YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Savaş, deprem, salgın

Türkiye toplumu aynı deprem konusunda olduğu gibi bu konuda da devlet tarafından yalnız bırakılmış durumda. Vakalar her gün katlanarak artıyor. Ancak yeni ve ciddi bir önlem gündeme gelmiyor ve resmî makamlar sorumluluğu toplumun üstüne atıyor.

Zaten kötü başlayan ve kötü ilerleyen 2020, sonlara doğru temposunu –kötü anlamda– iyice yükseltti. Pandemiyle mücadele pek bir yere varmadan, salgın çok daha sert biçimde geri döndü. Ermenistan-Azerbaycan savaşı ne yazık ki tüm hızıyla sürüyor. Avrupa, özellikle de Fransa terör dehşetiyle yaşarken, bir de Viyana’dan saldırı haberi geldi. Ve tüm bunların ortasında İzmir’de, 100’den fazla insanın canına mal olan deprem.

İzmir bir deprem bölgesi. Yani böylesi bir deprem beklenmekteydi. Ancak öyle anlaşılıyor ki denetimler yapılmamış. Yıkılan binaların sadece bir semtte yoğunlaşması ve o semtte de belirli binaların kâğıttan yapılmış gibi yıkılması bunu gösteriyor.

Çok açık biçimde söyleyebiliriz ki denetimler vs. yapılmadığı gibi, halk da genel anlamda çaresiz ve yalnız. Evlerini değiştiremiyor, çürük olduğu belli binaları terk edemiyorlar. Bunda elbette ekonomik zorlukların payı var. Zar zor aldıkları evleri yıkıp nereye gidecekler?

Burada hiç şüphesiz, ‘sosyal’ olması gereken devletin devreye girmesi ve insanlara yol göstermesi lazım. Ancak devlette ne zamandır böyle bir ‘sosyal’lik yok. Buralara harcanabilecek kaynaklarının nerelere gittiğini hepimiz biliyoruz.

Bu ortamda ne yazık ki giden canlara ağlıyoruz, beklenen İstanbul depremi için ürperiyoruz ve öylece bekliyoruz. Bu kahredici bir durum.

Savaşa gelecek olursak; ne yazık ki, ateşkes için varılan anlaşmalar daha bir saat geçmeden bozuluyor. Geçen hafta da yazmıştım, Azerbaycan belli ki kayda değer birkaç bölge ele geçirmeden masaya oturmak istemiyor. Hâl böyle olunca ateşkes anlaşmaları da işlemiyor.

Ermenistan ise Türkiye’nin de savaşa böylesi geniş çapta müdahil olmasını ve Suriye’den Azerbaycan’a gönderilen cihatçıları, savaşçıları görerek 100 yıl sonra bir kez daha var olma mücadelesi verdiğini düşünüyor, savaşı sürdürmek zorunda olduğuna kanaat getiriyor.

Binlerce can gitti. Artık daha fazla kayıp yaşanmaması için adımlar atılması gerekiyor. Bunun için de en önce Türkiye’nin savaşı teşvik eder pozisyonu bırakıp, gücünü çözüm ve müzakere için kullanması şart. Ancak böyle bir tavrın ipuçlarını hiç görmediğimiz gibi, Türkiye kamuoyunda ve medyasında hâlâ savaşa tek taraflı ve Ermenileri düşmanlaştıran bakışın geçerli olduğunu ve güçlendiğini görüyoruz. Bu atmosfer bilhassa Türkiyeli Ermeniler açısından büyük bir boğulma duygusu yaratıyor. Bugüne kadar yüzleşme, normalleşme adına binbir zorlukla üst üste konan taşların bir bir yıkıldığını hissediyoruz.

Savaşta hâlihazırda çok fazla insan öldü. Bunun yanı sıra, düşmanca atmosfer her yanı sarıyor ve barışı savunanların sesi hâlâ çok cılız çıkıyor. Buradan sürekli olarak barış ve müzakere çağrıları yapıyoruz ama bugüne kadar Türkiye kamuoyundan yükselen sesler de artık gitgide kayboluyor.

Pandemiye gelince; Türkiye toplumu aynı deprem konusunda olduğu gibi bu konuda da devlet tarafından yalnız bırakılmış durumda. Vakalar her gün katlanarak artıyor. Ancak yeni ve ciddi bir önlem gündeme gelmiyor ve resmî makamlar sorumluluğu toplumun üstüne atıyor.

Bu tablo yetmezmiş gibi, sağlık çalışanlarının durumu da gitgide zorlaşıyor. İzinsiz, olağanüstü şartlar altında çalışıyorlar ve neredeyse her gün yeni kayıp vakaları duyuyoruz.

Çok açık ki, gerekirse kimi günlerde uygulanacak sokağa çıkma yasakları da dâhil olmak üzere, çok daha ciddi önlemler alınması, sağlık çalışanlarının şartlarının iyileştirilmesi lazım. Ama öyle görünüyor ki ‘çarklar dönsün’ diye böyle adımlar atılmıyor, salgın kendi seyrine bırakılıyor. Durum hayli endişe verici.

Salgın Ermeni toplumu açısından da zorlayıcı bir hal aldı. Hepimiz her gün yeni vaka haberleri alıyoruz; can kayıpları, hastalıklar katlanarak artıyor. Salgının başladığı dönemlerdeki önlemlere dönmemiz kaçınılmaz. Gerekirse kendi sokağa çıkma yasağımızı uygulamalıyız. Kurtuluş’tan, Samatya’dan, Bakırköy’den gelen haberler hiç de iç açıcı değil.

Yine de karamsar olmayalım. Dayanışmayla aşacağız bu günleri.