"Rusya Türkiye'ye 'Elini gördüm' dedi"

Gazeteci Fehim Taştekin 19 Ekim Pazartesi günü GazeteDuvar'da yayınlanan yazısında Rus Kommersant gazetesinin, Türkiye'nin ortak tatbikat sonrası Azerbaycan'a bıraktığı silahların ve askeri personelin hayli detaylı bir listesini yayınladığını yazdı. Taştekin'e göre bu, Moskova'nın Ankara'ya bir mesajıydı. Taştekin ile bu mesajın ne anlama geldiğini konuştuk.

Geçtiğimiz günlerde  yayınladığınız yazıda önemli  bir ayrıntıya dikkat  çektiniz ve Rus  Kommersant gazetesinin, Türkiye'nin Ağustos ayındaki ortak tatbikat sonrası Azerbaycan'a bıraktığı silahların listesini yayınladığı söylediniz  ayrıca sözkonusu listeyi de yayınladınız. Hem liste hem de Rus medyasının bu detayları yayınlaması, ne manaya geliyor sizce?

Rusya ‘elini gördüm’ diyor kısacası. Güney Kafkasya 1810’dan beri Rusya’nın kontrolünde ya da etki alanında. Özellikle Gürcistan ve Azerbaycan son 30 yılda Rus gölgesinden epey uzaklaşsa da Rusya burayı kendi güvenlik çemberi olarak görüyor. Türkiye’nin İttihatçıların heveslerini güncelleyen bir yaklaşımla 1918’deki Kafkasya İslam Ordusu seferberliğini tekrarlarcasına maceraya girişmesi Rusya’nın aylakça izleyebileceği bir şey değil. Hele ki Kuzey Kafkasya’ya geçiş hattı üzerindeki tampon bölgeye Suriye’den cihatçı-milis grupların sokulması hafife alınacak bir kışkırtma değil. Rusya’yı 2015’te Suriye’ye müdahil olmaya iten temel faktörlerden birisi Kafkasyalı cihatçıların Suriye’ye akması ve bunların burada palazlanıp Rusya Federasyonu’na dönme tehlikesiydi. Rusya sorunu uzak bölgede halletmek için harekete geçti. Elbette stratejik hesaplar ve Suriye ile Soğuk Savaş’tan beri olan ittifak ilişkisi de belirleyiciydi. Suriye’deki kirli oyunun Kafkasya’ya taşınması bazı Batılı güçlerin de hesabına gelebilir. Erdoğan’ın bu konudaki tercihi cesaretin ötesinde bir şey. Rusya IŞİD petrolü ve IŞİD-Türkiye ilişkilerini ifşa edip Türkiye’yi Suriye’de işbirliğine zorladığı gibi şimdi de Karabağ’da savaşını planlayan ve kışkırtan aktör olarak Ankara’nın sorumluluğunu afişe ediyor. Bu, Rusya’nın gidişat değişmezse daha sert yanıtlara hazırlandığı anlamına geliyor. “Daha ileri gitme” deniliyor. Bu şekilde hem uluslararası hem de ulusal kamuoyunu da hazırlıyor.

Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışmalar söz konusu olunca, Rusya'nın her zaman bir ağırlığı oluyor, kimi  zaman çatışmaları durdurmaya yetmese de. Şimdi yeni bir tablo mu var? Türkiye Kafkaslar'da Karabağ vesilesiyle Rusya'nın karşısına yeni bir bölgesel güç olarak çıkmayı mı planlıyor? Eğer bunu planlıyorsa Rusya ile karşı karşıya gelme pahasına ne kadar ilerlemeyi düşünür ya da ilerleyebilir?  
Kuşkusuz Rusya’nın hakemlik rolü 1990’lara göre etkisini biraz yitirdi. Rusya’ya güvenlik açısından bağımlı olan Ermenistan bile 2018’de Paşinyan ile birlikte rotayı Batı’ya kıran bir arayış ya da potansiyel taşıdığını gösterdi. Azerbaycan Rusya ile ekonomik ilişkileri güzel seviyelerde sürdürürken NATO kanadından ABD, beri tarafta İsrail ile ciddi ilişkiler geliştirdi. Ermenistan’la ilişkileri normalleştirmeye yönelik protokolün çöpe atılması sonrasında özellikle 2010’dan itibaren Türkiye ile temaslar boyut değiştirdi. Son yıllarda bu ilişkilerin askeri boyutu öne çıktı. Petrol gelirleri sayesinde Azerbaycan silaha yatırım yapıp bugüne hazırlandı. Kuşkusuz Azerbaycan ile Ermenistan üçüncü bir tarafa gerek olmadan her an savaşa tutuşmak için objektif nedenlere sahipler. Ama Türkiye’nin artan rolü Azerbaycan’ı savaşarak sonuç alma konusunda daha çok cesaretlendirdi. Artık bir noktadan sonra “Bir NATO gücü arkamdaysa...” ile başlayan cümleler kurulabilir. Türkiye’nin Kafkasya’da ateşi harlarken bundan beklentisi ya da hedefiyle ilgili akla bir dizi şey geliyor. Kuşkusuz Rusya’ya Kafkasya’da rolleri paylaşalım diyen bir yaklaşım görüyoruz. “Fransa ve ABD’yi boş ver, gel Türk-Rus ortaklığıyla ikili mekanizmaya indirgeyelim” demeye getiriyor. 

