişlerdir. Bu belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlendiği yargılama sırasında ortaya çıkmıştır.

-Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü (TİEM) görevlileri de Hrant Dink'in öldürüleceği somut bilgisine cinayetten aylar önce sahip olmuş, cinayet tasarısı ve Yasin Hayal’in faaliyetleri ile ilgili 13.10.2005, 15.02.2006 ve 08.04.2006 tarihli 3 adet F-4 raporu düzenlemişlerdir.

-Bu F-4 raporlarının düzenlendiği tarihlerde görevli olan Ercan Demir ve Muhittin Zenit, Yasin Hayal ve üyesi olduğu örgütün Dink cinayetini işleme konusundaki kararlılığını bilmelerine rağmen elde ettikleri bilgilerin tamamını belgelere aktarmadıkları gibi cinayet tasarısında meydana gelen değişiklikleri de belgelere aktarmamışlar ve nihayetinde cinayeti tasarlayan örgüte, cinayeti önlemeye yönelik olarak operasyon yapılması sürecini başlatmamışlar, organize etmemişlerdir.

-Cinayete dair istihbari bilgilerin alındığı dönemde TİEM İstihbarat Şube Müdürü olan Engin Dinç ve Hrant Dink cinayetine dair tasarının yapıldığı, cinayete dair hazırlıkların tamamlandığı tarihlerde ve Hrant Dink cinayetinin işlendiği tarihte Trabzon İl Emniyet Müdürü olarak görev yapan, Hrant Dink cinayetine dair tasarı ile ilgili bilgi sahibi olmaması mümkün olmayan Reşat Altay da; kanun ve yönetmeliklere aykırı davranmış Dink cinayetini tasarlayan örgüte cinayet öncesi kasıtlı olarak operasyon yapmamış ve cinayetin işlenmesini mümkün kılmıştır

-Trabzon İl Jandarma Komutanlığı (TİJK) İstihbarat Şube Müdürü Metin Yıldız, Hrant Dink cinayeti tasarısına dair bilgi sahibi olması sebebiyle rütbesi gereği üstlerinden herhangi bir talimat beklemesine gerek dahi olmaksızın; Hrant Dink cinayeti tasarısına dair elde edilen bilgiyi Haber Kayıt ve Bildirim Formu'na gecikmeksizin aktararak Jandarma Genel Komutanlığına, Jandarma Bölge Komutanlığına ve İstanbul İl Jandarma Komutanlığına iletmeli, elde edilen bilgiyi Trabzon C. Başsavcılığı ile Trabzon İl Emniyet Müdürlüğüne aktarmalı, astlarını ve TİJK'nın cinayeti engelleme görev ve yetkisi bulunan birimlerini organize etmeli ve nihai olarak da cinayetin işlenmesini engellemeye yönelik operasyonun hazırlığını yapmalı ve operasyonu icra etmeli idi.  Metin Yıldız bu görevlerini yerine getirmediği gibi cinayetin işlenmesinden sonra da inceleme ve soruşturmalarda gerçeğe aykırı beyanlarda bulunmuş, astlarının gerçeğe aykırı beyanda bulunmasını sağlamış, Coşkun İğci'nin tehdit edilmesi talimatını vermiş, yalnızca önceki tarihlerde elde edilen bilgilerin 20.01.2007 tarihinde elde edilmiş gibi gösterildiği 'Haber Kayıt ve Bildirim Formu' adını taşıyan  belgeyi düzenlemekle kalmamış, TİJK İstihbarat Şube Müdürlüğü arşivlerinin yeniden düzenlenmesi, Hrant Dink cinayetine dair elde edilen bilgilerin ve belgelerin arşivden alınarak imha edilmesi, delillerin karatılması ve değiştirilmesi fiillerini de işlemiştir.

