YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Samsun’da olanlar ve “toplumsal kutuplaşma” teorisi

Beşiktaş-Konya maçında olanlara “Toplumsal kutuplaşma”nın sonucu olarak bakmak elbette mümkündür. Ancak meseleye sadece bu açıdan baktığımızda bir yere varamayız. Öncelikle şu soruya yanıt bulmalıyız: “Toplumsal kutuplaşma”yı yaratan kimdir?

Haftasonu Samsun’da Süper Kupa finali vardı. Yani geçtiğimiz sezon lig şampiyonluğunu kazanan Beşiktaş ile kupa şampiyonu olan Atiker Konyaspor karşılaşacaktı. Eski adı Cumhurbaşkanlığı Kupası olan bu kupa, vasat ya da vasat altı olan şeylere “Süper” deme alışkanlığımız gereği  “Süper Kupa” adını aldı ve bir zamandır sezon bitiminde değil de sonraki sezonun başlangıcında oynanıyor. Bir de Türkiye Futbol Federasyonu starları izletmek gibi bir düşünceyle olsa gerek, yıl boyu şampiyon takımları izleme imkanı bulamamış kentlere götürüyor bu kupayı. O yüzden maç Samsun’da oynandı. 

Gerilimli demenin hafif kalacağı bir maç daha izlemiş olduk. Stada meşaleler sokulduğu için maç zaman zaman durakladı. Ancak bu yaşananların en hafifiydi. Öğrendiğimize göre Beşiktaş taraftarı “İzmir Marşı”nın söyleyince Konya taraftarı buna “PKK dışarı” diye yanıt verdi.  Sahaya maç oynanırken Konya taraftarı girdiği gibi yine maç sırasında Konya tribünlerinden sahaya sustalı bıçak atıldı. Maç bitiminde ise sahaya binlerce Konyaspor taraftarı doldu. Bu sırada Beşiktaşlı futbolcuların da fiziki saldırı girişimleri ile karşı karşıya kaldığını öğreniyoruz.

Tüm bu olup biten “Sporda şiddet” başlığı altında ve “Sahalarımızda şiddeti neden önleyemiyoruz, önlemler eksik mi alınıyor, nerede devlet?” esprisi çerçevesinde tartışıldı, tartışılıyor. Doğrudur, konu mutlaka bu açıdan da tartışılmalıdır.

Çok açık ki bu maçın düzenleyicisi konumunda olan Türkiye Futbol Federasyonu gerekli önlemleri almamış, hatta öyle görünüyor ki hiçbir önlem almamıştır. Federasyonun düzenleyici konumda olduğu bu tip finallerde son zamanlarda hep bir mesele çıktığını da görüyoruz.

Ancak sorun öyle görünüyor ki daha kapsamlı. Stadlarda bir yandan da aslında çok sıkı bir denetim var. Ve bu büyük oranda “Şiddeti önlüyoruz” görünümü altında sunulan, bu amaca da matuf olan, ama gerçekte bir siyasi denetim. Passolig konusuna gelmek istiyorum. Dikkat edilirse bu Passolig, yani maça girenlerin her türlü kişisel bilgisini önden devlete iletmesi uygulaması stadlarda Erdoğan’a yönelik protestolara rastlanması sonrasında yürürlüğe girdi. Galatasaray’ın yeni stadının açılışından tutun diğer müsabakalara kadar özellikle üç büyük İstanbul takımını oynadığı maçlarda zaman zaman Gezi’ye destek, Erdoğan’a protesto sesleri gelmekteydi. Peşine de bu Passolig uygulaması geldi, bilindiği gibi.

Ancak konu tam olarak kapanmış değil. Bir zamandır, bilhassa da son bir yıldır, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray maçlarında tribünlerde sık sık “İzmir marşı”nı duymaktayız. Bu, rejimin son yıllarda büründüğü karakterle, daha doğrusu İslami dozun artmasıyla ilgili bir durum. En büyük tepkiyi de AKP’nin güçlü olduğu Anadolu şehirlerinden ziyade, görece AKP’nin temsil ettiği zihniyete uzak ve geleneksel bir taraftar kitlesine sahip olan İstanbul takımlarını tribünlerinde yaratıyor.

Bu durum bir zamandır AKP ideologlarının gözüne çarpmaktaydı.  “Biz de İzmir marşını seviyoruz, ama yeri burası mı, Atatürk hepimizin değeri değil mi?” yorumları kulağımıza çalınmaktaydı. Ancak bunu söyleyenlerin bir kısmının spor insanı olması ve referandum, seçim gibi dönemeçlerde iktidara destek vermesi gözden kaçmıyordu. Spora siyaseti sokan da zaten iktidarın bir aparatı konumundaki federasyonun kendisi AKP’ye yakın futbol insanlarıydı.

AKP bu İzmir Marşı işinden her ne kadar hazzetmese de bu konuda bir yasaklama yoluna gidemedi. Gitmesi de zordu zaten. Ancak kartların açıldığı da belliydi. Beşiktaş-Konya maçı bir anlamda bu kartların açılmasının da göstergesi oldu. 10 Ekim Ankara Katliamı sonrasında Konya’da oynanan bir milli maçta saygı duruşu sırasında yaşanan ıslıklama zaten  “AKP tabanı”nın en azından bir bölümünün IŞİD saldırılarına nasıl baktığı konusunda can sıkıcı bir ipucu vermekteydi. Ancak bunu da tek başına değerlendirmek hata olur elbette. AKP’ye yakın medyada 10 Ekim saldırısı kurbanları için yayınlanan “Solcuydular, tekin insanlar değillerdi” türü haberler belli ki derin taşrada karşılık bulmaktaydı.

Buradan dolayısıyla şuraya gelmek isterim. Beşiktaş-Konya maçında olanlara  “Toplumsal kutuplaşma”nın sonucu olarak bakmak elbette mümkündür. Ancak meseleye sadece bu açıdan baktığımızda bir yere varamayız. Öncelikle şu soruya yanıt bulmalıyız: “Toplumsal kutuplaşma”yı yaratan kimdir? İktidarını bu kutuplaşmayı yaratarak ve her gün diri tutarak sürdürmeye çalışanlar mı, yoksa bu kutuplaşma hamlesi karşısında bir tür savunma pozisyonuna geçenler mi? Bu soruya yanıt bulmayıp konuyu “E canım onlar İzmir marşını söylemesin, öbürküler de sahaya girmesin” denkleminde ele alıp tarafları eşitlersek bir yere varamayız. Taciz olaylarında “E kadın da şort giymeseydi” açıklamasından farklı bir ton taşımaz bu.

Ki zaten konunun iktidarın körüklediği kutuplaşma denkleminde ilerlediğini maçtan iki gün sonra Konya cephesinden gelen açıklama ile gördük. Zira Konya yönetiminin açıklamasına göre Konyaspor taraftarı Beşiktaş tribünlerinde açılan “Nuriye ve Semih Yaşasın” pankartından tahrik olmuşlar.  O küçücük pankartı ta karşı tribündeki binlerce taraftar nasıl gördü bilemiyoruz ama iki insanın yaşaması için dile getirilen bir talep neden binlerce Konya taraftarını sahaya döküyor? Bu sorunun yanıtını bulmak içen herhalde Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için iktidar cephesinden gelen açıklamalara bakmak gerekecek.  Kutuplaşma yok, kutuplaştırma var, özetle.