Fehim Taştekin (Foto: Miran Manukyan)

Bunun yanı sıra Kafkasya’dan Rusya’yı sıkıştırıp farklı alanlarda taviz koparmak ister gibi bir halleri var. Malum Putin, Suriye ve Libya’da Erdoğan’ın hayallerini kararttı. Rusya, İdlib’de Türk askeri varlığı sayesinde statükonun artık bu şekilde gidemeyeceğini belirtip Türkiye’den sorumluluklarını yerine getirmesi için bastırıyor. Erdoğan da karşılığında kuzeydeki kemerin tamamlanması için yeşil ışık bekliyor. Yani Erdoğan Tel Rıfat ve Menbic’ten başlayıp Fırat’ın doğusunda Kobani’den Dicle’nin batısındaki Derik’e kadar Türk kontrol alanı oluşturma hedefinden vazgeçmedi. Burada hep bir pazarlık dönüyor. Libya’da da malum Mısır kırmızıçizgi ilan eden taraf olsa da sahada Türkiye ve müttefiklerinin ilerlemesini bloke eden Rusya. Rusya Erdoğan’ın Petrol Hilali’ne ulaşma hayaline darbe vurdu. Bir hınç var. Kafkasya Moskova’yı çok dikkatli olmaya zorlayan dengeler içeriyor. Erdoğan bunun farkında ve oyunu büyütüyor.

Üçüncü olarak İslamcılık, milliyetçilik, ulusalcılık karışımı bir hybrid neo-ittihatçılık türedi. Suriye’de Cemal Paşa, Kafkasya’da Enver Paşa, Trablusgarp’ta Kemal Paşa olmak gibi bir idealizm hortlatıldı. Ve 1915’ten sonra kalan Ermenilere karşı da Talat Paşa rolünü hissettiren siyasal bir kodlama var sanki.  
Bir diğer saik; Erdoğan maliyeti düşük, hatta ödenmiş, belli emniyet mekanizmaları da olan, milis kullanmayı içeren sıra dışı, yasa dışı işgal ve müdahalelerle bir tecrübe edindi. Baş döndürücü bir haz olmalı. Farkına vardı ki Türkiye’nin oturduğu stratejik bağlamlar bu tür maceralarda dokunulmazlık sağlıyor. Eli rahat. Bu tecrübe muktedirlerin aklını zehirleyen bir süreçtir. Çünkü gerçeklikle aralarındaki bağ kopmaya başlıyor.
Bir şey daha; Erdoğan iktidarı kaybetme ve düşme korkusuyla ülkeyi sürekli gerilim hattında gezdirme gereği duyuyor. Dışardaki maceralar iç politikayı döndürmekte ürkütücü yakıt işlevi görüyor. Erdoğan’ın milliyetçilerle iktidar evliliği de bu maceraları gerektiriyor anladığımız kadarıyla.  
Ve bu savaşların çok önem verdikleri savunma sanayine müşteri bulmakla da bir ilgisi var. Her savaş satılık silahlar için bir vitrindir. Bayraktarların nasıl yok edici olabildiğinin görülmesi lazım. 