-Mahkeme tarafından Okan Şimşek, Veysal Şahin ve Gazi Günay'ın ve yanı sıra il jandarma komutanı Ali Öz'ün cezalandırılmasına yönelik karar oluşturulmuş olmasına rağmen Okan Şimşek, Veysal Şahin ve Gazi Günay'ın amiri ve bu kişilerle birlikte cinayet tasarısına dair bilgi sahibi olmasına ve rütbesi gereği cinayeti önlemeye yönelik doğrudan harekete geçmesi gereken Metin Yıldız hakkında soyut gerekçelerle beraat ve onama kararı verilmiştir.

-Diğer TİJK görevlileri Cevat Eser, Ünsal Gürel, Hüseyin Yılmaz, Ergün Yorulmaz ile Hacı Ömer Ünalır da Hrant Dink cinayetinin işleneceği bilgisine sahip olmalarına, bu cinayeti işleyecek örgüte cinayet öncesi operasyon yapmaları gereken bir görevde ve operasyonu yapabilecek yetkilere sahip olmalarına rağmen örgütsel faaliyetleri kapsamında yahut örgütsel faaliyetleri olmaksızın kasıtlı şekilde Dink cinayetini işleyecek örgüte yönelik operasyon yapmamışlardır.  

-Cinayet işlendiği sırada İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek hakkında mahkeme tarafından cinayetten cezalandırma kararı verilmişken cinayete dair tasarının ve diğer bilgilerin alındığı dönem (ki cinayetin önlenmesine ve Dink’in korunmasına dair bu dönemde de harekete geçilmemiştir) İstihbarat Daire Başkanı olan SABRİ UZUN hakkında da TCK m. 83. Uyarınca cezalandırılmasına yönelik hüküm kurulması gerekirken hakkında beraat kararı, devamında da Yargıtay tarafından onama kararı verilmiştir.

-Yukarıda sıraladığımız tüm gerekçeler etkili/etkin bir soruşturma/kovuşturma yürütülmediğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu gerekçelerle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve eki niteliğindeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla ve Anayasanın 17. Maddesi ile korunan yaşam hakkı ağır şekilde ihlal edilmiştir. Başvuru konusu olayda suça ‘ağır insan hakkı ihlali’ olma niteliğini veren şey cinayetin işlenmesi, araştırma/soruşturma süreçlerinde resmî belgelerin gizlenmesi/tahrif edilmesi veya yıllarca gerçeğin ortaya çıkmasının engellenmesi ve etkin soruşturma/kovuşturma yürütülmemesinden ibaret olup kamu otoritesinin hem negatif hem pozitif yükümlülüklerini yerine getirmemiş olduğuna işaret etmektedir.

-Başvurucular (Dink Ailesi Avukatları) aynı zamanda, idari ve yargısal makamların Anayasa, AİHS, AYM ve AİHM ilgili içtihadı ulusal ve uluslararası hukuktan doğan söz konusu yükümlülükleri yerine getirmediğini Hrant Dink’in öldürülmesini çevreleyen koşullara/sebeplere dair hakikati tüm yönleriyle araştırmadıklarını, soruşturma izni vermediklerini ve failleri ortaya çıkararak cezalandırılmasını sağlamadıkları kanısındadır. Mahkeme tarafından zamanaşımı nedeniyle düşme ve beraat kararları verilerek bazı kişiler ve kurumlar korunmuş, bazı failler/kurumlar hukuksal denetleme/hesap verme mekanizmaları dışında tutulmuş, ilgili AİHM ve AYM kararları, ulusal ve uluslararası hukukun bütün yükümlülükleri görmezden gelinerek sınırlı bir yaklaşım sınırlı sayıda sanık cezalandırılmıştır.

-Başvurucular ayrıca yaşam hakkı ihlali gerekçelerinden biri olarak AİHS’nin 2. ve 3. md kapsamında devletin etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü ile 3. Maddede korunan insanlık dışı muamele yasağı temelinde korunan ve sözleşmenin etkili başvuru yoluna sahip olma hakkını düzenleyen 13. maddesiyle ilgili olarak hakikati bilme haklarının ihlal edildiği kanısındadırlar.

-Söz konusu durum cezasızlığı önleme yükümlülüğü ihlali olduğu kadar AİHM ve Amerikalılararası İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında, Avrupa Konseyi Prensipleri ve BM görüşlerinde bir hak kategorisi olarak tanınmış bulunan ve ‘faillerin ve teşvik edenlerin kimliklerinin ve ihlallere yol açan nedenlerin, koşulların ve olguların tam ve eksiksiz şekilde ortaya çıkarılması’ şeklinde tanımlanan ‘Hakikati bilme hakkı’nın da ihlalidir.

Dilekçede ayrıca kimi sanıklar açısından verilen zamanaşımı kararları hatırlatılarak Dink cinayeti ve benzeri suçlarda zamanaşımının işletilemeyeceği maddeler halinde şu sözlerle özetleniyor:

-Başvurucular cinayet hakkındaki hakikat ortaya çıkarılana kadar yerel Mahkeme kararlarına ve Yargıtay onama kararına dayanak yapılan, cezasızlığa yol açan ve bazı faillere koruma zırhı sağlayan zamanaşımı kurallarının hiçbir sanık için işletilemeyeceği görüşündedir.

-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de başvuru konusu olayda olduğu gibi ağır insan hakları ihlallerinin söz konusu olduğu durumlarda devletin yeterli bir soruşturma ve kovuşturma yaparak, hakikati ortaya çıkarma ve cezasızlığı sonlandırma yükümlülüğü olduğunu belirtmektedir.

-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre hakikati bilme hakkı şeffaflık, özen, bağımsızlık, erişilebilirlik ve sonuçların açıklanması ilkelerini taşıyan etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğünün arkasındaki amaçtır. Bunun yanı sıra hakikati bilme hakkı toplumun kamu kurumlarına olan güveni yükseltme ve hukukun üstünlüğünü sağlama arzusunu da yansıtmaktadır. Söz konusu hak, onarım hakkının bir parçası olarak mağdurların aileleri açısından hakikatin ortaya çıkartılması ve insan hakları hukukunun ciddi şekilde ihlal edildiğinin kabul edilerek, güvence altına alınması için bir araçtır ve tazminat kadar önem taşımaktadır.

-AİHM ayrıca başvuruya konu dosyada çokça örneği görüldüğü gibi devlet yetkilileri tarafından uzun süre boyunca olayı çevreleyen koşullar hakkında bilgi vermenin reddedilmesi bilgi verildiğinde de ciddiyetsiz yanıtlar verilmesinin AİHS’nin 3. maddesi kapsamında insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele anlamına geleceğini belirtmiştir. (Janowiec ve Diğerleri/Rusya Kararı, Başvuru No: 55508/07 ve 29520/09).

-Başvuru konusu olayla ilgili olan AYM ve AİHM içtihadında da AY 17 ve AİHS’nin 2 ve 3. ve 13. Maddeleri bağlamındaki esas ve usul yükümlülükleri değerlendirilirken hakikat hakkı ve cezasızlığın önlenmesi yükümlülüğü çerçevesinde ortaya çıkarılması gerekip de çıkarılmamış olan hususlar ortaya konulmuştur.

-Başvuruya konu dosya içeriği ve işbu başvuruda sıralanan gerekçelerle sabittir ki cinayetin örüntülerini ortaya çıkarmaya yardımcı olabilecek resmî belgeler tahrif edilmiş, kayıtlar ve istenilen bilgiler kamu kurumları tarafından Mahkemeye gönderilmemiş, başvurucu tarafça toplanması istenilen deliller ve dinlenilmesi istenilen kamu görevlilerinin Mahkemede dinlenilmesi dahi mümkün olamamıştır.

