ARUS YUMULİstifa etmemesi için kendisini ikna etmeye çalışmıştım. Bugün düşünüyorum da istifa etmesi, cemaat için olmasa da, kendisi için, sağlığı için çok daha iyi olurdu. Başka şartlarda, farklı bir hayatta yine alanının en iyisi olacağı muhakkaktı.
Hani derler ya, “Sonuçta önemli olan kaç yıl yaşadığınız değil, o yıllara sığdırdığınız yaşamdır” diye, Mesrob Srpazan da kısa ömrüne kocaman bir yaşam sığdırdı. Olağanüstü bir insandı; bu sıfatın hakkını veren nadir insanlardandı. Renkli ve karizmatik kişiliğiyle girdiği her ortamda dikkatleri üzerine çekerdi. Verdiği ister bir vaaz olsun ister bir konferans tebliği, en ilham verici, en çarpıcı konuşmaları hep o yapardı. Yurtdışında akademik çevrelerde tanınır, adından saygı ve hayranlıkla söz edilirdi. İnsanlarla sohbet etmeyi severdi. Bunun da hakkını verirdi. Müzikten felsefeye her konuda söyleyecek sözü vardı. Çok da yetenekli bir öğretmendi. Klasik Ermenice gibi bir dersi canlı ve ilginç kılmak herkesin başaracağı bir iş değildir, çok özel bir maharet gerektirir.
Ortak akla ve istişareye inanırdı. En çok gençlere önem verir, onların sorunlarıyla ilgilenir, onlar için etkinlikler düzenlerdi. En önemlisi onların dilinden anlardı. Yirminci yüzyılın sonunda kiliseyi gençler için bir çekim merkezine çevirmek azımsanacak bir başarı değildi. Yönetime de gençlerin gelmesini ister, onları bu konuda cesaretlendirirdi. Yenilikçiydi, alışılmışın dışında işler yaptı, bu yüzden hep gündemde kaldı. Sıradanlığa tahammülü yoktu. Bütün idealistler gibi mükemmeliyetçiydi. Böyle gelmiş böyle gider anlayışını hiçbir zaman benimsemedi. Kilisenin ve cemaatin sorunlarını, uğranılan haksızlıkları ilk kez yüksek sesle ve cesaretle dile getirdi. Sembolik gettosuna çekilmiş, görünmez kılınmış cemaat ilk kez onun sayesinde görünür ve duyulur oldu. Bu konuda, özellikle kariyerinin başında, nasıl yalnız bırakıldığını, tek başına mücadele etmek zorunda kaldığını anlatmıştı.
İstifanın eşiğinde
Hem cemaat içinden hem de dışından çok çeşitli baskılara ve tehditlere maruz kaldı. Bu baskılar onu bunaltıp istifanın eşiğine getirmişti. İstifa etmemesi için kendisini ikna etmeye çalışmıştım. Bugün düşünüyorum da istifa etmesi, cemaat için olmasa da, kendisi için, sağlığı için çok daha iyi olurdu. Başka şartlarda, farklı bir hayatta yine alanının en iyisi olacağı muhakkaktı. Bir gün çağırıp, göreve başlamasından patrik seçimlerine oradan patrikliğine uzanan sürede başından geçenleri anlatmış, “Bir gün yazarsın” diyerek not tutmamı istemişti. Bazı konularda ne kadar kırgın olduğunu ancak o gün anlamıştım.
Hayatı hiç kolay değildi, ama o zorlu bir hayata cesaret, zeka ve mizah ile yaklaşmayı bildi. En büyük şansı, uzun hastalığı boyunca, kendinden vazgeçerek hayatını tamamen oğluna adayan annesi sevgili Diramayr’dı. Ender bulunan bir evlada ender bulunan bir anne.
Mesrob Srpazan, diğer büyük patrikler gibi gönüllerdeki ve tarihteki haklı yerini almıştır. Ama şimdi onu ilk tanıdığım Kınalıada’daki büyüleyici akşam sohbetlerinden hastalığına kadar geçen sürede yaptıklarını ve yapmak istediklerini düşündükçe ister istemez Shakespeare’in, “Her yönüyle düşünüyorum da/ Eşine rastlayabileceğimi sanmıyorum” sözlerini hatırlıyorum.