Tüm bu tabloya baktığınızda kısa vadede ateşkesin sağlanacağı bir çatışma mı görüyorsunuz yoksa 90'ların bir tekrarı gibi, yıllara yayılacak ve ne yazık ki daha fazla can kaybına  yol açacak uzun vadeli bir süreç mi bekliyor bizi, hiç istenmese de... 
Şurası çok net ki savaşa her iki taraf da kararlı. Azerbaycanlılar işgal altındaki toprakların kurtarılması için vatan savaşı verdiklerine inanıyor. Bu konuda iktidar üzerinde ciddi bir kamuoyu baskısı hep olageldi. Ermeniler de savunma hatlarına bir varoluş meselesi olarak bakıyor. Bu kararlılık çatışma potansiyelini canlı tutuyor. Karabağ ve reyonlar kolay bir mesele değil. Bu sorunun bagajında çok yük birikti. Azerbaycan’ın söylemine bakılırsa Minsk Süreci’ndeki oyalama ve tıkanma savaşı yeniden seçenek haline getirdi. Uzun bir aradan sonra konvansiyonel silahlar ve insansız ölüm makineleri kullanıldı, limitler zorlandı. Elde var yıkım ve ölüm. Bu nokta herkesi barış masasına zorluyor. Akıl, vicdan ve tarihsel dersler bunu emrediyor. Savaşta daha fazla ısrar çatışmaların Ermenistan ana karasına ve Karabağ ve reyonların ötesinde Azerbaycan şehirlerine yayılmasını beraberinde getirir. Bu da savaşın bölgeselleşmesi senaryosunu tetikler. Savaşı mümkün kılan bir diğer şey; uluslararası toplumun yokluğu. AB bölünmüş ve kendi dertlerine gömülmüş durumda. ABD seçim sathımailinde, dünyaya ilgisiz. Burada asıl ağırlık Rusya’da. Rusya hala Azerbaycan ve Ermenistan arasında arabuluculuk rolünün dayattığı kendini tutma pozisyonunda. Fakat Türkiye’nin rolünü büyütmesi Rusya’nın da seçeneklerini gözden geçirmesini ve farklı adım atmasını tahrik edebilir. Bu kötücül senaryolar ateşkesi kalıcı kılmayı, Minsk sürecini ciddi bir müzakere masasına dönüştürmeyi dayatıyor. Bir tarafın haritadan silinmesi pahasına diğer tarafın zaferi bir seçenek değil. Bu zehirli mantıksal girdaptan çıkış için uluslararası aktörlerin sorumluluk alıp barışı zorlaması gerekiyor. 

Kommersant’ın haberi
Fehim Taştekin GazeteDuvar’da 19 Ekim’de yayınlanan yazısında Rus Kommersant gazetesinin yayınladığı  haberi şu sözlerle özetlerdi:

“Bu gazetede yazdığına göre Türkiye temmuzdaki çatışmaları izleyen askeri tatbikat vesilesiyle Azerbaycan’da 600 kadar asker ve düzinelerce teçhizat bıraktı. 200’ü bir taktik tabur grubundan olan bu askerlerle 27 Eylül’de başlayan savaş planlandı. Bakü’de 90 danışman, Gebele üssünde 120 uçuş personeli, Nahçıvan’da 50 eğitmen, Yevlah üssünde 50 eğitmen, Perekeşkul’daki 4. Kolordu Komutanlığı’nda 50 eğitmen, Dallar üssünde 20 SİHA operatörü, Bakü’deki Haydar Aliyev Askeri Okulu ve Deniz Üssü’nde 20 eğitmen planlama ve koordinasyon için kaldı.
6 uçak, 8 helikopter, 20 SİHA, 18 piyade muharebe aracı, 10 askeri araç ve bir çoklu roket sistemi geride bırakıldı.
Bunun yanı sıra eylülden itibaren askeri kargo trafiği yoğunlaştı. Askeri personel ve mühimmat 4 Eylül’de C-130 uçağı, 18 Eylül’de CN-235 uçağı ve 25 Eylül’de A400M uçağıyla Azerbaycan’a ulaştırıldı. 30 Eylül, 1 Ekim ve 3 Ekim’de CN-235 uçağıyla Etimesgut-Nasosnaya üssü arasında düzenlenen uçuşlarla ilaç ve küçük silahlar taşındı. 7 Ekim’de C-130 uçağıyla personel ve mühimmat götürüldü.
Ve milisler; sadece ekimin ilk haftasında Suriye’den 1300, Libya’dan ise 150 paralı asker taşındı.  Bunları ‘Çatışmaya zorlamak’ başlığı altında sunan Kommersant bilgilerin askeri ve diplomatik kaynaklardan geldiğini söylüyor.”

 

Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE