Henüz vizyona girmeden büyük yankı uyandıran ‘The Promise’, kısa süre önce ABD’de ve bazı Avrupa ülkelerinde vizyona girdi. Bir aşk üçgeni etrafında 1915’teki Ermeni Soykırımı’nı konu edinen filmi, ABD’de yaşayan Juliet İnan Agos için izledi.
NEW JERSEY- ‘The Promise’, geçen hafta ABD’de ve bazı Avrupa ülkelerinde gösterime girdi. Yönetmenliğini Oscar ödüllü Terry George’un üstlendiği filmin senaryosunu George ile birlikte Robin Swicord kaleme aldı. Prömiyeri geçen yıl Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapılan filmin konusu, bir aşk üçgeninin arka planında, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Ermeni halkının yaşadığı acılar. Filmde Golden Globe ödüllü Oscar Isaac, Charlotte Le Bon, Oscar ödüllü Christian Bale, Angela Sarfyan ve Kevork Malikyan gibi isimler rol alıyor. Film, Ermeniler dışındaki ABD’lilerden de büyük ilgi gördü.
102 yıldır kabullenilmeyi bekleyen bir hikâye, 133 dakikalık bir filmle anlatılabilir mi? Elbette hayır. Ancak film, sıradan insanların, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşadıkları bu olağanüstü durumda nasıl davrandıklarını gözler önüne sermek ve Türkiye hükümetleri tarafından inkâr edilen bu gerçeği dünyaya duyurmak açısından önemli bir rol oynayacak gibi görünüyor.
Filmi 100 milyon dolarla finanse eden Kirk Kerkorian, 2015’te, 98 yaşındayken hayata veda etmişti. Metro-Goldwyn-Mayer film stüdyosunun sahibi olan Kerkorian, Las Vegas’ın inşa edilmesinde önemli rol oynayan bir iş adamı ve ‘mega-resort’ların babası olarak da tanınıyordu.
ABD’nin birçok eyaletinde kabul edilen Ermeni Soykırımı’nı konu alan bir Hollywood filmi yıllar önce de yapılmak istenmiş ancak Türkiye hükümetinin müdahaleleriyle engellenmişti. Bu filme müdahale edilmemesinin sebebi, muhtemelen, öncesinde PR çalışmasının yapılmamış olması ve çekimlerin Ortadoğu’da yapılmış olması.
Filmin kitlelere ulaşma şansı yüksek
‘The Promise’in, IMDB (İnternet Film Veri Tabanı) puanı 6 olarak lanse edildi. Ancak filmin itibarını düşürmek için, Türkiyeli ve Azerbeycanlı lobilerin çalışmalar yürüttüğünü de hatırlatalım. Buna rağmen filmin geniş kitlelere ulaşma açısından şansı büyük. Daha önce, Ermeni Soykırımı’nı konu alan, Fatih Akın’ın ‘The Cut’, Atom Egoyan’ın ‘Ararat’ ve Henri Verneuil’in ‘Mayrig’ adlı filmleri çok iyi yapımlar olmalarına rağmen geniş kitlelere ulaşamamıştı. ‘The Promise’in şansının daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Filmin yönetmeni Terry George, daha önce, 800 bin Tutsi mültecinin, Hutu militanları tarafından katledildiği, tarihe Ruanda Soykırımı olarak geçen hikâyeyi ‘Hotel Rwanda’ adıyla sinemaya uyarlamış ve konuyu tüm dünyaya duyurmuştu.
George’un o filmde soykırımın vahşi yüzünü ustaca aktarmasından ve bildiğimiz acı dolu hikâyelerden dolayı, ‘The Promise’in de şiddet sahneleriyle dolu, kin ve nefretin, çaresiz çocukların, evlerinden zorla alınıp götürülen ve bir daha dönmeyen yaşlı ve genç erkeklerin sahnelendiği bir film olacağını düşünmüştüm. Yanılmışım. 102 yıldır süren acıların, vahşetin sınırlı karelerle verilmesi ve şiddetin daha çok sözle ifade edilmesi, ‘The Promise’i benzerlerinden farklı kılıyor.
Film genel olarak beğenilse de, çevremdeki kimi Ermeniler tarafından eleştirildiğini de belirtmem gerekir. İlk eleştiri, sokakta Ermeni avına çıkan, evleri talan eden insanların Türk bayrağı taşıyor olması ve “Türkiye” diye bağırması. O dönemde henüz Türkiye kurulmamıştı ve Türk bayrağı mevcut değildi. Başka bir eleştiri ise, bir soykırım hikâyesinde aşk konusunun işlenmiş olması. Kıyafetleri eleştiren çevrelerin yanı sıra, evlerin konumunun yanlış olduğunu savunanlar da var. Filmi görmeden bir fiyasko olduğunu söyleyen Türk kapı komşularımızın yorumlarına da tanık olduk. ‘The Promise’in bir belgesel film olmadığını da unutmamak gerek.
Aşk üçgeninde soykırım
Filmin konusuna gelince... Osmanlı İmparatorluğu’nun güneydoğusunda yer alan, halkın barış ve huzur içinde yaşadığı Sirun kasabasında, Ermeni eczacı Michael, İstanbul’da tıp eğitimi almayı hayal etmektedir. Kasabanın zengin ailelerinden birinin kızı olan Maral’la nişanlanır. Çeyiz olarak 400 altın alan Michael, tıp eğitimi için ihtiyacı olan parayı bulmuştur. İstanbul’a, babasının kuzeninin yanına gider. Evde, çocukların özel ders hocası olan Ana’yla tanışır ve ona ilgi duymaya başlar. Paris’te yetişmiş olan Ana yalnız değildir; Associatted Press muhabiri olan sevgilisi, Amerikalı gazeteci Chris Myer ile yaşamaktadır. Michael, Tıp Akademisi’ne başladığı gün, babası yüksek rütbeli bir devlet adamı olan, paşa oğlu Emre’yle de arkadaş olur. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, erkekler askere alınır. Tıp öğrencileri muaf olmasına rağmen Michael’ı da almak isterler ama Emre’nin yardımı ve rüşvetiyle, gitmekten kurtulur. 24 Nisan 1915’te Ermenilerin sorgusuz sualsiz evlerinden alındığı zamanda, baba Boğosyan da alınır. Michael, eğitim için getirdiği 400 altını amcasını kurtarmak için kullansa da başarılı olamaz. Hem altından olur, hem de kendisi sürgüne gönderilir.
Filmin bundan sonrasında, 1915’te başlayan trajediden çarpıcı sahneler ile umutsuz bir aşk hikâyesi harmanlanıyor. Şiddetin bazı karelerde görsellikten ziyade sözel olarak verilmesi, filmi 13 yaş üstü çocukların da seyretmesine olanak sağlıyor.
Geçmişte yaşanan talihsizliklerin tekrarlanmaması için, geleceğe el ele, barış içinde bakmak için ‘The Promise’lerin umut olması dileğiyle...