-İşbu başvuruda söz konusu nedenlerle AİHM kararlarında, Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi ve Latin Amerika ülkelerinin Anayasa Mahkemeleri kararlarında yer bulan cezasızlığı sonlandırma yükümlülüğü ve ‘Hakikat Hakkı’ bağlamında da AİHS’nin 2,3,13 ve AY’nın 17 ve 74. Maddeleri bağlamında ihlal kararı verilmesi talep edilmektedir.

-AİHM kararlarına ve Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi’nin ağır insan hakları ihlalleri ve hukuk dışı infazlarla ilgili kararlarına yön veren bazı Latin Amerika ülkelerinin yüksek mahkeme kararları başvuru bağlamında özellikle atıf yapmaya değer derinliktedir ve Peru Anayasa Mahkemesi’nin Namuche kararı bu açıdan önemli bir cesaret örneğidir. Anılan kararda şöyle denilmektedir: “…Toplumlar, devlet veya devlet dışı şiddetin sayısız biçimiyle vuku bulan haksız ve acı verici olay ve olgular hakkında hakikati bilme hakkına sahiptir. Bu hak olayların gerçekleştiği zamanın koşullarını, gerçekleştirilme yöntemini, yerini ve faillerin eylemlerinin ardındaki saikleri açığa çıkarmaya imkân sağlar.  Bu anlamda hakikati bilme hakkı vazgeçilemez kolektif bir menfaattir. …”

Dilekçede ayrıca "hakikati bilme hakkı"na da şu ifadelerle vurgu yapılıyor:

-Kolektif boyutunun yanı sıra hakikati bilme hakkının, mağdurlara ve mağdurların yakınları ile ailelerine tekabül eden bireysel bir boyutu da bulunmaktadır. İnsan hakları ihlallerinin gerçekleştirildiği koşulları ve ölüm ya da kayıp halinde mağdurların akıbetini bilme hakkı doğası gereği zamanaşımına tabi değildir.

-Bu ağırlıkta bir suçtan doğrudan ya da dolaylı olarak zarar gören bireyler – suçun işlenmesinden sonra oldukça fazla zaman geçmiş olsa bile – diğer şeylerin yanı sıra (inter alia) failin kimliğini, suçun işlendiği zamanı yeri, nasıl gerçekleştirildiğini, neden gerçekleştirildiğini bilme hakkına daima sahiptirler.

-Mağdurların uğradığı zarar, sadece yaşam hakkı, özgürlük hakkı ve kişisel bütünlük hakkı gibi önemli bir hukuki menfaatin çiğnenmesi değil aynı zamanda işlenen suçların mağdurlarının başına gerçekten ne geldiğinin umursanmadığı bir durumun ortaya çıkması olduğu için hakikati bilme hakkı doğrudan insan onurunun korunması ilkesinden doğmaktadır.

-Bu bağlamda devlet, sadece elinde bulundurduğu belgeleri mağdur yakınlarının erişimine açmak değil fakat aynı zamanda bildirilen olayları soruşturmak ve doğrulamak anlamına da gelen, özel bir soruşturma ve bilgilendirme yükümlülüğü altındadır...” (Maria EmiliaVillegasNamuche tarafından sunulan habeascorpus hakkında Karar- 2488-2002 Kayıt-HC/TC, Olağanüstü Temyiz, Peru Anayasa Mahkemesi, 18 Mart 2004.)

-Yukarıda sayılan ihlal gerekçelerine ek olarak AY’nın 17.ve 74 maddeleri ve AİHS’nin 2, 3 maddelerinin 13. maddesiyle bağlantısı kapsamında başvurucuların Hrant Dink’in yaşam hakkını ihlal ederek hukuk dışı şekilde infazını çevreleyen koşulları ve hakikati öğrenmeye dair meşru, devredilmez ve vazgeçilmez bir hakları olduğu dolayısıyla bu kapsamda da ihlal kararı verilmesi talep edilmektedir.

 

Kategoriler

Güncel